Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Temmuz '09

 
Kategori
Yetenekler
 

Sanatçı unutulmaz

Sanatçı unutulmaz
 

Nazım Hikmet Ran


Sanat doğaya eklenmiş insandır.” -Francis Bacon

Sanatçı, iz bırakan ve bir başkalığı olan donanımlı insan demektir. Bir ulus ne denli sanatla barışık olursa, geleceği de o denli aydınlık olur. Güneş evreni, sanat insan ruhunu aydınlatır. Sanat, uzun soluklu bir süreçtir. Sanatçı özgürdür. Kimseden buyruk almaz. Bu sürece damga vuran sanatçı da elbette uzun yıllar unutulmaz. Yunus Emre, Karacaoğlan, Ömer Hayyam, Namık Kemal ve ötekiler unutuldu mu?...

Sanatçı, diğer insanlara göre üstünlüğü olan kimsedir. Kafasında yeni bir evren kurar. Onu tanımak oldukça güçtür. Sanatçı, kutup yıldızı gibidir. O topluma yol gösterir. Hep iyinin ve güzelin yanında olur. Doğaya ve toplumun insanlarına sevgiyle yaklaşır. İnsan olmak ve insanı sevmek olan hümanizmi öğretir. Sanatçı, uçurumlardan ses ve soluk getirir. O, yüreğinde yuvalanan sevgi güneşini insanlığa götürür. Sanatçılar, Tanrı' nın güzelduyu (estetik) elçileridir.

Ne ki yöneticiler gelip geçicidir. Özgür değil birilerine bağlıdır. Yine onlardan buyruk alırlar. Onlar bugün varsa yarın yoktur. Görevleri bittiğinde bile unutulmaya başlanır. Kimilerini tarihin kaydettiği olabilir. Belli süre sonrasında onlar da unutulurlar. İnsan belleği yöneticilere karşı oldukça zayıftır. Yönetici anımsanmaz.

İşte sanatçıya ilişkin aşağıdaki üç özgün fıkra (anekdot) ya da Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi Günleri, bu gerçeği olanca açıklığı ya da netliğiyle ortaya koymaktadır.

Dünden bugüne sanatçıyı koruyan ya da onun yanında olan yöneticiler olduğunca, ne yazık ki sanatçıyı ezmekten mutlu olanları da olmuştur. Buyurunuz iki özgün fıkrayı okuyalım ve yargıya varalım.

***

'1827 yılında Almanya'nın Brandenburg kentinde Karl adında bir çocuk dünyaya gelir. Babası müzik öğretmeni olan Karl, aile içinde baş gösteren huzursuzluklardan dolayı bir Fransız yetimhanesine gönderilir. Daha sonra gemilerde mico olarak çalışır. Hamburg'tan kalkan bir gemiyle İstanbul'a giderken henüz 12 yaşındadır.

Gemi İstanbul'a geldiğinde denize atlayan Karl, Kız Kulesi'ne yüzerek kaçar. Kendisini kurtaran Kız Kulesi'nin bekçisine gemiye geri dönmek istemediğini söyler. İki ülke arasında küçük bir politik sorun yaşanır. Ama Osmanlı sadrazamı Ali Paşa sorunu çözer ve Karl'ı korumasına alır.

Karl, Mehmet Ali adını alır. Mehmet Ali, Kırım, Bosna ve Karadağ savaşlarından sonra 2. Abdülhamit döneminde paşa ünvanını alır.

Mehmet Ali Paşa, 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması'nda Osmanlı'yı temsil eden üç kisiden biri olur. Almanca, Fransızca, Yunanca, Farsça ve Arapça dillerinde şiirler yazan Mehmet Ali Paşa'nın dört kızı olur .. Paşa'nın Leyla adındaki kızının da bir kızı olur; Celile.

Celile bir erkek çocuk doğurur: Şair Nâzım Hikmet! Görüldüğü gibi Karl'dan Nazım'a uzanan hikâyenin gösterdiği gibi,

Kız Kulesi'nin her zaman hikâyeleri vardır. Eğer Kız Kulesi Karl'ı kurtarmasaydı,Nazım olmayacaktı.

Sunay Akın

***

Koğuş arkadaşlarını okumaya yazmaya yönlendiren Nazım, aynı zamanda cezaevi yönetimine de yardım etmektedir. Cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı'ndan bir müfettiş gelir. Bir kaç gün denetim yaptıktan sonra cezaevi müdürüne :

- Nazım Hikmet buradaymış, çağırın da görelim nasıl biridir? der.

Nazım'ı odaya getirirler. Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş ünlü şairi tepeden tırnağa süzer ve konuşur :

-Demek Nazım Hikmet sizsiniz, der. Nazım'a oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşma sonrası, gidebilirsiniz, der. Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe dönüp sorar.

-Ömer Hayyam adını duydunuz mu?

Müfettiş hemen atılır:

-Kim duymaz Hayyam'ı...

Nazım:

-Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi? diye sorar. Müfettiş şaşırır!

Nazım konuşmasını sürdürür: “Görüyorsunuz sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı'nı ve sizi kimse anımsamayacak.” der ve gider.

Müfettiş yaptığı yanlışı anlar. Nazım'ı geri çağırır ama şair koğuşunun yolunu tutmuştur...

Sahi, o dönemin Adalet Bakanı kimdi?...
***

Devletin Başında

Şairlerden biri, yeni yazdığı bir şiirini padişaha sunmak için huzura kabul edilir. Padişahtan başka orada birinci ve ikinci vezirler de bulunmaktadır. Padişah bir, birinci vezir iki, ikinci vezir de üç kere okunanı hemen ezberlemektedirler.

Şair, şiirini okuduktan sonra, padişah çok beğenir ve şaire şaka yapmak ister, der ki:

- Bu şiiri burada herkes bilir. Yeni diye bizi aldatmaya kalkmak uygun mu?

Şair, kendine güvenle, bu şiiri ilk önce burada okuduğunu belirtir. Padişah, oldukça ağırbaşlı olarak şiiri olduğu gibi okur. Şairin çok şaşırdığını görünce birinci vezire:

- Şairimiz bana inanmıyor gibi şaşırdı, der. Şiiri bir de sen oku da inansın.

Birinci vezir de okuyunca, şairin şaşkınlığı iyice artar!

Padişah, şaşkınlığı daha da arttırmak için, ikinci vezire:

- Demek ki şairimiz, ikimize de inanmak istemiyor. Bir de sen de oku da artık inansın.

İkinci vezir de okuduktan sonra, şair büsbütün şaşırır!

Olanlara bir anlam veremez. Padişah, sonra durumu açıklar ve şaire armağanlar vererek uğurlar.

Şair, bir daha anlar ki, devletin başında gerçekten seçilmiş büyükler vardır!

Muhsin DURUCAN

 
Toplam blog
: 782
: 1295
Kayıt tarihi
: 18.08.08
 
 

Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu'nu, İzmir Buca Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü, İstanbul Çapa M..