Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '08

 
Kategori
Aile
 

Sana "Baba" dediğimde artık çok geçti...

Sana "Baba" dediğimde artık çok geçti...
 

Gittin...

Önce bir melek gibi, bir mucize gibi geldin, ailemi ve beni düzlüğe çıkarttın; ve sonra... Gittin...

Gidişin bile bir mucize gibiydi. Olaylar zincirleme gelişti, sanki bir kelebeğin kanadının çırpış ânı kadar kısa bir sürede, saniyenin kim bilir kaçta biri gibi bir süre içerisinde gidiverdin.

Sana hiç baba demedim; ama biliyordum ki bu hayatta belki de en çok istediğin şey sana "Baba" dememdi. Ama demedim; diyemedim. Öz babam hayattayken nasıl sana baba derdim, nasıl diyebilirdim? Ama... Keşke deseydim!
Çünkü babamdın benim; bir babanın öz kızına yapmayacağı kadar fedakârlık yaptın bana ve bize. Eğer şu an istediğim mesleği yapabiliyorsam -ki evet yapıyorum- bu senin sayende oldu.

Yıllardır üzerine tek bir kıyafet bile almadın, gün geldi aç bile kaldın, dişlerini yaptırmayıp dişsiz gezdiğin bile oldu, hatta emekli olalı yıllar olmuştu ama buna rağmen sırf bizim için, evet sırf bizim için o ülke senin bu ülke benim çalışmaya devam ettin... Sonunda hiç görmediğim, bilmediğim yabancı topraklarda hayata veda ettin...

Sadece bizim için...

* * *
Üniversiteyi kazandığım gün benden bile daha çok sevindin. "Beş yıl; sadece beş yıl istiyorum Allah'tan; şu kızım üniversiteyi bitirsin, öğretmen olduğunu göreyim, yeter bana" demiştin. İşte o beş yıl geçti ve işte öğretmen oldum; ve işte öğretmen olduğumu gördün... Ama gittin...

* * *

Günlerce senden bahsederken "Rahmetli" diyenlere, ve seninle ilgili cümlelerde "geniş zamanın hikâyesi" anlamını veren eklerle "yapardı, derdi, sorardı, ederdi" gibi yüklemler kullanan kişilere lânetler okudum baba. İnanamadım gittiğine çünkü. Sanki her kapı çaldığında senmişsin gibi hissettim hep. Kapıyı açtığımı, elinde poşetlerle ve büyük bavulunla senin geldiğini, "Hocaanım nasılsın?" dediğini hayal ettim her seferinde. Ama gelen hep başkasıydı; sen değildin.

* * *

Evimiz çok soğuk diye başka bir eve taşınacaktık ve benim tatilimi belkiyorduk. Ama sen aniden "Yarın taşınalım, belki sonra bir aksilik çıkar" dedin ve bir günde taşıdın evi. Sonra da bize "Güle güle oturun" dedin defalarca. Annemse kızmıştı sana; "Neden öyle diyorsun, hep birlikte oturacağız ya işte." demişti; ama sana hiç kimse "Güle güle oturalım" dedirtemedi.

* * *

Nasıl bir yürekti sendeki bilmem ki; hayatım boyunca gördüğüm ve bir daha asla göremeyeceğime emin olduğum büyüklükte, ama bir o kadar da hassas ve duyarlı yürek... Beden hacminin büyüklüğüne zıtlık teşkil eden incecik bir ruh... Hiç mi kötü huyu olmaz bir insanın! Hiç mi fesatlık düşünmez!

O tertemiz kalbin yüzünden oldu bu olanlar işte. Ne olurdu sanki bu dünyada kalp krizi diye bir hadise olmasaydı?

Nasıl bir acıdır bu aklım almıyor. Bir yandan, o kalp krizi anında ne hissedebildiğin, ve aklından neler geçtiği geliyor aklıma. Tarih 31 Ocak Perşembe... Direksiyon başında yapayalnız bir adam... Saniyenin bilmem kaçta biri gibi kısa bir süre içerisinde tırın devrilmesi... Sonrasında, hiç tanımadığım iki adamın eve gelip haberi vermesi... Ardından zihnimde anlamlandıramadığım bir kargaşa, bir çatışma, bir allak bullak düşünceler silsilesi... Adını koyamıyorum ki, sonrasını anımsayamıyorum ki!

* * *

Biliyorum duymuştun beni; tabutuna yaklaşıp sana her şey için teşekkür ettim ve "Baba" dedim. Üzerindeki örtüyü açıp son kez bakacaktım sana, ama emin de değildim ki kaldırabilir miydim böyle bir şeyi... Canım kuzenim anlamış olmalı ki engelledi beni... Yine de sana "Baba" diyebildim hep istediğin gibi... Ama farkındaydım, artık her şey için çok geçti!...

<özlem boral="">
 
Toplam blog
: 152
: 1957
Kayıt tarihi
: 19.08.06
 
 

Ortada bir problem görüyorsak bu bizim de problemimizdir. Ve eğer 'birisi'nin bu konuda bir şeyle..