- Kategori
- Anılar
Rüzgâr kanatlı bisikletim

Bir şehrin sırtlarındayım, bilmediğim sokaklarda. Altımda beyaz bir bisiklet var... Ne nerede olduğumu biliyorum, ne de bisikletin kime ait olduğunu... Arkadaşım da bisikletiyle beliriyor yanımda. Derken, bir çete yaklaşıyor bize. Daha doğrusu bir bisiklet çetesi. Bizi öldürmeye çalışıyorlar. Hızla asılıyorum pedallara. Arkadaşım farklı bir yoldan ilerliyor, ben basketbol sahası etrafındaki yoldan kaçıyorum.
Bir polis durduruyor beni, ne olduğunu soruyor. Anlatıp anlatmamakta tereddüt yaşıyor, arkama bakıyorum: “Size anlatmamam gerek ama bizi öldürmeye çalışıyorlar” diyorum. Büyük bir suçlulukla ekliyorum: “Biz bir suç işledik...”
“Bu kadar mı?” diye sorduğunuzu görür gibiyim. “Bu kadar!” Çünkü ben ne suç işlemediğimizi polise söyleyemeden uyanıyorum heyecanla... İnsan neden böyle bir rüya görür? Dün gece bisikleti düşündüğüm için mi?
Freud’a göz kırpıyorum. Bilinçaltı okyanusumdan taşan bir avuç suyla yıkanmışım yine...
İlk bisikletimi hatırlıyorum.
İlkokuldaydım. Sınıfı yeni geçmiştim, yazdı...
Arabayla İzmir Üçyol’a gelmiştik. Derken babam beğendiğim bisikleti alıp, arabamıza koydu ve eve geldik.
Bulunduğumuz site hem çok geniş hem de bir tepede...
Abim, çok güzel bir “bisiklet ehliyeti” hazırladı ardından, bayıldım.
Arkadaşımın da yeni bir bisikleti var. Sonrasında sıcak bir yaz gününde üç tekerlekten iki tekerleğe geçmem için babamın beni çalıştırması...
Toprak bir alandayız. Bisikletimin yanındaki iki tekerleği sökmüş babam. Seleden tutarak bisikleti sürdürüyor bana. Hayatımda ilk defa “denge” kavramını bu kadar iyi anlıyorum. Düşeceğim diye korksam da, babamın güvenilir sesi beni rahatlatıyor:
– Merak etme, bir şey olmaz... Korkma, ben tutuyorum...
İşte belki de ömür boyu kaygılarımıza, korkularımıza son verecek, onları başımızdan kovacak sesi, ben o gün, orada duyuyorum!...
İnsan büyüdükçe bu sesi duymaya daha fazla ihtiyaç duyuyor bence. Gençlik kaygıları, ilk aşk, ilk kavga derken hep o bisikleti sürerkenki güven veren sesi bekliyor:
– Merak etme, bir şey olmaz...
Bu sihirli söz, yeryüzüne çakılmış bir saat gibi hep o ana döndürüyor insanı. Yüzleşmekten korkmamanı sağlıyor. Yoksa sustukça büyütüyor insan çığlıkları, isyanları...
Belki de o güven veren sesi ararken en çok kendimizle karşılaşıyoruz. Kendimizi korkutan yine biziz...
Nev adlı şarkıcı, “Benmişim” adlı şarkısında şöyle diyor:
Benmişim kendimden bir korkak yaratmışım
Kendimi korurken en çok ben ürkütmüşüm
Benmişim kendini savunurken en çok hançerleyen
Bir meçhul olmuşum failim ben
Ama beni bana küstüren beni bana kırdıran
Kalpsizin hiç suçu yok mu?
Belki sizi sakinleştiren, cesaret veren, bu güzel sesin sahibi dünyadan ayrılıyor ama siz bir yolunu buluyorsunuz korunmak için. Ancak neyden korunmak, hayattan mı?! Her küstüğünde kaçıp kendinize saklansanız da, kırılmamak adına içinizde kaleler inşa etseniz de aradığınız o ses değil mi?!
İnsan korkar ama korku diye tanımladığımız şey, yaşamdan daha tehlikelidir. Korkulması gereken yaşanacaklar değil, “korkunun kendisidir”!... İnsan kendine rağmen, yarattığı kabuslara, korkulara rağmen yaşamayı bilmeli...
İşte o zaman, sana güven veren sese güvenip ilerlersin...
Çocukken babamın sesine güvendim. Arkama bakıp babamın bisikleti tutup tutmadığını kontrol ediyordum. Birkaç defa beni tutarken bırakmış, bisikletimi bir süre yalnız başıma sürmüştüm.
Yaklaşık yarım saatlik çalışmanın sonunda bir an geldi; bir de baktım ki, ben sürerken arkamda babam yok. İşte o an güvenim geldi, babamın sesi, benim sesim oldu!...
İki tekerlekliydi ama artık rüzgâr kanatlıydı bisikletim!...
Uçuyordum...
Büyüdükçe kendine güvenmeyi öğreniyor insan. Şimdi ne zaman dengemi yitirsem o cümleyi mırıldanıyorum:
– Merak etme, bir şey olmaz... Korkma, ben tutuyorum...
(Yakında yayımlanacak olan KEŞFEDENLER İÇİNATLAS - BİSİKLET adlı kitabımdan...)