Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '16

 
Kategori
Deneme
 

Ruhu sufî olan gezginlere

Ruhu sufî olan gezginlere
 

Çıktığım her seyahat, kendime yaptığım içsel bir yolculuk çoğu zaman. İşte bu sebeple yolu ve yolda olmayı seviyorum.
Nasıl genetik mirasımızı ailemizden alıyorsak, yaşam biçimimiz ve alışkanlıklarımız da aileden geliyor çoğu zaman.
Gezgin olmayı seven ruhumun da sebebi bu sanırım.


Benim gibi hem anne hem baba tarafı memur olanlar bilirler. Aile büyükleri emekli olup bir yere yerleşmeye karar verene kadar " Neresi sıla bize, neresi gurbet? Yollar bize memleket! " halinde yaşanır hayat.


Her çocuk ayrı bir şehirde doğar, tam alışmış ve güzel dostluklar, komşuluklar kurmuşken başka bir şehre tayin haberi gelir.
Alışılır toplanmaya, yola çıkmaya, vedalara ve yeni başlangıçlara...


Bu da bir kader! Bir kısmını bizim çizdiğimiz, bir kısmının da alnımıza çizildiği bir güzergah sanki.

Her şey gibi bu güzergahta her durak ve her bir uğrak da bir vakitte kilitli...!
Gideceğimiz yönü kalbimiz, vakti saatini kader belirliyor. Ben kendim için böyle hissediyorum.


Hasbel kader, güzel ülkemizin çok büyük bir kısmını görme şansım olduğu halde, baba tarafımın memleketi olan Doğu Karadeniz'e ilk defa bu yaz gitmem de böyle bir şey işte.
Neredeyse 10 yıldır niyetlenip, her seferinde bir sebepten vazgeçtiğim, ertelediğim bu seyahat bu sene nasip oldu.


Hem anne hem de baba tarafım tamamen farklı yerlerden, farklı bölgelerden, farklı alışkanlıklardan gelip, 60'lı yıllarda kendilerine son durak olarak İstanbul'u seçip, nüfuslarını da oraya aldırınca, yerleşilen ve bizim de içinde doğduğumuz bu şehri memleket bildik. Köklerimizin ve aile büyüklerimizin geçmişte pek çok anı ve yaşanmışlıklarının farklı farklı yerlerde olduğunu bilerek ve kimi zamanda merak ederek tabii.

Büyükleriniz ne kadar anlatsa da, uzun yıllar uzak kaldıkları, doğup büyüdükleri yerler artık bir bağlantının da kalmaması sebebiyle sonraki kuşaklara " Orda bir köy var uzakta, gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür" hissi veriyor. Hem yabancılık hem de aynı zamanda derinlerde hissedilen duygusal bir bağ...
Ve insan özellikle aile büyüklerini kaybettiği zaman, onların köklerinin, anılarının olduğu yerlere gitmeyi, o havayı koklamayı ve o enerjiyi hissetmeyi manevi olarak istiyor.


Sanki oraya çağırılmış ve hayatta olmadıkları halde geldiğime mutlu olmuş, orada bekliyorlarmış gibi hissediyorum gidince.


Bu duyguyu ilk defa, yaklaşık 8 yıl önce Rodos'a gidip, büyükannemin evinin olduğu yeri, daha evvel oraya giden teyzemin tarifiyle bulduğumda hissetmiştim.
Sokaklarında gezerken hayal edip düşünmüştüm; acaba o buralarda gezerken, surların arasından denize bakarken neler yaşayıp, neler hissetmişti çocukken?


Benim hafızamda o yaz ve Rodos , büyükannemin çocukluğu ile tanışma ve buluşma anısı olarak kaldı.


Babaannemi bu yıl kaybettim, dedem ise benim çocuk yaşımda ani ve gözümün önünde yaşadığım ilk kaybımdı. Bu yüzden hafızamda ve yüreğimde biraz daha farklı ve hüzünlü bir yeri var.


Dedem ve babaaanem de doğal güzellik olarak, Karadeniz'in en güzel ama aynı zamanda doğanın en çetin olduğu yerlerde doğmuşlar. Rize ve Artvin de...


Ben suyu severim, deniz bu yüzden benim için çok güzel ve değerlidir ancak dağların da yeryüzünde ayrı bir yeri, heybeti var. Hele de oralarda...


Göğe uzanan dimdik dağları ve altında toprağın görünmediği yeşilin her tonu ağaçlarıyla, dağların arasından coşkuyla akan sularıyla insanın içini ürperten, tabiatın bütün heybetiyle büyük, insanoğlunun küçük olduğunu hissettiren çok değişik ve gerçekten etkileyici bir havası var.


Aldığım her nefeste, baktığım her yerde bunu hissettim.
Babaannem ve dedemi de hep yanımda!


Sonra aklıma geldi.
Çocukken anneme " benim ismimi neden Çiğdem koydunuz? diye sorduğumda, rahmetli dedemin beni hastanede ilk gördüğü zaman " ismini Çiğdem koyun" dediğini söylemişti.


Halbuki bizim ailede büyüklerin torunlara isim koyması ya da büyüklerin isimlerinin doğan çocuklara verilmesi gibi bir adet yok.
Ben de dedemin neden bana bu ismi koyduğunu düşündüm daha gençken.


Naifliğine, ve güçsüzlüğüne bakmadan dağlarda, sarp kayalıklarda açan, ilkbahar geldiğinde başını karların arasından çıkaran Çiğdem...


Ah dedeciğim, ömrün yetmedi de göremedin ismini koyduğun torununun " ismiyle müsemma" olduğunu...


İzmir'e dönerken gece uçakta başta dedem olmak üzere bütün kaybettiklerimin ruhuna Fatiha okuyup, dedeme benim ismimi söyletene de şükrettim!


Bana nasip ettiği ve yaşattığı her şey için.


İçimize ya da dışarıya yaptığımız her yolculuk, özümüzü tanımaya yardımcı olacak, parçaları bulmaya ve birleştirmeye yarıyor.


Meraklı olanlara naçizane bir öneri benden... 

 
Toplam blog
: 115
: 830
Kayıt tarihi
: 18.11.12
 
 

1967 yılında İstanbul'da doğdum.Hacettepe Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinden 1988 yılınd..