Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Temmuz '22

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

ŞABAN AKBABA TANITIM YAZILARI

NADİR GEZER’İN “YÜREK BAĞI”§

 

Aklıyla olduğu kadar yüreğiyle yaşayan bir yazın emekçisi Nadir Gezer. Bu yüzden hep güzel şeyler üretiyor. Bunda onun köy çocuğu ve  son kuşak Köy Enstitülü oluşunun da önemli  katkısının olduğunu belirtmem gerekiyor. Büyük yazın gettolarının dışında, sırça köşklerin uzağında, Bursa’daki bir varoşta, yaşamını adadığı öğrencileri ve halkıyla birlikte yaşayıp onlarla birlikte üretmesi, sanatındaki yürekçe içtenliğin bir diğer kaynağı…

Yazın yaşamındaki ciddi, tutarlı ve toplumcu sanat anlayışının başlangıcını vurgulayan, bu bağlamda öykü klasiklerimiz arasında saydığım, ama ne yazık ki yazın dünyasından hak ettiği ilgiyi göremeyen, çizgisindeki değeri pek de anlaşılamayan, ancak  “Nevzat Üstün(1980) Öykü Ödülü”yle kendini kanıtlayan ilk yapıtı Hanife Nine’den Öyküler’le başlayan kitaplaşma serüveni ondördüncü yapıtı olan Yürek Bağı’yla sürmektedir. Kitabının adının bu olmasının salt bir rastlantı olduğunu düşünmüyorum. İçgüdüsel olarak onu anlatan bir ad gelip kitabın kapağına oturmuş. Çünkü o aynı zamanda kalemiyle, daktilosuyla değil, yaşadığı gibi, yüreğiyle yazan bir yazarımızdır.

Yürek Bağı’nda dört öykü yer almaktadır.

Özellikle ilk üç öykünün ortak yanları ve ortak özellikleri var. Her şeyden önce öykü kahramanlarının üçü de gerçek kişiler olup  İnegöl’ün bir köyündendirler. Üçünü de onca yokluğa, yoksulluğa, o günün koşullarına göre kim bilir ne kadar güç olan ulaşım ve  iletişim sorunlarına karşın İstanbul Şişli Sanat Okulu’na yönlendiren, bunun için çok ciddi çabalar gösteren  Hulusi adlı öğretmendir. Üçü de ayı okulun boya bölümünü okuyup bitirmişlerdir ve üçü de çalışma yaşamlarını Bursa’da sürdürmüşlerdir. Kısacası kitaptaki ilk üç öykü gerçek yaşamdan alınmıştır.

Öykülerin ortak yanlarından biri de üretilmeleriyle ilgilidir. Nadir Gezer bu öykülerin üçünü de bir devinim süreci içinde yazmıştır. Bir biçimde kahramanlarının yaşamöyküsüyle ilgili bilgileri edindikten sonra yollara düşmüş, onların her birini yaşadıkları ayrı bir yerde bularak birebir, baş başa söyleşerek anlamaya, tanımaya çalışmış, hatta çalıştıkları yerleri gezip görmüş ve edindiği bilgilerden yola çıkarak bu öyküleri yazmıştır.(Ne mutlu bana ki bu bilgiyi süreç içinde kendisi vermişti.)

Öteden beri Nadir Gezer’i okurken çok farklı duygu ve düşünceler içine dalmışımdır hep. Çünkü örneğin beş bin dizelik Yalnız Adamın Düşlerin’i, ya da Şenlet Öğretmenin Destanı’nı, okurken de  Gün Doğarken Uyuyamam(şiir)’ı, Uludağ’ın Eteklerinden Sis Dağı’na(anlatı)’yı okurken de iç sesimden başka sesler de duyuyorum. İlyada’nın, Kerem ile Aslı’nın, Gılgameş’in, Dante’nin tarihin yosunlu duvarlarında yankılanan  derin, uğultulu, özverili, acılı seslerini; çığlıklarını, hüzünlü mırıltılarını, öfkelerini, sevilerini, coşkularını…

Yürek Bağı’nı okurken de öyle oldu, dalıp  gittim ötelere. Bu kez biraz daha yakınlardan geliyordu sesler. Bursa’dan, İnegöl’den, İstanbul’dan… Kahramanlarının üçü de yoklukları, yoksullukları, acıları katmerli yaşamış halktan insanlar çünkü. Yaşamlarının bir yanı hep eksik, yanlış, ya da yaralı…

Mavi Mor’un Demirci Bekir’i, yalnızca deneyimleriyle bilgilenerek insanlara yaşama şansı veren köyün emektar ebesi Emete Nine, bütün bir yaşamını verdiği demir işliğini, değişen ekonomik ve sosyal koşullar nedeniyle  günün birinde işletemez duruma düşen kaynakçı Cavcı, Osman’ın eşi Pembe… Bu öykünün en yaralısı da Osman. Sanat Okulunu bitirdikten sonra  çekmediği kalmaz Osman’ın. İş bulamaz, bulduğu iş ya sigorta yapmaz, ya da kısa süre sonra atıverir sokağa. “Kaynak makinesinin mavi. mor ışıltısının derinlerine baktıkça içini sıkıntılar sarıyor. Çalışma isteğin köreliyordu içinde!.. "Dipsiz kile, boş ambar... Sonu ne olacak bunun!.." diyerek, sekizinci ayın sonunda kaynak makinesini kapattı, ayrıldı oradan...”(s:32) Neyse ki gün olur sigortası, hatta sendikası bile olur, grevin tadını da yaşar, korkusunu da: “Koca çayırın bir köşesinde yükselen sesleri onlara  güç vermişti... Üretimliğin bacaları isteksiz tüt­meye başlamıştı, insanca yaşamaya yönelik bir sesti bu!.. Emeğin sesi, alınterinin sesi!.. O gün Osman'ın bir yanı korkulu, bir yanı başarılı iki duyarlık arasında dolandı yüreği!.. Ya yeni haklar elde edemezlerse, kovulmak da vardı...”(s:32) İşten kovulmaz, sonunda emekli olur, ama bu kez de emeklilik geliri ailesini geçindirmeye yetmez, yeni işliklerde çalışmak zorunda kalır…Dinlenmeyi hak etmesine ve buna gereksinmesi olmasına karşın çalışır…

“Yolum Yolum Dikenli Yolum” da yaralı insanlar ve onların yaralı yolculuklarıyla dolu:Yusuf Dede, emek ve insan dostu, bütün bir yaşamını işliğine verdiği halde, büyük sermayeli işlikler karşısında bir türlü varlık gösteremeyen oto boyacısı Ali Usta, Berber Hüseyin, eşi Mürvet bunlardan bazıları. Sonrası  hiçbir önlem alınmadan insanların çalıştırıldığı zehir kuyusu bir oto boya işliğindeki işçiliği Hüseyin’in … Yediği zehir vurgunu sonunda sinir sisteminin felç ve kendisinin de yatalak olması… Tam da bu ve benzeri nedenlerle olacak 68 olayları patlak verir dünyada ve ülkemizde: "O koca kent de kıpır kıpırdı doğrusu!.. Gençler, öğretmenler ayaktaydı!.. Yeni bir dünya yaratmanın savaşımına durmuştu yürekleri. Nereye gitseler, nerede dursalar aynı kavganın uzantısı gelip dolanı­yordu yüreklerine... Boğaz sularına demir atmış yabancı savaş gemilerine bakıp savaşım çığlığı atıyordu halk!.. Küçük bir yerleşim yerinden gelmiş olmanın şaşkınlığı da vardı üzerlerinde!.. Denize, gemilere bakıp bakıp onlar da bağrışıyorlardı gençlerle!.. 1967/1968 olaylarının yükselen güçlü sesleriydi bunlar!”(s:42)

“Çakıcı Çırağının Yürek Bağı” üçlemenin üçüncüsü… Yine Hulusi öğretmen devrede. Yine Şişli Sanat Okulu mezunu bir otoboyacının yarım kalan yaşam sevisi… Hayri’nin… Tütünü, köy kahveciliğini bırakıp okula gider Hayri. Okul, askerlik  biter ama iş bitmez. İstediği ve eğitiminin gerektirdiğince başlamaz bile aslında. İstediği işi bulamayınca koyun, keçi, tiftik ticareti yapmaya çalışır. Bedenine ağrılar doluşunca bu işi de yapamaz olur. Tekrar çay ocağına döner. Neyse ki sonunda bir parti torpiliyle Bursa’da  iş bulur, fırında ekmek üretmeye durur. Ancak yaşamının tortusu yüreğinin kıyılarına birikmiştir tozan tozan. Gün gelir hamur makinesinin başına yığılıverir. Bay-pas’dan sonra emekli olur. Ancak üzgündür, hem de çok üzgündür. Çünkü “Dinsel örgütlenmeler sar­mıştı kenti. Tarikatlar, tarikatlar, tarikatlar… Birbirinin içine girmiş, kentte kök salımşlardı… Yaşam koşulları ağırlaştıkça tarikatlar dallanıp budaklanıyor, kara çarşaflı kadınların siluetleri büyüyor da büyüyordu çarşı pazarda. Cumhuriyet'in kadınlara verdiği özgürlükler altüst olmuştu…. Tarikat şeyhleri mutluluğun yolunu karalara bürünmede arıyorlardı.…Kara çarşaflı kadınlar sık sık kapısını çalıyor, eşini tarikata çağırıyorlardı.. Bu tür çağrılar çileden çıkarıyordu onu!”(s:99)

Kitabın son öyküsünün başlığı,”Işığın Parıldadığı An”dır. Ana izleği Sakarya Meydan Savaşı olan bu öykü tarihi belgelere dayanmakla birlikte kitabın tek  kurgusal öyküsüdür. Nadir  Gezer’in Mustafa Kemal sevisini anlatmak istediği bu destansı çalışması da ayrı bir tat, ayrı bir renk katmış öykü demetine.

"Yazın hayatımızın önemli emekçilerinden, ustalarındandır Nadir Gezer.” diyor kitabın yayıncısı Aydın Şimşek  kapak yazısında. “Onun öykülerinde, dış gerçekliğin duygusal-düşünsel, imgesel-görsel tasarımları izlenir. Gerçeğin, hem kendi hem de parçalanmış halini okura ulaştırır. Onu okurken, gerçeğin gerçek üstü bir derinlik olduğunu duyumsamışımdır hep."

Nadir Gezer’in bitip tükenmez sevilerinden biri de dil sevisidir. Türkçe… Dilimizin tümüyle yabancı dillerin kuşatmasından kurtarılması gerektiğine, bunun için de dilde özleşmenin sürdürülmesine inanır. Bunun için kendine düşeni bilir ve yaşama geçirmeye çalışır. Örneğin “işlik”,”üretimlik”, “ayakça”, “sayrılarevi”, “im”, “sevi” v.b. gibi  sürekli yeni sözcükler kullanır, belki de icat eder.  Anlatımının en temel özelliğiyse sıcak ve içtenlikli olmasıdır. “O” ve “insan” sözcüklerini gereğinden fazla kullanması gibi (“Yeşiliyle beslerdi, meyvesiyle beslerdi… Çiçekleriyle inerdi insanın yüreğine… İnsanın sevincine sevinç ekler, güzelliğinin binbir erdemini sunardı insana!...”(s:57), “O dağdan dağa tırmanan, yokuşlar aşan yollara bakmış, o yollar ansıtmıştı ona kocasını… O yollar da apayrı bir sızı gibi oturmuştu yüreğine.”(s:73). bazı anlatım kusurları olsa da Yürek Bağı; sanatı yaşamdan ve  insandan; bunun bir sonucu olarak da sanattan kopararak  bir yerlere yaslamaya çalışanların içgüdülerini ve bilinçlerini sarsmak için de  iyi bir yapıt. Akıcı, insancı ve içtenlikli…

*

NADİR GEZER’DEN MÜZİK KOKAN BİR ROMAN:

AYDINLIĞA YÜRÜYENLER§

 

Kapağını açmadan kitabı burnunuza yaklaştırın, müzik koktuğunu göreceksiniz.

Müzik, tarih ve yaşam... Ve herbirine denk düşecek biçimde örgütlenmiş olan coşku, bilinç ve üretkenlik... Bunlar yalnızca romanın içeriğiyle değil, işlenişiyle de ilgili. Yöntemi, tekniği, dili, örgüsü, biçimi ve biçemiyle...

Kısacası özgün bir yapıt "Aydınlığa Yürüyenler. Yazınımızda yaşam bulan Köy Enstitüleri'yle ilgili yapıtların içinde kendine özgü bir yer alacağı kuşkusuz. Bireyleşebilmiş bireyler ve bu bireylerin bilinçle katıldığı, bilinçle oluşturduğu toplumsallık... Her şey bu ikilemin bireşimi, diğer bir deyişle bu bütünsellik içinde gerçekleşmektedir. İnsana ve topluma, olaylara ve olgulara böyle bir çerçeveden bakabilen, eytişimi özümleyip kaleminin ucuna aktarabilen ya da Köy Enstitüsü olgusuyla yaşama geçirilebilmiş olan eytişimi böylesine güçlü, sağlıklı biçimde ir deleyebilen önemli bir yapıt. Yaşam, yazar, yapıt üçgenindeki uyumlu, başarılı düzeyin tutturulabildiği güzel birçalışma.

Köy Enstitüleri olgusunun da yazarın romandaki başarısının da nirengi noktası: "Gizilgüç". Gerçekten köy Enstitüleri de, Aydınlığa Yürüyenler adlı roman da "gizilgüç" temeline oturmaktadır. Bu temelde yaşanılmış, büyük bir enerji harcanarak yazılmıştır. O gizilgüç ki, Nadir Gezer'e böylesine olgun bir yapıt ürettirir, sürükler götürür okuru. Götürüp "paylaşma"nın, "çokseslilik"in gizemli tahtına oturtur yaşayanı. Üretimi, tüketimi, acıyı, sevinci, zamanı paylaşmanın.. Köy Enstitüleri'nin geleceğini kendi iğrenç çıkar ve amaçları açısından görebilen karanlık güçleri kutlamak gerek: Çünkü bu "gizilgüç"ün toplumsal yaşamımızı, geleceğimizi nasıl etkileyebileceğini o günden görebilmişlerdir.

İmece ve dayanışma... Dobra dobra konuşma... Yani cesaretli ve yerinde eleştiri... Köylülüğün belki kaba, ama geleneksel ve temel özellikleri. Bu yapı iyi çözümlenmiş. Öylesine çözümlenmiş ve özümlenmiş ki, Köy Enstitüleri'nin de temel ilkeleri haline getirilmiş. Böylesi ilkelerle yürüyen bu kurumlar yaşamış olsaydı bugün ülkemizin yazgısı böyle olmayacaktı. Soygun, baskı, işkence, hayali ihracat, vergi kaçakçılığı v.b. ahlâkdışı değerler görülmeyecekti. Özgüvenini yitirmiş, korkak, pısırık, karabilmez insanların yaşadığı bir darbeler cehennemi yaşanmayacaktı.

Kısacası, demokrasi çoktan yaşama geçmiş olacaktı.

Köy Enstitüleri gerçeği “Aydınlığa Yüıüyenler*de yaşamın ve insanın bütünselliği gerçeğiyle örtüştürülerek ele alınmış ve örtüşmeleri sanatın güçlü sesinden sunmuştur bize. Bu bağlamda bir de aşk öyküsü var romanda. Naif bir aşktır o. Nabi'yle Elmas'ın aşkı... Bunca mükemmel bir kurgulama ve sorgulama içinde yerini almış bulunan aşk öyküsünün bunca naif olmasının yazarın yaşantısı, imgelem gücü ya da içeriği işlemesiyle ilgili değil bence. Öylesine insanca, dostça, kardeşçe bir ortamda oluşabilecek gerçek bir aşkın niteliğiyle ilgilidir. Köy aşkının ilkeleri de, köylülüğün diğer özellikleri gibi Enstitü aşkının ilkeleri olup çıkıvermiş. Sevgi dolu, saygılı, izin çıkmadan emanete el sürmeyen... Bu aşk öyküsü bile Köy Enstitüleri'ne saldıranlar için yeterince utandırıcıdır.

Tuğla ocağıyla mandolinin, mandolinle kitabın çoksesli nağmeleri, yeri geldiğinde cumhurbaşkanıyla öğrenci temsilcisinin sorunları yüzyüze konuşabilmesi, köylü ile Enstitü yönetiminin işbirliği; oluşmakta olan çoksesli ve aydınlıkçı gizilgücün bereketli topraklara atılan tohumuydu. “Aydınlığa Yürüyenler". Bu tohumu ve bu tohumun filizlenemeden öldürülmesinin inanılmaz öyküsünü elle tutulur somutlukla göstermektedir. Ders olsun diyedir elbet.

Müzik, tarih ve yaşamın; onlara denk düşen coşku, bilinç ve üretimin o inanılmaz eytişimsel bütünlüğü, o eytişimsel bütünlüğün yarattığı sevinç, cesaret ve hoşgörü bir daha yaşanmadı bu ülkede. Ne yazık!.. Hırsızlıkla suçlandığı için kendini asacak kadar onurtu insanlar azaldıkça azaldı, kelaynak kuşları gibi soyunun tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Şemsettin Sirer'ler, Tevfik İleriler, denetçi Mehmetler,  öğretmen Bedriler çoğaldı; müdür Edipler sürgüne mahkum edildiler, Ha- nifeler okullardan soğutuldu, gerçek öğretmenler öğretmenlikten... İnsanlar kendine yabancılaştı, coşkusuna, emeğine, üretimine... Özüne... Toplumumuz güzel değerlerini yitirdi, kaosla yaşamaya koşullandı beynimiz. Güzel, iyi ve doğru olan değerler güme gitti. Erdemsizliklerin türlü türlüsü “yükselen değerler* olarak gündeme oturdu. Kaygı verici oldu insanımızın ve ülkemizin geleceği.

"Aydınlığa Doğru’yu okuyup özümleyince bunları çok daha net bir biçimde görüp algılayabiliyoruz.

Toplumcu gerçekçi yazın anlayışının düşünce yapısını, ilkelerini, yöntemini, tekniğini en iyi biçimde kullandığını görüyoruz Nadir Gezer'in. Başarısının gizi burada bence.

Romanın kurgusu, ayrıntıların örgüsü, dilin varsıllaştırılarak kullanımı v.b. biçimsel olumlulukların yanında bazı ufak tefek olumsuzluklar da görülmektedir. Örneğin 12,19, 22, 35. sayfalarda görülen "ben... beni" gibi sözcüklerin gereksiz yinelenmesi, 29 ve 37. sayfalarda olduğu gibi iki zamanın aynı tümce içinde kullanılmaya çalışılması ve eğlence sahnelerinin, kutlamaların v.b. etkinliklerin benzer biçimde yinelenmesi gibi...

Bildiriyle sanatın atbaşı götürüldüğü bu romanı, ağız tadıyla okuyacakları umuduyla herkese öneriyorum. Mutlaka okunmalı!

Nadir Gezer'i zaman zaman Bursa'daki evinde ziyaret ederek bu romanın yazım sürecini, serüvenini az boz görmüştüm. Uzun süren ve yoğun bir emek sonucunda ortaya çıkardı Aydınlığa Yürüyenleri. Hayranı olduğum o dinamizminin zerre kadar bile azalma-masını diliyor; nice romanlara... Sevgili ağabey, diyorum.



§ Yürek Bağı, Öykü, Kum Yayınları,2005, 110 Sayfa.

§ Aydınlığa Yürüyenler, Roman, Güldikeni  Yay.,1993

 

 
Toplam blog
: 74
: 569
Kayıt tarihi
: 11.03.10
 
 

1954 yılında Kars’ın Arpaçay ilçesine bağlı Bardaklı köyünde doğdu. Türkiye’nin çeşitli yörel..