Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ocak '16

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Sanat, sanatçı ve toplum

Sanat, sanatçı ve toplum arasındaki derin ilişkiyi anlamak için öncelikle sanat ve sanatçının anlamını iyi bilmek gerekir. Şimdiye dek sanat üzerine birbirinden farklı birçok tanım yapılmıştır. Kısa cümlelerle tarif etmeye çalışırsak sanat, yaratıcının içinden gelen duyguyu, heyecanı ve hissettiklerini elindeki imkânlarla bir ahenk içerisinde dışa aktarıp ortaya çıkartması, yani göz önüne sermesidir. Sanat, hoşa gideni yaratma, yaratılanı başkalarına beğendirme çabasıdır. İşte bu çaba içerisinde olup da ortaya eser çıkartana “Sanatçı” denir.
 
Sanatçı, tanrının kendisine verdiği yeteneği belli bir disiplin içerisinde kullanarak üretendir.
 
Sanatçı, sıradan insanların duyduğu gibi duymayan, onların gördüğünü onlar gibi görmeyen, düşüncelerini farklı yönde oluşturup, farklı şekilde yorumlayan, sonuçta hissettiklerini kendine göre tasarlayarak eserlerine yansıtıp üretendir. O, yetenek sahibidir, herkes gibi duymaz, herkes gibi görmez. Onun nasıl duyduğu, bestelediği bir eserde, nasıl gördüğü, yaptığı bir resimde, heykelde, ya da çektiği bir fotoğrafta, nasıl hissettiği ise sergilediği bir oyunda anlaşılır.
 
Sanatçı, hiç bitmeyecek bir estetik kaygı içindedir. Eserlerini daima bu kaygı içerisinde oluşturur ve insanlara sunar.
 
Sanat, yeteneğin yanında bir aşktır, bir üretme güdüsüdür. Herkes sanatçı olamaz, yani yeteneği, sanata karşı sevgisi ve kendini disiplin altında tutamayan insan sanatçı olamaz.
 
Sanatçı güzelin, ilgi çekecek olanın, fark yaratanın peşinden koşandır. Bütün bunların yanında sanatçının hayal gücü de farklı çalışır.
 
Sanatçının toplum içindeki yerine bakıldığında çok önemli bir konuma yerleştiği görülür. Belli bir disiplin içinde yetişmiş sanatçı, topluma ışık tutan, yol gösterendir. Ancak sanatçı, sıradan insandan farklılığını; sosyal hayatta ve yaşamının her anında gösterdiği davranışlarla da belli eder. Kırılgandır, alıngandır, mükemmeliyetçiliğinden dolayı her şeyin doğru ve düzgün olmasını ister. Sanatçı protesttir; isyankârdır, toplum menfaatinin tersine gelişen olaylarda her zaman en önde o yer alır. Öte yandan sanatçı vefalıdır; hocasına, ustasına, geçmişte sanata katkıda bulunanlara her zaman vefa duygusu taşır. Bu sebepten sanatçısı bol olan; sanata önem veren, sanatta ileri gitmiş toplumlar, demokrasi bilincinde, kolektif düşünmede, paylaşımcılıkta, sorumluluk yüklenmede yol almış ve gelişmiştir. Çünkü sanata önem ve değer veren toplumların bireylerinin bilinci ve algılaması açık olur.
 
Sanat, aynı zamanda bir mukayese bilimidir. Ressam renkleri, müzik adamı sesleri mukayese ederek eserlerini oluşturur. Piyanonun klavyesini düşünelim! Tuşlar siyah ve beyazdır. İşte sanatçı bir eseri icra ederken aldığı öğreti ve disiplin eşliğinde tuşları renklerine (sesleri ise frekansına) göre mukayese eder ve doğru sesi verir. Bu durum resimde de farklı değildir. Ressam da paletteki değişik renkleri -daha açık veya daha koyu- birbiriyle mukayese ederek kullanır.
 
Sanat, insandaki mukayese gücünü arttırdığı, algılamayı geliştirdiği için sanatla iç içe, ya da sanatla yakından ilgilenen insan; güzeli ve doğruyu daha rahat mukayese edebilir ve seçenekler arasında doğruyu bulmakta zorlanmaz. Lev Tolstoy’un: “ Sanat, düşünebilen, gerçeği görebilen, toplumu anlayabilen insanların işidir” sözü işte tam da bunu vurgulamaktadır.
 
Sanatla ilgilenen insanın ruhsal gelişimi de farklıdır. Kendini güzeli üretmeye adamış; ya da güzel üretilenin peşinden giden insanın ruhsal gelişimi, sanata uzak duran bir insandan çok daha öndedir. Ruhsal olarak kendini geliştiren insan, her zaman estetiksel ve ahlaki değerlere önem verir, yaptığı her işi en doğru yapmak için sürekli çaba gösterir.
 
Sanata gerçek anlamda önem veren bireyler daha hoş görülü ve insancıl olurlar. Şiddet onlar için akıllarının ucundan bile geçmeyecek bir olgudur, her şeyi konuşup anlaşarak halletme yolu onların daima birinci tercihidir.
 
Ancak başta da söylediğim gibi sanatçı, tanrının kendisine verdiği yeteneği belli bir disiplin içerisinde kullanarak üretendir. Bu yönden bakıldığında bugün “Sanatçı” diye ortada dolaşanların hepsine “Sanatçı” demek doğru mudur, ya da ne derece doğrudur?
 
Her insanın en az bir yönde de olsa bazı şeylere yeteneğinin olduğuna hepimiz şahit olmuşuzdur. Pekâlâ, öyleyse her yeteneği olanın ortaya çıkardığı ürüne “Sanat” ya da yeteneğini kullanıp ortaya her iş çıkartana “Sanatçı” diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz, dememeliyiz de… Çünkü böyle yaparsak bu; sanata gönül vermiş, eğitimini almış, onun disiplinine tâbi olmuş gerçek sanatçılara haksızlık olur. İyi de bu durumda sanatçı olanla olmayanın ayrımını nasıl yapacağız? Hâlbuki neredeyse herkes sanatçı olarak anılmak, her fırsatta kendisine sanatçı olarak hitap edilmesini ister. Aslında bu ayrımı yapmak pek zor değil, hatta oldukça basittir. Örneğin eser besteleyen biri ortada yokken, yani yoktan var ettiği, yani ürettiği için sanatçıdır. O, eserini hissettiği duygularla yaratmış; bir disiplin içersinde öğrendiği nota, armoni, nazariyat, prozodi bilgisini de içine katarak topluma sunmuştur. Beğenilip beğenilmemesi toplumun algı seviyesiyle ilgilidir ve tamamen de görecelidir. Sahnede şarkı söyleyen biri ise üreten değil, sanatı icra edendir. O, başkası tarafından üretilen, bestelenen bir eseri seslendirendir. Bu sebepten o kişilere “İcracı, ya da ses sanatçısı” denir ki buradaki; “Ses sanatçısı” kavramı onun eseri seslendirirken kattığı yorum sonucu eseri zenginleştirmesinden dolayı ona bahşedilmiştir. O, tanrının kendisine verdiği güzel sesi kullanarak hissettiği duygular eşliğinde eseri okumuş, hissettiği, içinden geldiği gibi söyleyerek karşısındakine beğendirmiştir. Aynı durum saz üstatları için de geçerlidir. Enstrümanıyla ilgili eğitim ve disiplin almış; o konuda kendisini geliştirmiş sazına hâkim biri, önüne konan notayı sazıyla sese dönüştürürken içindeki sanatçıyı öne çıkartır, yani hissettiklerini parmağıyla, tuşlarla, ya da arşesiyle karşısındakine yansıttığında artık “Saz icracısı” olmaktan çıkmış, “Saz sanatçısı” na dönüşmüştür. Yani öğrendiği ve bildiği tekniği duygularıyla birleştirdiği an artık o da üreten sınıfına girmiştir ve bu durumda ona “Sanatçı” demek yanlış olmayacaktır. Bunu diğer sanat dallarına da taşımak mümkündür. Tüm görsel sanatlarda yaşanan kavram, ya da tanım karmaşası resim sanatında da yaşanır. Ressam olmak ile resim yapmak aynı şey değildir. Gerçek ressam eserlerini kendi iç dünyasına göre hayal ederek içinden geldiği gibi özgün ve özgürce oluşturur. O kendisini istediği, zevk aldığı bir tarz içersine hapsetmiştir. Tarzı onun aynasıdır, kişiliğidir. Her eserinde kendinden, hissettiklerinden bir iz vardır; yine her eserinde tuvalin bir köşesinde muhakkak kendisinden bir parça saklıdır. Oysaki ressam olmayıp resim yapan biri için bunlar çok önemli değildir. Onun için önemli olan; tuvalin renklendirilmesi ve birilerinin çıkıp ona “Ne kadar güzel yapmışsın, eline sağlık!” demesidir. O yaratma kabiliyetine sahip olmadığından genellikle başkasının yaptığı resimleri kopyalar, çünkü onda tarz yaratma kaygısı yoktur, dolayısıyla bu tarz resim yapanlara -kendi eserini üretemediğinden- ressam, yani “Sanatçı” demek doğru değildir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür ve bu durum; heykelde, fotoğrafta, edebiyatta, şiirde ve benzeri dallarda her zaman tartışma konusu olmuş ve her zaman da olmaya devam edecek gibi görülmektedir. Bütün bunlara rağmen olaya toplumsal gözle bakıldığında ne olursa olsun, sanatın hangi dalıyla uğraşırsa uğraşsın, ister profesyonel, ister amatör olsun, sanatla ilgilenen bireyi çok olan toplumun gelişme süreci, sanatla ilgilenen bireyleri az olan topluma göre çok daha hızlıdır. Ancak şunu belirtmekte de fayda vardır ki; toplumun her bireyi sanatsal yeteneklere sahip olamayabilir, olup da ona ayıracak zamanı olmayabilir, ancak iyi bir izleyici, iyi bir dinleyici olmak da kayda değer bir özelliktir.  Zaten bilmemiz gereken bir şey de vardır ki, sanatta yol almış toplumlardaki sanat eleştirmenlerinin pek çoğu, sanatçı olmadıkları hâlde sanatçılara yön vermiş, onlardan kabul görenler yücelmiş, göremeyenler ise tarihin derinliklerinde kaybolup gitmiştir. Sanatçı, topluma önderlik eder, yol gösterip yön verir ama bu arada gözden kaçırılmaması gereken bir unsur daha vardır, o da; toplumdaki yön vereceği bireylerin sanattan anlıyor, gerçek sanatla popüler sanat arasındaki farkı ayırt edebiliyor olmasıdır. Popüler sanatın; eğitmeye, öğretmeye yönelik değil de eğlendirmeye yönelik olduğunu, ortaya çıkartılanların sabun köpüğü gibi kısa zamanda yok olacağını fark eden toplumların her zaman gelişme içinde olacakları kaçınılmaz bir gerçektir. Unutulmaması gereken bir gerçek de şudur: Bir toplumun uygarlık ve refah seviyesi; sanata ve gerçek sanatçıya nasıl baktığıyla, onu nasıl kollayıp koruduğuyla, onu nereye oturttuğuyla orantılıdır. Bunu en iyi anlatan sözlerden birini “Yüksek uygarlığın merdiveni sanattır” diyerek ulu önder Mustafa Kemal Atatürk söylemiştir.  
 
Toplam blog
: 3
: 4005
Kayıt tarihi
: 26.01.16
 
 

Yazar, Müzik Adamı, Fotoğraf Sanatçısı,Ressam ..