Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '10

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Sanat ve delilik

Sanat ve delilik
 

Alıntı


Nette gezintideyken bir doktorun, “Sanat ve Delilik” adı altında bir tez hazırladığını görünce Sanatı’nda, hasbelkader kıyısından, köşesinden bir bulaşmışlık olunca, dayanamadım ve okudum. Yazıda, henüz ispatlanamamış olsa da, sanatın yaratıcıları olan sanatçıların, delilikle kardeş olduğu konusu ders olarak hazırlanmış. Doktoru araştırdığımda, yazıdan yıllar sonra tanınmış bir psikiyatri olduğu sonucuna ulaşmıştım. Eeee, alındık biraz tabi. Sadece alınmak mı, düşündük epeyce de…

Acaba deliliğin safhaları ne kadar iyi sanatçı olduğunuzla mı ölçülüyordu? Ya da neye göre saptanıyordu? Matematiksel bir hesabı mı vardı yoksa? Böyle düşünürken, yahu bu psikiyatriler uzaydan mı geldi? Netice de onlar da insan değiller mi? Onların da onca delinin (?) sorunlarını dinlerken, yürekleri şişmez mi? Ya da onlar kendi sorunlarıyla nasıl baş ederler? Hastalarına destek olmaya çalışırken, etiklik ilkelerine ne derece sadık kalırlar? Gibi bir sürü soru beynimin içinde dans etmeye başladı. O sorular dans ededururken, aklıma, bir kadın doğumcu doktorunun sözleri geldi. Bir gün gittiğim bir doktorun muayenehanesinde uzun müddet bekledikten sonra, tam sıra bana gelmişken ve odaya girecek zaman doktorun telefonla konuşuyor olması nedeniyle, kapının dışında beklemeye başladım. Doktor yüksek sesle telefonda ki şahsa, ne yapalım dostum akşama kadar işimiz… Bakmak… Deyince; halimi bir düşünün! Bir anda ne yapacağımı bilemedim. Duyduğum cümleler karşısında, bir bayan olarak, bu kadar çirkin ve itici bir konuşmanın tanığı olmaktan, kanın beynime sıçradığı, tansiyonumun fırladığı, kulaklarımın uğultusundan yere yığılacakmış gibi olduğum hissine kapılmıştım. Sekreterle bir an göz göze geldiğimi hatırlamama rağmen, muayenehaneden nasıl çıktığımı anımsamıyorum. Yorumu bu konuda sizlere bırakıyorum…

Yine, psikiyatriler takıldı aklıma. Nasıl takılmasın ki! ben de, fizyolojik rahatsızlıklarımın verdiği sıkıntılar neticesinde, (Fibromiyalji) birkaç yıldır değişik psikiyatrilere gidiyorum. Hani dedik ya, kıyıdan köşeden de olsa serde sanatçıyız diye. Yine bu konuyu, benim gibi müzikle uğraşan bayan arkadaşımla konuştuğum da; anlattığı olayı dinleyince, onlarında, psikiyatrik sorunlarının muhtemel bizlerden daha çok olabileceği düşüncesiyle sanatı ve deliliği eşleştiren doktorumuza içten içe gülümsedim. Arkadaşımın anlattığı durum, gerçekten sorularımın tümüne cevap olmuştu. Evet, onlar da insandı. Onlarında eti, kemiği, organları bağırsakları, hisleri, iyi ya da kötü ruhları, zaafları vardı. Yani onlar da neticede insandı. Amman! Yanlış anlaşılmasın. Sözümüz, tüm doktorlara değil elbette. Mesleğinin gereklerini yerine getirmeyen, etiklik kurallarına uymayan, mesleğinde yetkin olmayan ve hangi meslekte olursa olsun; bulunduğu yeri kullananlarla işimiz. Hani; habercilikte bir kural vardır. “Haberin, haber olması için; köpeğin adamı değil, adamın köpeği ısırması gerekir.” Bu örneği, doktor ve hasta ilişkisine uyarlarsak; hastanın doktoru ısırması haber değil doktorun hastasını ısırması haber sayılıyormuş! Bir ruh doktor’unun da, ruh doktoru sayılması için sadece diploma sahibi olması yeterli değil, aynı zamanda da öğrendiği ilimi, etik kurallarına uyarak hastasına yararlı olabilmeye kullanmalıdır. Ya da mesleğini yapamayacak rahatsızlıkları söz konusuysa, bir süre mesleğini, en iyi şekilde yapacak konuma gelene kadar, çalışmasına ara vermelidir diye düşünüyorum. Uzun bir süredir, birçok önemli rahatsızlıklarım olması nedeniyle doktorlarla iç içe bir yaşantım olunca; biz yazarlar da, çevremizden beslendiğimize göre, hiç farkına varmadan, doktorlar da bir süredir benim besin kaynağım oluverdiler. Gittiğim ruh doktorlarından bazıları, hastalıkları benim davet ettiğimi düşünüyorlar. (Doktorların tezi) Kim bilir belki de öyledir.

İyi bir ev sahibi olmam vesilesiyle hastalıkları da misafir ediyor olabilirim. (?) Yalnız; misafirler kalıcı değillerdir. Siz ne kadar iyi bir konuksever olursanız olun, bir süre sonra hep geldikleri gibi giderler. Her ne kadar misafiri sevsem ve iyi bir konuksever olsam da; misafirlerin, benim de hoşuma giden kişilerden, ortak zevklerimizin olduğu, keyifli vakit geçirebildiğim, iyi sohbet edebildiğim, en önemlisi de sevdiğim kişilerden oluşmasını isterim. Bir de zorunluluktan, davetsiz olan misafirlerden konuk ettiklerim olur elbette. Ev sahibi olmanın gerekliliklerini yerine getirebilirim, bununla birlikte bu misafirlerden, keyif almam söz konusu olmadığı gibi, vakit geçmek bilmez, ortak konu bulmakta zorlanırım, kısaca sıkılır, rahatsız olurum. Hayatımı birlikte devam ettirmek zorunda olduğum hastalıklarım da bu sıkıcı, rahatsızlık veren davetsiz misafirler gibidir. Ne zaman gelecekleri belli değildir. Gelirler, sıkarlar, rahatsız ederler. Bunları ağırlamak doğrusu pek zordur. Bunu sadece bu hastalıkları misafir edenler bilirler. Dolayısıyla; bu istenmeyen misafirler, gönülden ağırlanmazlar çünkü sizi rahatsız etmişlerdir. Gönüllü ağırlayamayız ve rahat edemediklerinden gitme vakitlerinin geldiğini anlar ve çekip giderler. Benim doktorların savunduğu teze katıldığım söylenemez. Çünkü rahatsız eden hiçbir misafir keyifle karşılanmaz. Ancak; var olan bir hastalık, kişinin üzülmesi veya sinirlenmesi ile ortaya çıkar ya da daha ağır seyredebilir.

Benim tezim ise; hepsi biri birinden tehlikeli ve önem arz eden, bunca hastalıklara rağmen hala hayatta ve ayakta olan ben, bunları davet ettiğime inanmıyor, aksine; bunlarla mücadele edebilecek kadar güçlü olduğuma inanıyorum. Bunlar davetsiz ve yüzsüz misafirlerden başka bir şey ifade etmiyor benim için. Yalnız bu misafirlerin kapladıkları alan çoğaldıkça, yerim daralıyor ve yerim dar diyorum. Bu kadar da hak sahibi değimliyim canım kendi evimde? Sürekli misafir ağırlamak kolay mı sanıyor sunuz? Güçlüyüz dediysek bu kadar da demedik ya! Yorulduk artık… Duyguların durağanlığı ne demek bir türlü anlayamadım. Durağan adı üstünde hareket etmeyen bir hizada olan demektir. Kapladığı hacmin dışında yok demektir. Sanatçı ruhlu insanlar, daha derinlere inebilen, herkesin göremediğini gören, hissedemediğini hisseden, yerine göre “kral çıplak” diyebilen, başkaldıran, genellemenin, en önemlisi maddenin dışında kalan insanlardır. Sanat ruhlu kişiler ve sanatçılar, şairler, yazarlar; klişeleşmiş düzene baş kaldırdıkları, “ kral çıplak” diyebildikleri, dik durdukları, düşünebilen oldukları, çoğunluğun dışında kaldıkları için, delilikle sanat’ın özdeşleştirildiğini ve araştırma tezi olarak konu seçildiğini düşünüyorum. Çünkü çoğunluk; her zaman haklı olamaz. Bana göre.
 
Toplam blog
: 66
: 452
Kayıt tarihi
: 21.01.09
 
 

Udi, bestekar ve şairim. TRT'de bestelerim bulunmakta olup, bazı eserlerim de TRT ses sanatçıla..