- Kategori
- Siyaset
Sami Selçuk: "Şu anda kimse bana yargı bağımsızdır dedirtemez"

HUKUK, SİYASET ADINA KULLANILMAMALI..!
İlginçtir, artık televizyonlarda da işin aslını bilenlere yer verilmez oldu. Türkiye bir haftadır Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın 'siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyiz' sözlerini tartışıyor. Fakat, bu sözlerin yankıları sürerken, Yargıtay eski Başkanı Prof. Dr.Sami Selçuk'un gündeme oturması gereken hukuk tartışmaları hakkındaki konuşmaları, belirli birkaç gazeteden başka medyada yer bulamıyor!..
Yargıtay eski Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Akşam, THA'ya verdiği demeçte, en çok vurguladığı unsur 'hukukun kişisel ideolojilerden ayrılmasının zorunlu olduğudur' dedi. Belli ki son yılların en çok tartışmalı hukuk olaylarında ideolojik prizmalardan bakıldığını düşünüyor.
Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın 'Siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğiz' şeklindeki sözlerini değerlendiren Selçuk:
- "Elbette verilemez. Ama şu anda yargının bağımsız olduğunu kimse bana söyletemez. Eğer bir ülkede HSYK'nın başında Adalet Bakanı var ve oy kullanıyorsa; onun atadığı müsteşar var ve oy kullanıyorsa, o ülkede Yargıtay üyeliği için 160 kişi de bir çırpıda seçilir.(!). Şimdi soruyorum:
Yargıtay üye adayı yaklaşık beş bin kişinin sicil dosyalarını ne zaman incelediniz? Bu bir iki ayda olabilir mi? Gülerler adama!
1990'da da 55 kişi seçilmişti, ben ağır eleştirilerde bulunmuştum. Hem de dönemin Adalet Bakanı'nın önünde. Bu sonuncusu ona taş çıkarttı. Seçilenlerin de kişiliklerini yaraladı. Dosyaların tam incelendiğini sanmıyorum. Böyle bir yargıdan siz bağımsızlık bekleyemezsiniz, boş laflar bunlar...
Yargıtay ve Danıştay'da akılalmaz biçimde blok oy kullanılıyor ve blok oyu kimin yönlendirdiğiyle ilgili bir sürü dedikodu dolaşıyor.
TV'lerde 'Eskiden de böyleydi' diyenler açıkça ve utanmazca yalan söylüyorlar. Ben 30 yıl Yargıtay'da bulundum. Böyle bir blok oy süreci asla yaşanmamıştır. Bugün Yargıtay'ın tek bir kaygısı var: iş bitirmek.
Yargıtayların böyle bir kaygısı olamaz. Yargıtay kararları iyi denetlemekle, güzel gerekçeler doğrultusunda hukuku yönlendirmekle yükümlüdür. Yeryüzünde bütün Yargıtaylara gelen dava sayısını alt alta toplayın, Türk Yargıtay'ına gelen dava toplamına ulaşamaz.
Bu, kurumun hasta olduğunun kanıtıdır. Başka kanıta gerek yok. Şu anda duruşma kavramını ortadan kaldıran, işlevsiz kılan Yargıtay'dır. Onun için Yargıtay'ı da yeni baştan kurmak gerekiyor, elbette kafaları da değiştirerek."
Duruşma kavramını ortadan kaldırmakla ne kasteddiğini de anlatan Prof. Dr. Selçuk:
- "Yargıtay olarak her konuda ilk mahkemenin yerine geçip karar verirseniz, temyiz kavramının ne olduğunu bilmiyorsunuz demektir.
Ayrıca böylelikle duruşma kavramını işlevsizleştirirsiniz. Asya ve Afrika da dahil hiçbir ülkede dava sürerken duruşma yargıcı değişmez, gülerler adama.
Ve hiçbir ülkede Yargıtay yüz yüze gelmediği, görmediği kanıtları değerlendiremez.
Üstelik gizli oturumlarda sübut konusunda değerlendirmeler yapılıyor. Bu durum, tümelci ülkelerde bile yaşanmamış bir skandaldır.
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'nun 31 yargıcı oybirliğiyle Şubat 1997 tarihinde Türk Yargıtay'ını yüz yüze gelmediği kanıtları değerlendirdiği için eleştirdi, hem de kınayarak. 'Sen duruşma yapmadın, nasıl bunu değerlendirdin?' diye.
Bizde değerlendiriyor. Bu nedenle herkes 'Nasıl olsa son sözü Yargıtay söyleyecek' diye oraya başvuruyor. Elbette dava sayısı da artıyor. Böyle bir ülke yok yeryüzünde. Birisi karşıma çıksın, tersini kanıtlasın. Tersini söyleyenlere meydan okuyorum."
Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın çıkışı yargı dünyasındaki rahatsızlığı mı dile getirmek içindi sizce? sorusuna ise:
- "Ben kişiler üzerinde konuşmak istemem. Onu kendisine sorun. Gerçek şu ki, bütün yargı rahatsız. Açık söyleyeyim: Herkes kendisini gözden geçirsin. Bu yargı bizim, yerine ikinci bir yargı koyamazsınız."
Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın çıkışına ilişkin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ 'Hükümetin yargıyı kuşattığına dair en ufak bir emare gösteremezsiniz. Ama yargının verdiği kararlarda yürütmenin alanını daralttığını herkes görüyor', sözleri konusunda:
- "Boş sözlerle zaman yitirmem. Hükümet üyesi bir hukukçu olacaksınız ve arkasından 'Bizi sınırlıyor' diyeceksiniz. Sınırlayacak tabi, onun için var zaten yargı. Bu sınırlamada takdir yetkisini yanlış kullanabilir, o ayrı. Ama sınırlamadan yakınamazsınız. Çünkü yargının varlık nedeni bu. Sen başına buyruk davranmak için orada değilsin ki!"
Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın bir konuşmasının ardından da 'Herkes işine baksın' yanıtını verdiler:
- "Ben yurttaşım. Senin bütün hareketlerini denetleme yetkim ve eleştirme ve görüş bildirme hakkım var. Kimse bana 'Kendi işine bak, konuşamazsın' diyemez. Elbette ki ülke sorunları hakkında herkes görüşünü söyleyecek, ben de söyleyeceğim. Siz de söyleyeceksiniz. Bundan sevinç duymak gerekirken neden gocunuyorsunuz? Demokrasi kültürünün yetersizliği bu.
Siz insanları yönetmek gibi büyük bir iddia ile ortaya atılacaksınız, konuşma tekelini de kendinize saklayacaksınız. Üstelik sizin bana yasak getirip, beni terbiye etmek gibi bir hakkınız yok ki! Ben size 'Ülkeme iyi şeyler yapın' diye oy verdim, o kadar, onu, bunu beni azarlayasınız diye değil. Kim olursa olsun, hiçbir siyasetçi yurttaşıyla bu biçimde konuşamaz. Konuştuğu zaman da cevabını alır. Saçma sapan laflar bunlar ve de çok gülünç."
Hakimler takdir yetkisini kötüye kullanıyorlar mı?, sorusuna da:
- "Yargı yetkisi güç gösterisine araç kılınamaz. Yetkiler, insanların şerefleri, haysiyetleri incitilmeden kullanılır. Tutuklamaların cezaya dönüşmemesi çok önemli. şu anda ülkemizde artık tutuklama önlem olmaktan çıkmış, cezaya dönüşmüştür. Zorunlu olmayan tutuklamanın cezaya dönüşmesine asla izin verilmemeli."
Tartışmalarla kabul edilen 4+4+4 düzenlemesi hakkında ise, Prof.Dr. Sami Selçuk şunları söyledi:
- "Laik devlette zorunlu din dersi olmaz. Okul bilim yapmak için açılır. Din dersleri, kanımca ilahiyatçıların denetiminde olarak, mensup olunan dini topluluklara bırakılmalıdır.
Din dersleri zorunlu olmamalı, laiklik bunu gerektirir. Ayrıca, devlet din okulları açmaz; çünkü din ve dini yönlendirmek devletin işi değildir.
Bir dinsel topluluk din okulu açmak isterse onun hukuki koşulları belirtilir ve ona göre din okulu açılır. Devlet bunu kolaylaştırır, zorlaştırmaz. Ayrı dinler ve mezhepler de var ve onların da kendi okullarını kurmasına da karşı çıkamazsınız.
Laik devlet budur. Çünkü din karşısında siz eşit uzaklıktasınız ve yansızsınız. Türkiye devletine baktığımızda dine yön vermeye çalıştığı için laikçi; Diyanet İşleri Başkanlığı'nı devlet bünyesi içine aldığı ve bir bakana bağladığı için teokratik bir devlettir.
Türkiye'de tarih kitapları 'Şeriye ve Evkaf Vekaleti'ni kaldırarak laikliğe adım attı' diye yazılıyor. Hayır, kaldırılmadı. Adları değiştirildi. Şeriye Vekaleti'nin yerine Diyanet İşleri Başkanlığı geldi, Evkaf Vekaleti'nin yerine de Vakıflar Genel Müdürlüğü geldi. Dikkat ederseniz, bunların her ikisi de bir bakana, siyasetçiye bağlandı. Bu da tıpkı Özel Mahkemeler gibi bir ad, etiket değiştirme; bir aldatmaca! Türkiye devlet örgütlenmesi açısından teokratik bir ülkedir. Hem Şeriye Vekaleti hem de Efkaf Vekaleti var. Osmanlı'dan hiç bir farkı yok!
Siyasetin bilime karışmaması gerek. Devletler bilimle yönetilir. En çok başvurulan bilim de hukuktur. Biz bunu hep bir tarafa bırakıyoruz, hukuku kendi çıkarlarımız için kullanıyoruz. Devletler bilimle yönetilir; siyasi çıkarlarla değil. Anayasalar da bunun için yapılır ve devleti yönetenleri bağlar. Bu Anayasa bugüne uygun bir Anayasa değil. Meşru da değil, kaldırılması da zorunlu. Bunu bu Meclis yapar mı? Hayır, yapamaz, yapmamalı da!
Çünkü bu Meclis Türkiye'nin tamamını temsil etmiyor. Bir kez yüzde on barajı var, 'partim kazanmayacak' diye gönülsüz verilen oylar bence sanıldığından çok yüksek. Bu noktada karanlık bir sayı var, belirsiz. İkinci neden hiç kimse milletvekili değil, yani milletin vekili değil. Sadece genel başkanların temsilcisi! Onun için bu Anayasa'yı da genel başkanlar yapacak ve milletin büyük bir kesimi buna katılmamış olacak..."
Yeni bir Anayasa yapmak için yollara düştüğünü söyleyen bugünün hükümeti, bu konuşmaları bile hazmedemezken, 'Siyasi Partiler Kanunu', 'seçim Kanunu', örgütlenme ve sendikalaşma..vb. gibi, 12 Eylül kanunlarının yürürlükte kalmasını isterken, bu iktidardan, "demokrasi" konusunda ciddi olmaları beklenebilir mi?
Alaettin Morgül / 09.04.2012