Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

17 Ocak '20

 
Kategori
Sosyoloji
 

SAHİP OLMAK YA DA OLMAK

SAHİP OLMAK YA DA OLMANIN DEĞİŞEN ANLAMI: GÖSTERİ TOPLUMUNDA GÖSTERİYE DÖNÜŞEN TÜKETİM VE AYLAK SINIFI

“Görünen şey iyidir, iyi olan şey görünür” Debord,

Günümüzde tüketim kavramının anlamı değişmiştir. Tüketim, yalnızca yaşamsal ihtiyaçların giderilmesi için değil bireyin sosyal çevresinde saygınlık elde edebilmesi için de mal ve hizmet satın alması anlamını taşımaktadır. Tarihsel süreç içerisinde tüketimin anlamı, başarı, eğlence, özgürlük, prestij, statü, mutluluk, göstermek, kendini kimliklendirmek ve haz gibi kavramları da kapsayacak şekilde genişlemiştir. Yaşam standartlarının yükselmesiyle birlikte daha fazla tüketebilmek, mutluluğun ve gücün göstergesi haline gelmiş, sosyal hayatta toplumsal sınıfın yerini alan hayat tarzı zamanla sosyal kimliğin temeli olarak sahip olmaya endekslenmiştir. Günümüz insanı kim olmak istediği ve kim olduğu ile ilgili duyarlılıklarını merkezde konumlandıran ve kimlik duygusunun gelişimini çevreleyen olgularla şekillendirmektedir. Bu durum ekonomik olduğu kadar gösterge ve sembollerinde içinde olduğu toplumsal, kültürel ve psikolojik bir olgu olarak da tanımlanmaktadır. Jack Ellul’un “Sözün Düşüşü adlı eserinde de belirttiği gibi kalabalıklar içinde psikolojik yalnızlık çeken bireyin bu yalnızlığını azaltmak için sahip olmaya odaklanması ve bu şekilde bireysel görünümün belli bir kişilik ve sınıf kalıbına girebilmesini de şekillendirmesi dikkat çekicidir. Güzellik idealleri, kimlik duygusu, bir sınıfa, bir gruba ait olma, estetik olma, aidiyet bilinci, farklı olma, kabul görme, onaylanma, başarılı olma, üstün olma gibi kavramları bütünleştiren yapısı ile tüketim, bu sahip olma sürecinde kişinin kim olduğunu da tanımlamaktadır. Sahip olmak duygusuyla dolu insanlar, varlıkları ile kendilerini ifade edebilmekte ve bu şeylere sahip oldukları için kendilerine güvenmektedirler. 
Postmodern tüketim kültüründe çağdaş tüketim biçimi ve tüketici tipi bağlamında tüketicinin “Ben kimim” sorusuna cevap arayan ve kendini tanımlama sürecinde bireyin sahip olmak istediği ya da sahip olduğu özellikler hakkında bilgi veren “Ne tükettiği söyle sana kim olduğunu söyleyeyim”, “Tüketiyorsam bir şeyim, tüketmiyorsam hiçbir şeyim” felsefesinin öncülüğünü yapmaktadır. Eric Fromm’un deyimiyle “Bireylerin tükettiğin kadar bir şeysin, yoksa hiçbir şey” yaklaşımının yansıması olarak tüketim, artık geçmişten farklı olarak sembolik anlamlarla anılmakta ve sembolik tüketim tüketimi tanımlayan bir alan olarak anlam bulmaktadır. Bireyler kimliklerini, kim olduklarını, statülerini, hangi gruba ait olduklarını, toplumsal statülerini hep sahip oldukları üzerinden tanımlamakta, kimliklerini tüketim performanslarına bağlı olarak şekillendirmektedirler. Kendini ifade etme ve kendini kimliklendirme düzleminde önemli bir vitrin olarak, bireyin kimliğinin ve kim olduğunun şekillendiricisi olarak tüketim,  bireyin kendini ifade aracı olarak da görülmektedir. Bireyin hayatını şekillendiren, kuşatan ve yarattığı değerlerle yeni anlamlara taşıyan ve bireyin kendini gösterme alanı olarak gösterişçi tüketim, kendini fark ettirme ve ”bende varım” demenin yolu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendini tanımlama vitrinlerinde, fark edilme arzularını tatmin etmek için başvurdukları bir yol olarak gösterişçi tüketim, kendini ifade etme,  kendini başkalarından farklı olarak algılama ve konumlandırma, ancak aynı zamanda toplum tarafından onaylanma ve beğenilme sürecine yeni bir bağlam kazandırmıştır.  Statüyü, gücü, farklılığı, mutluluğu satın almaya, sahip olmaya yani tüketime odaklayan bu bakış açısı; satın almanın, tüketmenin doygunluğunun yer aldığı gösterişçi tüketim dünyasında tüketimin; sahip olmak ve göstermek arzusuna indirgendiği bu süreçte varlığını sürdürmektedir. GuyDebord’un‘Gösteri Toplumu’ tanımlamasından hareketle, bireylerin kendilerini ifade ettikleri ya da kendilerini buldukları özellikle gündelik hayatta bireylerin birbirleri ile her karşılaşma anı bir “gösteri” edasında geçmektedir. GuyDebord’a göre gösteri, metanın toplumsal yaşamı tümüyle işgal etmeyi başardığı andır. Görülebilir olan sadece metayla kurulan ilişki olmakla kalmaz ondan başka bir şey de görülemez: Görülen dünya meta dünyasıdır. Bu bağlamda günümüz dünyasında bireylerin gündelik hayat pratiklerini yaşarken kendilerini ifade etme düzleminde gösteri toplumunun dinamikleri, benliklerini nasıl inşa edeceklerini de şekillendirmektedir. Gösteri toplumunda bireylerin kendilerini ifade ettikleri ve kendilerini bulduklarına dikkat çeken Debord, gösteriyi gerçek toplumun gerçek dışılığının can alıcı noktası olarak tanımlar.  Ona göre Gösteri, toplumsal olarak hakim olan yaşamın mevcut modelidir. Bu modelde bireyin varoluş kimliğini belirleyen benlik de gösteri toplumunda sahip olmak suretiyle şekillenmektedir. Benlik, sistem koşulları ile yoğrulmakta, sistemin sunduğu tüketim pastasını tümüyle yemeye çalışmaktadır. Bireyler tüketebilmek için üretmektedir. Ürün tüketim kültüründe benzer özelliklere sahip olmakta, onun kullananlarda kendi benliklerini sunmak amacıyla bir takdim aracına dönüşmektedir. Bir gruba aidiyet arzusunda olan birey o gruba ait olanı tüketmekte, o gruba ait olana sahip olma peşinde koşmakta ve sahip oldukça da “aynı” olmaktadır. Bireyin benliği böylece tamamıyla gösteri toplumunun, tüketim toplumunun şekillendirdiği bir süreç halini almaktadır. 
Bireyler, kimliklerini, toplumsal statülerini hep sahip oldukları üzerinden tanımlayıp, vitrinlerini ve setlerini performanslarına bu şekilde hazırlamaktadır. Gösteri kendini tartışılmaz ve erişilmez devasa bir olumluluk sunar. Debord, “Görünen şey iyidir, iyi olan şey görünür” der. İlkesel olarak talep ettiği tutum bu edilgen kabulleniştir. Bu görüşü destekleyen Veblen’in sembolik tüketim dediği kavrama göre bireyler çevrelerine gösteriş yapmak için daha farklı ve daha fazla tüketerek tüketimi bir iletişim unsuru olarak kullanırlar. Tüketiciler demografik, sosyo-ekonomik ya da kültürel olarak bağlı bulunduğu grubu temsil etmek için sosyal değerin önemli göstergelerinden biri olan sembolik tüketim davranışında bulunurlar. Satın aldığı ürünlerle belli bir gruba dâhil olan birey, sembol ve imajları sadece tüketen değil aynı zamanda bu mesajları çevresindekilere yansıtan, gösteren konumundadır. Bu düzlemde sembolik tüketim; markaların tüketilmesi ile tüketicilerin hem kendileri hem de başkaları ile iletişim kurdukları bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Nesnelerin iletişim kurmaya yarayan özelliğini vurgulayan ilk teorisyenlerden biri Thorstein Veblen olmuştur. Veblen 19. Yüzyılda ortaya koyduğu “Aylak Sınıf Teorisi” ile çalışmayan ve tüketimi zenginliğin bir göstergesi olarak algılayan sınıfın varlığına dikkat çekmektedir. Aylak sınıf olarak tanımlanan bu sınıf,  malların fonksiyonel özelliklerinin ötesinde statünün, boş zamanın ve gelirin bir göstergesi olarak gösterişçi tüketimi kullanmaktadır. Yani tüketilenler sosyal hiyerarşideki konumu farklılaştırmayı, sosyal üyeliği ve sosyal dışlanmayı sağlayan araçlar olarak görülmektedir. 
Gösteriş, gelir seviyesinin ve bazı ürünleri satın alabilme gücünün işareti olsa da bazı faktörler tarafından etkilenmektedir. Sahip olma ideolojisinin ürettiği ve sunduğu değerlerle bireyin hayatını şekillendirmesi dikkat çekicidir. İnsan kim olduğunu, hangi gruba ve statüye ait olduğunu tüketerek göstermekte ve kendini bu alanlarla tanımlamaktadır. Sıradan üründe bile arzu, güzellik, mutluluk, iyi hayat imgeleri iliştirilerek kimlik duygusu, bir sınıfa, bir gruba ait olma, estetik olma, aidiyet bilinci, farklı olma, kabul görme, onaylama, başarılı olma, üstün olma, gibi gösteriye dönüştürülen tüketim dünyasında kendini ifade etmek isteyen bireyler, bunu tükettikleriyle gerçekleştirmektedirler.  Günümüzde birçok bilim dalı için önemli olan tüketim ve tüketme olgusunun önemi gün geçtikçe toplumsal ve kültürel değerlerle yeniden yapılandırılmaktadır. Bireylerin nesnelerle kurduğu ilişkiye bakıldığında, nesnelerin kullanım değerleri ile fayda yaratma özelliğinin ötesinde daha karmaşık bir yapının olduğu görülmektedir. Artık ürünlerin fonksiyonel özelliklerine göre tüketilmesinden çok sembolik özelliklerine doğru bir kaymanın olduğu gözlenmektedir. İnsanların kim oldukları ve kim olmak istedikleriyle ilgili duyarlılıklarını korumalarını sağlayan yöntemleri etkileyen tüketim, kimlik duygusunun gelişimini çevreleyen olgularla iç içe geçmiş durumdadır. Bu nedenle tüketim, ekonomik olduğu kadar, aynı zamanda toplumsal, psikolojik ve kültürel bir olgu olarak değerlendirilmektedir. Bu anlamda işaret, gösterge ve sembollerin oluşturduğu sembolik tüketimde; ihtiyaçlar yerine arzuların ön planda olduğu, diğer bir ifadeyle imajların söz konusu olduğu bir düzlemin varlığı dikkat çekmektedir. Artık tüketim gösteri toplumunda bir gösteriye dönüşmekte ve sahip olmanın anlamını bu gösteri şekillendirmektedir.
 
 
Toplam blog
: 4
: 87
Kayıt tarihi
: 24.10.19
 
 

Prof.Dr. Hanife GÜZ Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İletişim Fakültesi ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara