- Kategori
- Ben Bildiriyorum
Şair Bekir Sıtkı Erdoğan vefat etti

“Halkın her kesimine ulaşabilmek için değişik şiirler yazıyorum. Örneğin, gazel konusunda; hem meyhanede hem de camide, genç ve yaşlı çeşitli toplum kesimlerinin okuduğu şiirlerim vardır. Kısaca, halkımın her bölümüne şiirimi götürüyorum. Halkın benden istemesini beklemeden halka gidiyorum.”
Bekir Sıtkı ERDOĞAN
(1926–2014)
Cumhuriyet dönemi şiirimizin yaşayan değerlerinden Bekir Sıtkı Erdoğan'ı kaybettik. “Hancı” ve “Kışlada Bahar” adını taşıyan şiirleriyle tanınan Bekir Sıtkı Erdoğan bugün (24.08.2014 Pazar) aramızdan ayrıldı.
Haydarpaşa GATA Hastanesi’nde dört gündür komada olan Bekir Sıtkı Erdoğan, 24 Ağustos 2014 Pazar günü saat 18.00 civarında hayata gözlerini yumdu.
Bekir Sıtkı Erdoğan, 1926 yılında Karaman’da doğdu. Kuleli Askerî Lisesi ve Kara Harp Okulu mezunu idi. Kıta subaylığı yaptı. Bu arada Ankara Üniversitesi, Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ni bitirdi. Heybeliada Deniz Lisesi, İstanbul Alman Lisesi ve Marmara Koleji’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Aruz, hece ve serbest vezinle şiirler yazdı. Şiirlerinden bazıları bestelendi. Rubai türündeki şiirleri başta Hisar, Türk Edebiyatı, Yüzakı ve Kubbealtı Akademi Mecmuası gibi birçok dergide yayımlandı.
Başta Eskader olmak üzere birçok kurum ve kuruluştan aldığı ödülleri var. Hakkında saygı toplantıları yapıldı. ‘Dostlar Başına’ ve ‘Bir Yağmur Başladı’ adlı yapıtları bulunmaktadır.
***
Bekir Sıtkı ERDOĞAN’LA SÖYLEŞİ (ARŞİV, 08.01.2007)
Bekir Sıtkı ERDOĞAN ile Özlem-Mehmet AĞIRGAN'ın yaptıkları, benim de hazır bulunduğum söyleşiyi okurlarımızla paylaşıyoruz. (OZAN AĞACI Dergisi, Temmuz-Ağustos 2002 tarihli 32. sayısında…)
|
BEKİR SITKI ERDOĞAN’LA Özlem - Mehmet AĞIRGAN
|
|
Edebiyat konusunda üstat Bekir Sıtkı Erdoğan' la bir söyleşi yapmak üzere, yayın kurulumuzdan bir gurup arkadaşla Erenköy' de ki evine gittik. Bekir Sıtkı ve eşi Zeliha Hanım güler yüzle karşılayıp bizleri misafir ettiler. Söyleşimiz beş saat sürdü. Bu zaman diliminde ikramlarda bulunup bizlere çalışma odasını gösterdi, kayıtlar ve çekimler yaptık, şair geçmişte ve bu gün yaptıklarını bize tek tek anlattı. Yeni hazırladığı eserlerini ve çoğu kişinin bilmediği yönlerini örneğin tahta yontularını, hat sanatı ile yazılarını ve resimlerini bizlere gösterdi. Bekir Sıtkı Erdoğan' ı şairliği dışındaki yönleri ile de tanımış olduk.
Söyleşimize sade döşenmiş, ancak çam ağaçları üzerinden güzel bir Erenköy manzarası sergileyen salonda sıcak bir ortamda başladık.
—Üstadım, kısaca özgeçmişinizi alabilir miyiz?
—08 Aralık 1926’da Karaman’da doğdum. Karaman Gazi İlkokulu ve Ortaokulundan sonra II. Dünya savaşı nedeniyle Konya' da bulunan Kuleli Askeri Lisesini bitirdim. Ankara' ya gelerek 1946 da Harp Okulu’na girdim. 1950 yılında Çankırı Piyade sınıf Okulunu tamamladım. Aynı yıl kura ile Erzurum' da göreve başladım. Türk ordusunda uzun yıllar hizmet verdim. 1953–1957 yılları arasında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldum. Edebiyat öğretmeni olarak ilk tayin yerim, İstanbul /Beylerbeyi' n deki Deniz Astsubay okulu oldu. 1963 te Heybeliada Deniz Harp Okulu edebiyat öğretmenliğine tayin oldum. Kıdemli Albay iken 1974 te kendi isteğimle emekli oldum. Ayrıca gerek görevli olduğum yıllarda gerekse emeklilik dönemimde; İstanbul Atatürk Kız Lisesi, Site Koleji, Marmara Koleji, Moran Lisesi ve 12 yıl İstanbul Alman Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptım. Eşim Zeliha Hanımla 1949 da evlendim, Yahya Gündüz ve Sahil isimli iki çocuğum ile Ebru, Tuğba, Alper isimli üç torunum var. “Dostlar Başına” ve “Sabır Sarmaşıkları” isimli iki kitabım yayınlandı.” Gönül kavşağı” isimli bir kitabımla yeni hazırladığım “Divan “ yakında yayınlanacaktır. Şiirlerim kadar sevdiğim hat ve resim çalışmalarıma zevk ve hevesle devam etmekteyim.
—Sayın Hocam, sizce şair kime denir?
—Şair şiiri gören adamdır.
—Şiirin tanımını yapabilir misiniz?
—Şiir aslında bir potansiyel enerjidir. Yani baldır. Nazım petektir. Ama bal peteğe yakışır. Onun için petek yani nazım şiiri gelecek nesillere taşıma güzelliği verir. Bal yapma işi bütün böcekler içinde yalnız arıya verilmiştir. Şairde birikimi ile şiiri üretendir. Yani diğer insanlardan farklıdır. Tekrar ediyorum. Şiir baldır. Şiir vardır. Onu nesre çevirsen de şiir değişmez her zaman için vardır. Şiir sanatçının duygusuyla oluşur, yorumcunun ifadesi ile dinleyiciye ulaşır. Şairlerin şiir anlayışları farklı da olsa, önemli olan ortak nokta hissi mesajdır.
—İlk şiirinizi hatırlıyor musunuz?
—İlk şiirimi ilkokulda yazdım. O yıllarda yerli Malı Haftası yeni başlamıştı. Pek çok şair yerli malı şiirleri yazmışlardı. O şairlerin şiirlerini çok okumuştum. Kim bilir belki anılarda kalanlar olmuştur. Sene 1934–1935 İlkokulun II. Sınıfındayım. Hocamız da İlk öğretmenliğine bizim sınıfta başlamıştı. Hepimiz ona âşık olduk. Yerli malı Haftası dersini anlattı. Anladıklarınızı eve gidince tekrar etmek üzere tahrir (kompozisyon) yazacaksınız dedi. Son akşam ödev yapmak için arkadaşıma gittim. Onlarda radyo vardı. Bu da benim çok hoşuma gidiyordu. Çünkü o yıllarda radyo çok azdı. Arkadaşımla dersi karşılıklı birbirimize anlattık. Yazalım dedik. Herkes kendi anladığını bir köşede kâğıda yazdı. Karşılıklı okuduk. Arkadaşım sen ne yapıyorsun Bekir dedi. Öğretmenimiz kendiniz yazın demişti, sense başka yerden aldığın şiiri ezberleyip bu kâğıda yazmışsın dedi. Ancak benim dayım şairdi. Şiire düşkünlüğüm nedeniyle hafta ile ilgili çok şiir okumuştum. Bu konuda bilgim vardı. Şiirim şöyleydi:
Hiç durmadan tütüyor
Fabrika bacaları
Ardından çıkarıyor
En güzel, en sağlam
Yerli malı.
Şiirde ölçü tam yerleşmişti. 5–6 kıta tam anlamıyla yerli malı kullanmayı anlatıyordu. Arkadaşım sen bunu hocaya verme dedi. Ama ben heyecanlandım ve verdim. Hoca kâğıtları topladı, okudu ve sonra geri dağıttı. Benim kâğıdım çıkmadı. Hocama benim kâğıdım yok değince, dur bakalım seninki şu galiba dedi. Hocamın yanına gittim. Kulaklarımı çekip beni azarladı. Ben ne dedim. Sen ne yaptın, dergiden kopya çektiğin şiiri bana getirdin dedi. Ben yemin ederek kendimin yazdığını söyledimse de o inanmadı. Hem ağlıyor hem yemin ederek kendim yazdım diyordum. Hocam ağladığımı görünce duygulandı. Eski Türkçe birkaç satır yazı yazarak Yeni gelen edebiyat öğretmenine beni gönderdi. Latif bey okulun hatip ve edip hocasıydı. Şiirimi okuyup 4. sınıf öğrencilerine dönerek; bakın arkadaşınız size bir şiir okuyacak dedi. 2. sınıf öğrencisi olarak heyecanla ilk şiirimi 4. sınıf arkadaşlarıma okudum. Çocuklar beni coşku ile alkışladılar. O kuvvet bana çok adımlar attırıp, okul gazetesine pek çok şiirler yazdırdı. Yıllar sonra Latif hocama bunu anlattımsa da hatırlayamadı. Oysa benim için çok önemliydi.
—İlkokul sıralarında başladığınız şiire hiç ara verdiniz mi?
—Babam 5. sınıfta ölünce şiiri boykot ettim. Ortaokulda hiç şiir yazmadım. Çünkü babamın ölümü ile öksüz kalan kardeşlerime bakmak yükümlülüğünü hissettim
—Şiiri boykot sonrası edebiyatın başka dallarında çalışmalar yaptınız mı?
—Ortaokulda Mehmet Ali Gençağ isimli hocamız benim çok iyi kompozisyon yazdığımı bilir, ancak şiir yazdığımı bilmezdi. Ben Edebiyat sevgisini ondan aldım. Çok güzel şiirler okurdu. Faruk Nafiz ve Yahya Kemal gibi şairlerden yorumlar yapardı. Hocamız bir gün kompozisyon konusu olarak hindiyi verdi. Kâğıtları kontrol ettikten sonra herkesin kâğıdını verdiği halde benim kâğıdımı alıkoydu. Ben hindiyi aynen şöyle anlatmıştım.”Boynu bir kol gibi uzanıp, sonuna bir yumruk sıkılmıştır ki, o da koca cüssesine hiç yakışmayan küçücük kafasıdır.” Hocam bu satırların altını kırmızı ile çizmişti. Oğlum bunu nereden aldığını söyleyeceksin dedi. İyi düşün bir okuduğun yazıdan aklında kalmış olmasın dedi. Bende hayır bu benim kendi buluşum dedim. Hocam bu kompozisyonuma not vermedi. Kâğıt bende dursun düşüneceğim dedi. Sonraki kompozisyonlarda bu durumu anlamış olacak ki 10 numara yazarların, 9 numara öğretmenlerin ve 8 numara da senin derdi. Ama sen henüz yazar olmadın sana 9 numara veriyorum derdi. Arkadaşlar o tarihten sonra Edebiyat ödevlerinde evimize gelerek yardım istediler.
—Şiire zaman içinde yeniden döndünüz, bu dönüşünüzü anlatır mısınız?
—Şiire yeniden Kuleli Askeri Lisesinde başladım. O günlerde Lisenin son sınıfında öğrenci iken rahatsızlandım. Doktor yatacaksın dedi. Revirde hiç kitap almadan dinlenmek için yatırıyorlardı. O günlerde dersimiz Cenap Şebabettin idi ve onun “Senin İçin” isimli şiiri verilmişti. Şiir çok hoşuma gitmişti. Kitabı yanıma alamadığım için sadece şiiri alarak defalarca okudum. Şiir şöyleydi;
“Sesin işler gibi bir şuh kanat gamlarıma
Seni dinlerken olur uçan kuşlara eş
Gün batarken sanırım o gölde bir başka güneş
Sarışınlık getirir gözlerin akşamlarıma”
Şiirdeki şu akışa ve dile bakın. Şair o tarihlerde aruz veznini bu günün dili ile yazıyordu. Aruzu bulmak kolay, ancak Türkçe aruzu bulmak çok zordu. Yahya Kemal' in bu konuda denemeleri vardı. Bir süre sonra ateşim düştü yemeğe izin verdiler. Merdiven başında bir ayna vardı. Aynanın sırları silinmişti. Aynada kendimi tuhaf bir şey olarak görünce duygulandım. Dışarıda bir ağacın altına oturdum. Bir bahar günü günlük güneşlikti. O anda aklıma şu mısralar takıldı.
“Seneler saçlarımın üstüne bir toz ekiyor
Feri yok gözlerimin gönlüme bir gam çöküyor
Orada şimdi hazan var camı yaprak döküyor
Ebediyet yoluna doğru yuvarlanmaktayım.”
Şiiri 5–6 kıta yazdım. Ancak şiiri aruz vezni ile yazdığımın farkında değilim. Şiirimi okudukça hoşuma gidiyordu. Burada kulağıma tanıdık gelen bir ifade Feilatün feilatün idi. Burada ortak olan şey Feilatün dü. Birden aruz vezni ile şiir yazdığımı anladım. Askeri Lisedeki edebiyat hocamız Ali Rıza Koralp sinirli bir kişiydi. Ona soramazdım çünkü çok sertti. Arkadaşım Ümit Yaşar Oğuzcan' ı birçok defalar haşlamıştı. O sırada 10. sınıf edebiyat öğretmeni yeni gelmişti. İlk defa okuldan kaçıp başka kışlada olan 10. sınıfa gittim. Okul forması olduğu için girmesi serbestti. Edebiyat öğretmeni Ati Bey teneffüste çay içiyordu ona yaklaştım. Şu şiirime bakar mısınız dedim. Bu şiir kimin dedi. Bende şiiri ben yazdım dedim. Bir şey söyleyeceğim utanacaksın. Ayıp bu şiir aruzla yazılmış sen yazamazsın evladım dedi. Ben de teşekkür ettim. Şiirin aruzla olduğunu duymak için size geldim dedim. Durumu anlattım. O da beni kutladı.
—Şiire dönüşünüzde sizi etkileyen akımlardan söz eder misiniz?
—Kuleli’nin son sınıfında iken Dr. Mehmet Kaplan İstanbul dergisini çıkarıyordu. Kendisine şiirlerimi gönderiyordum Oda bana cevap veriyordu şairane yazıyorsunuz, kafiyeye çok değer veriyorsunuz diyordu. Atatürk Devrimleri ve yenilikler hızla yayılmaktaydı. Birçok yazar ve şair, heceyi, aruzu bir kenara bırak, Halk Edebiyatını, Divan Edebiyatını bir kenara bırak, edebiyat sanatlarını at. Sadece batıdan gelmiş bir serbest nazımı kullan. Tesiri büyük oldu. Orhan Veli ve Garip dönemi doğdu. Orhan Veli İstanbul'u dinliyorum şiiri ile meşhur oldu. Birçok şair serbest vezin denemesine katıldı. Bu dönemde bende serbest nazımda şiirler yazdım. Ancak hece ve aruz veznini hiçbir zaman bir kenara bırakmadım… Halen yazmaktayım.
—Şiirde zaman içinde değişiklik yapmak sizce doğru mudur?
—Şiir de değişebilir. Çünkü şiir maddi değil manevidir. Ruhsal duruma göre değişir. İnsan nasıl olgunlaşıyorsa şiir de aynı şekilde yavaş yavaş olgunlaşır. Şiir üzerinde ufak tefek değişiklikleri hoş görmek lazımdır. Bunu Yahya Kemal gazellerinde, Necip Fazıl şiirlerinde yaptı. Bende Mevlâ’ya Mevlâ’ya şiirimde yeniden düzenleme yaptım. Camilerde ilahi olarak okunan bu şiirimin içinde geçen “Urum” kelimesi nedeniyle o kıta okunmuyormuş. Hâlbuki aruzun ahengi ile musikinin birleştiği bu kıtanın da ilahide okunmasını istiyordum. Bunun için düşündüm taşındım. Şiirde:
“Dolaştım beldeler, boylar,
Urum, Türkmen, Arap köyler…
Pınarlar, Çeşmeler, Çaylar,
Akar Mevlâ’ya Mevlâ’ya…”
Diye yazılı iken kıtanın ikinci mısraını yeniden değiştirerek: “Şehirler, Yaylalar, köyler” diyerek şiirdeki Urum kelimesini kaldırıp ahengin bütünlüğünü tekrar sağladım. Camilerde okunan ilahinin şiirin bütününde okunmasını temin ettim. Şiirdeki değişiklikle bütünün ahengini bozmadan halkın isteğine uymuş oldum. Kafiye(uyak) bazen öyle bir denk gelir ki insanı sarhoş eder. Kafiye uğruna yapılmayacak hata yoktur.
—Kışlada Bahar, Hancı ve Marya adlı şiirleriniz edebiyatımızın “Anıt Şiirleri” arasındadır. Bu şiirlerinizin yazılış öykülerinden söz edebilir misiniz?
—Kuleli Askeri Lisesini bitirince kendi isteğimle piyade sınıfına seçildim. O dönemde uzun süreli kamplarda eğitim görüyorduk. Bizi Samsun' a verdiler. Kampta koğuşlar düzenlenirken bir öğrenci ve bir nefer olarak tanzim edildi. Bu düzenleme ilerde subay sınıfında görev aldığımızda erler hakkında daha geniş bilgiye sahip olmak için yapılıyordu. Er- subay adayı birebir birlikte askerlik yapıyorduk. Askerin psikolojisini ve hayatını bilelim istiyorlardı. Bu beraberlikte onların memleketlerine gönderdikleri mektupları dahi biz yazıyorduk. Yazdırdıkları mektupların sonuna bir mani düşürürlerdi. Genellikle bu maniler köylerinden ezberledikleriydi. Onları yaza yaza kafamda biter-bitmez, olur - olmaz, Çatar -çatmaz, tüter tütmez vs. ifadeleri kafamda Kışlada Bahar şiirini oluşturdu. Çünkü mektuplarda askerler Tezkereyi alır almaz ordayım diyorlardı. Onların sözlerinde umut yoktu. Ancak ben şiirimde umudu işledim. “İbibikler öter ötmez ordayım” ifadesinde bahar anlatılmakta, “Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım” ifadesinde de köyde olacak olayları anlatmaktayım. Yani onun yaşayacağı olayların arkasında ben varım. Sevindirici şeyler anlatmaktayım. “Tüfekleri çatar çatmaz” yani istirahat anlarında “Daha güneş batar batmaz” derken hayal kurma saatlerinde, “Yatağıma yatar yatmaz ordayım” mısralarına ise rüya saatlerinde oradayım demektedir. Şiir Samsun' da 1948 yılının Mart ayında başladı. Zaten Ağustos ayında subay çıktık ve şiir tamamlandı.
Hancı şiirinin esas adı “ Bin Birinci Gece”dir. Hancı adını halk koymuştur. Ben bu şiiri bin bir gece masallarını düşünerek oluşturdum ve” Bin ikinci Gece” ile de tamamladım. Şairler bir birini etkiler ve etkilenmelidir de. Şair diğer bir şairden ateş alır gibi etkilenmelidir. Yani onun etkisiyle yola çıkıp sonrasını kendi getirmelidir. Annem Niğde' li babam Karaman' lı olduğu için Ulukışla yolundan çok geçtim. Ben Ulukışla yolunda giderken Faruk Nafiz Çamlıbel' in “Han Duvarları” şiirini hep düşünmüşümdür. En azından bende böyle güzel bir şiir yazayım demişimdir. Burada dikkat edilecek bir husus Faruk Nafiz Çamlıbel hanları yazmıştır. Ben ise şiirimde yolcuyu yazdım.
Marya şiirine gelince: Batıya bir sesleniştir. Marya ismi Ayşe' ye veya Fatma' ya benzer sıradan herkesin tanıyacağı bir isimdir. Erzurum' dan beni İzmir' e komando kursuna gönderdiler. Evliyim ve bir yaşında çocuğum var, hatta kardeşim yanımda okuyor. Bir şairin komando ile ne ilişkisi olabilir? Ama hayat bu. Komando kampını bir Fransız yüzbaşı yönetiyordu. Gündüzleri eğitim, geceleri ise İzmir' de coşkulu bir eğlence hayatı içindeydik. Komandoluk yarın öleceğini bilerek, bu geceden delicesine eğlenmek olarak yorumlanıyordu. Bize verilen mesaj iyice eğlen sabah ölüm var deniliyordu. II. Dünya Savaşı' nın tüm acılarını çektik. Kaybolmuş bir romantizm vardı. Acılar içinde o savaş ruhlarımıza öğle bir etki yaptı ki kampta olduğumuz o tarih 1953 tü. Yani Marya kamptaki acımasız ortamın içinde yazıldı. Ayrıca Marya şiirine aruz vezninin kalıpları yerleştirilmiştir. Örneğin “Kor tenli kızıl saçlı kanarya” mısraında Feilatün Feilatün Feilün kalıbı, yine “İnan ki sevgili Marya inan ki sen gideli” mısraında ise Mefailün Feilatün Mefailün Feilün kalıbı işlenmiştir. Serbest vezinle yazılan ve değişik kalıplar değişik sesler kullanıldı ama şiirde hep ahenk vardır. Koşmada veya gazeldeki gibi; Arya, Marya, Skalarya vs. Marya şiiri “Bizim yokluğumuzdan ne çıkar, aşkımız var ya” diyerek umutlu bir sonla biter.
—Edebiyatımızın birçok dalında hizmet veren yazarlar başarılarında (Örneğin: Attila İlhan) özellikle şairlik yönlerinin etkili olduğuna inanıyor musunuz?
—Attila İlhan iyi bir şairdir. Onun Edebiyatın şiirden başka yönlerinde eserler vermesine hep üzülürüm. Sadece şiire ağırlık verseydi çok daha güzel olurdu. Bu nedenle ancak birkaç şiiri meşhur oldu. Bazı şairler edebiyatın şiir dışında ki diğer dallarında da meşhur olurlarken şairliklerine yazık etmişlerdir. Bakın Yahya Kemal bunu yapmadı. Şiirin dışında uğraşmadı. Yapamaz mıydı? Ama sırf şiire verdi kendini. Tanzimatçılar ve Servet-i Fünuncular her dalda eser vermişlerdir. Bu bize batıdan geçmiştir. Batıdan yeni görmüşler aman bize de geçirelim demişlerdir. Cumhuriyet döneminde her dalda eser vermeğe gerek yoktur. İyi şairse şiir, romancı ise roman dalında eser verseler olur. Sanatçı her dalda yazdığında gücünü gösteremez.
—Edebiyat türleri konusunda neler söylemek istersiniz?
—Edebiyat bir bütündür. Halk edebiyatı, Milli edebiyat veya Servet-i Fünuncunun edebiyatı diye ayırım sadece o günlerin daha iyi anlaşılabilmesi için bölümlere ayrılmasıdır. Bakınız Servet-i Fünun edebiyatı dönemi 6 yıl sürmüştür. Rejim ve eğitim halk edebiyatı ile diğer edebiyat türlerini bir araya getirmiştir. Bu gün için Van' da doğup büyüyen çocuklar dahi İstanbul ağzı ile konuşabilmektedir. Ağızlar bile değişti. Onun için halk edebiyatı, okumuş edebiyatı diye bir ayırım yoktur. Konu itibariyle hamasi şiir, lirik şiir diyebilirsin. Ancak yine de tekrar ediyorum Edebiyat bir bütündür.
—Edebiyat yönünden çağdaşlığı yorumlar mısınız?
—Aktüel(güncel) konulara hâkim olan kişi çağdaştır. Güncel çağdaş demek değildir. “Buğday”ı ele alalım. Âdem babamız zamanından günümüze kadar gelen bu maddeye çağdışı diyebilir miyiz? Hayır, o bir kültürün yansımasıdır. Ancak ben eski çağların kültürünü çağdaşlık olarak kastederken, dilini kabul etmiyorum. Dil yabancılığını yani eski edebiyat derken, eski dili kabul etmiyorum. Kültür bir soluktur. Dil ise farklıdır. Bence yaşayan ve bu gün için anlaşılan dil çağdaştır. Çağdaşlık birkaç yıla veya yıllara sığdırılamaz. Çağdaş şairler o çağı yaşamış şairlerdir. İçinde bulunduğu çağı yaşayan şair çağdaştır. Şair eski çağları da okuyarak, inceleyerek onu hazmeden ve aldıklarını da bize verendir. Yani çağdaş şair birçok kültüre sahip olan bütün bir adamdır.
—Soyut kavramını yorumlar mısınız?
—Bir sözü derinlere götürmek için ara sıra böyle kavramlar modüle (parça) edilerek şiir yazıyorsanız o şiire güzellik katar, tatlı olur. Ama bütün bir şiiri anlaşılmaz hale getiriyorsanız o sizin tercihinizdir. Bana Picasso’nun resimlerini satmak isteseler ben ucuz ise alırım. Duvara asmak için değil. Çünkü onları ilerde para kazanmak üzere satın alırım. Defolu pul gibi. Benim algım bu, yanlış deyin, hatalı deyin, ne derseniz değin. Soyut resim yapan bir ressama, bu resimde ne anlatmak istiyorsunuz diye sorduğunuzda ben bilemem yorum sizin deyip çıkıyor. Benim anlayışımda sanat zevktir. Resim hoşuma gidiyorsa duvara asarım.
—Şiirleri yazılım biçimlerine göre nasıl sınıflarsınız?
—Bana göre şiir üç sınıftan oluşur. 1-Lirizmini ahenginden alan şiirler. 2-Lirizmini manasından alan şiirler. 3- Lirizmini değim ve deyişlerden yani halk kültüründen alan şiirler.
—Şiir, felsefeyi hangi boyutlarda kullanmıştır? Örnek verebilir misiniz?
—Bu konuda en güzel örneği Yunus Emre vermektedir. Şiirinde kullandığı “garip” kelimesini yabancı bir dile nasıl aktarabilirsiniz. İşte bu bir kültür meselesidir. Yalnız adam, hasta adam, düşkün adam ve yabani adam anlamındadır. Garip ifadesi yukarıda kullanılan değimlerin komple bir ifadesidir. Zaten “garip” kelimesi yabancı, batılı anlamında kullanılmıştır. Çünkü batıdan aforoz edilen kişiler Türkler' e sığındığında giysi ve yiyeceklere alışamadıkları için düşkün ve zavallı bir duruma düşmüşlerdir. Bu nedenle Türk halkı onlara garip yakıştırmasını kullanmıştır. Örneğin: Garip gibi adam, garptan yani batıdan gelmiş adam vs. İkinci bir örnek olarak; Rabindranath Tagore' ın şiirleri Hint dilinden İngilizce' ye çevrilmiş, İngilizceden de Türkçe' ye çevrildiği halde kendi felsefesinden ve lirizminden hiçbir şey kaybetmemiştir. Çünkü mana zenginliği ve güzelliği vardır.
—Sayın üstadım, (son olarak ) şiirin halka mal olması ne demektir?
—Halkın her kesimine ulaşabilmek için değişik şiirler yazıyorum. Örneğin, gazel konusunda; hem meyhanede hem de camide, genç ve yaşlı çeşitli toplum kesimlerinin okuduğu şiirlerim vardır. Kısaca, halkımın her bölümüne şiirimi götürüyorum. Halkın benden istemesini beklemeden halka gidiyorum.
—
Teşekkür eder, esenlikler dilerim.*
CUMHURİYETİN 50. YIL MARŞI
Müjdeler var yurdumun toprağına taşına.
Erdi Cumhuriyetim elli şeref yaşına.
Bu rüzgârla şahlanmış dalga dalga bayrağım.
Başka bir tuğ yaraşmaz Türk'ün özgür başına.
Cumhuriyet, özgürlük, insanca varlık yolu.
Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu.
Yıllan bir çığ gibi aşarak hafta hafta
Koşuyoruz durmadan kadın - erkek bir safta...
Elimizde meşale, ilke Atatürk,
Işıklarla donattık ülkeyi her tarafta...
Cumhuriyet, özgürlük, insanca varlık yolu,
Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu.
Aynı kandan feyz alır bunca toprak, bunca taş.
Kılıç tutan bilekler, verdi sabanla savaş.
Tekniğin dev nabzında her adım, her dakika,
Çarklarda aynı tempo, yüreklerde aynı marş.
Cumhuriyet, özgürlük, insanca varlık yolu,
Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu.
Biz yürekten bağlıyız elli yıldır bu yola.
"Yurtta barış" ilk hedef. "Cihanda sulh" parola.
Koparamaz hiçbir güç bizi millî birlikten,
Ata'mızın izinde koşuyoruz kol kola...
Cumhuriyet, özgürlük, insanca varlık yolu,
Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu.
Yaşasın hür ulusum, soylu gencim, benliğim,
Yaşasın şanlı ordum, sarsılmaz güvenliğim.
Ersin elli yıllarım nice mutlu çağlara.
Örnek olsun cihana devletim, düzenliğim.
Cumhuriyet, özgürlük, insanca varlık yolu,
Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu.
Bekir Sıtkı ERDOĞAN
*
HANCI
Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı!
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş...
Aman karanlığı görmesin gözüm,
Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş.
Sıla burcu burcu ille ocağım...
Çoluk çocuk hasretinde kucağım
Sana her şeyimi anlatacağım,
Otur başucuma sor yavaş yavaş.
Güç bela bir bilet aldım gişeden,
Yolculuk başladı Haydarpaşa'dan.
Hancı, ne olur, elindeki şişeden
Bir kaç yudum daha ver yavaş yavaş.
Ben o gece hem ağladım hem içtim,
İki gün diyardan diyara uçtum
Kayseri yolundan Niğde'yi geçtim,
Uzaktan göründü Bor yavaş yavaş.
Garibim, her taraf bana yabancı,
Dertliyim çekinme, doldur be hancı!
İlk önce kımıldar hafif bir sancı,
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş.
Bende bir resmi var yarısı yırtık,
On yıldır evimin kapısı örtük...
Garip birde sarhoş oldu mu artık
Bütün sırlarını der yavaş yavaş.
İşte hancı! ben her zaman böyleyim,
Öteyi ne sen sor ne ben söyleyim?
Kaldır artık, boş kadehi neyleyim?
Şu benim hesabı gör yavaş yavaş.
Bekir Sıtkı ERDOĞAN
*
KIŞLADA BAHAR
Kara gözlüm, efkârlanma gül gayrı!
İbibikler, öter ötmez ordayım.
Mektubunda diyorsun ki: ‘Gel Gayrı!’
Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.
Ah çekerim resmine her bakışta!
Bir mahzunluk var o boyun büküşte.
Emin ol ki, her sigara yakışta,
Sanki, duman tüter tütmez ordayım.
Mor dağlara, karargâhlar kurulur;
Eteğinde bölük bölük durulur…
On dakika istirahat verilir;
Tüfekleri çatar çatmaz ordayım.
Dağlar taşlar bu hasretlik derdinde;
Sabır, sebat etmez gönül yurdunda!
Akşam olur, tepelerin ardında,
Daha güneş batar batmaz ordayım.
Aramıza dağlar girmiş koskoca!
Meraklanma, gönlüm dağlardan yüce…
Bir gün değil, beş gün değil, her gece,
Yatağıma yatar yatmaz ordayım!
Bahar geldi; koyun, kuzu koklaştı,
İki aşık, senelerdir bekleşti…
Kara gözlüm, düğün dernek yaklaştı;
Vatan borcu biter bitmez ordayım.
Bekir Sıtkı ERDOĞAN
*
NOT: Aşağıda slayt durumunda fotoğrafları görebilirsiniz.