Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

14 Ekim '16

 
Kategori
Kitap
 

Sapiens

Sapiens
 

Sapiens kitap kapağı


Kadının Adı YokYeni Hayat ve şimdi de Sapiens. Henüz çok okundukları zamanlarda okuduğum çoksatarlar. Başka çoksatarlar da okudum doğaldır ki, ama onları elime aldığımda mevsimleri nispeten geçmişti. Bir çoksatarı çok sattığı ânda okumanın hoş bir duygu olmadığını Sapiens’le anladım. Diğer ikisini okuduğumda ya çocuktum, ya da üniversiteli, kendimi başka şeyler düşünerek çok özel sayıyordum. Yine de “sürünün parçası olmak” duyguma yenik düşmedim ve Sapiens’i okumaktan çok zevk aldım.

    Kitap 2011’de İbranice yayımlanıyor. Bir İsrailli arkadaş, İngilizcesi çıkınca bir başka arkadaşımıza armağan edince ben de kitaptan haberdâr oldum ama o sıralar çok da ilgilenmedim. Geçen yıl sınıfımda çocuklara İngilizce kitap okuyup okumadıklarını sorduğumda biri Sapiens’i okuduğunu söyleyince içimde ilk ilgi filizleri belirdi. Derken arkadaşım Rik, Sapiens’i okumaya başladı.

    Şimdi Rik ilginçtir bazı açılardan. Hemen her konuda ortalamanın üstündedir: yakışıklı sayılır, maaşı iyidir, iyi bir okuldan mezûn olmuştur, çok tutucu değildir. Öte yandan babaların çocuk arabası gezdirmesini anlamsız bulur. Kadın ve erkeğin görevlerinin evrimsel olarak belirlendiği kanısındadır. Gece yarısı kapınız çalsa karınızı mı yollayacaksınız kapıyı açmaya, o benim görevimse, çocuğa bakmak da annenin yükümlülüğüdür, der. Gece uyumaya gittiğinde yatak odasının kapısını örter ki içeri hırsızı uğursuzu girerse ona karşı savunmaya hazırlanması için bir iki saniyesi daha olsun. Çok iyi ateşli silâh kullanır. Türkiye derecesi vardır. Hani öyle sabit hedefe ateş edenlerden değildir, hareketlilere atanlardan. Doğal olarak, kent yaşamından da bayar, geleneksel kentsoylu yaşamları, çocuk yetiştiriş şekillerini sorgular, beyaz yakalılar dünyasından sık sık soğur, doğaya kaçmak ister motosikletine atlayıp, fındık tarlası almak filan falan. İşte Rik kitaba büyük bir heyecanla sarılınca artık ben de okuyayım dedim. Herhâlde onun evrim temelli, aslımızdan sapmışız, başka bir yaşam olası düşüncelerini burada bulabilirim diye düşünmüş olabilirim.

    Şimdi herkese, bu kitabı okuyuncaya kadar solcuydum, artık kapitalist ve de emperyalistim, diyorum. Sanırım kitabın en çok ilgi çeken kısmı başları. Nasıl oldu da homo sapiens diğer insansı türleri alt edebildi ve dünya üstünde denetim kurdu. Zaten yazarın internetteki videosunu izlerseniz hemen öğreneceğiniz için söylememde sakınca yok, bunu bilişsel devrim yaşamamıza bağlıyor yazar Harari. Bu kısımları okurken, kanıtlanması zor konular olduğu için, evrim kuramına inancımın ne kadar az olduğu gerçeği de usuma gelip durdu. Özetle insanlar olmayan şeylere inanabildikleri için binlerce üyeden müteşekkil gruplar kurarak dünyayı denetim altına geçirdiler, diyor. Bunun sonrasında beni en çok üzen bölüm Avustralya’ya ulaştıktan sonra akrabalarımızın yaptıkları kıyım. İnsan görmeden evrimleşmiş kanguru gibi cepli aslanlar insan görünce kaçmamış ve İngilizlerce mahvedilecek Avustralya yerlileri tarafından yenerek yok edilmişler. Koalalar nasıl kalmış ya da diğer kangurular unuttum.

    Beni ilk çok etkileyen bölüm Building Pyramids oldu. Sanmayın ki piramitler nasıl yapıldı diye kendince düşünceler üretiyor. Daha sonra da tekrarlayacağı günümüz dinlerinden bahsediyor aslında. Bilimsel ve laik eğitim almışlar için, özellikle kendi toplumunun izlemediği dinlerin uydurma olduğunu söylemek, ya da ulusalcılığı benzer bakış açısıyla eleştirmek kolayken, laiklik, demokrasi, insan hakları, bireysellik, insanların eşitliği gibi düşüncelerin de bir o kadar uydurma ve kurgu olduğunu söylüyor. İşte bu altıncı bölümde, okulda arkadaşları tarafından alay edilmiş günümüz çocuğuna söylenecek sözlerle ortaçağda bir derebeyin oğlunun benzer durumda kalmasıyla yaşayacağı güçlüğün ayırdını çizerken, aslında benim gibi görece müreffeh insaların da tek derdinin “deneyim yaşama takıntısıyla” dünyayı gezmeye çalışmak olduğunu sarsıcı bir şekilde anlatmış. Yani birey olduğunu sanan karıncalarsınız demiş.

    Tarım devriminin bir ilerleme olmadığı iddiası da ilginizi çekebilir ama avcılık toplayıcılık belki de daha iyiydi diyebilen Harari komunist düzeni hiç kafası karışmadan kötü ilân etmiş. O düzenleri savunacak değilim. Zaten kitabın tezi şöyle: insanlar daha çok sayıda etkileşime girebildikleri sürece daha egemen oldular gezegende ve buna imparatorluklar, dinler ve kapitalizm hizmet etti.

Eskiden beri kişi başına düşen gelirin nasıl arttığını anlamamışımdır. Tarıma geçildiğinde değiş tokuş ekonomisini anlayabildiğimi sanırdım. Ama o basit düzende bile gerçekten bir çuval buğdayın kaç sepet elmaya denk sayılabileceğini belirlemenin güçlüğünü bu kitabı okurken anladım. Ürün fazlasına el konulur ve tarımla uğraşmayanlara yaptıkları iş karşılığında ödeme bu el konan artık değerle yapılırdı dendiğinde, ekonomiyi o basit düzeydeyken anlayabildiğimi sanırdım. Ama işte para gerekli olmuş. Olmuş olmasına da hâlâ şunun fiyatı niye bu kadar para oluyor, ya da yeni madenler bulundukça, teknoloji gelişip bir şeyler ucuzlayarak daha çok üretilir hâle geldikçe insanlar nasıl daha çok varsıllaşıyor kavrayamadım. Yani paranın değeri nasıl hesaplanıyor. Ortamda mal arttığı oranda para artıyor Barış diyebilirsiniz de, bu nasıl bir duyarlılıkla sağlanıyor? Ama önemli olan şu: Güzel de bir örnek vermiş. Kapitalizmde geleceğe duyulan, yani gelecekte varsıllığın daha çok artacağına inançtan dolayı insanlar olmayan paraları katlaya katlaya birbirine borç verip alıyor. Belki de bankalarda olduğunu sandığımız paranın %90’ı yok. Komünizm bunu yapamıyor. Bilim ve kapitalizm bu geleceğe duyulan güveni sağladıkları için ilerleme sağlıyorlar.

    Bana kalırsa nükleer tehlike ve çevre felâketi olasılıklarına rağmen Harari insanlığın yine yırtacak bir çözüm üretebileceğini düşünüyor. Eşitlikçi bir dizgenin başarılı olmadığını da belirttiği için, ilerleme odaklı düşüneceksek, bir azınlık grubun daha seçkin yaşamasını kabûllenmemiz gerekiyor. Öyle ki 2050 yılında kaza ve cinayete kurban gitmezse ölmeyecek ilk insanlar ortaya çıktığında ne olacak sorusu güzel bir soru.

   Ama kitap Rik’in şansı yok diyor olabilir mi? Onu beyaz yaka dünyaya başkaldırmaya iten duygu ve düşünceleri bile, tıpkı evrimci bir maço tadında birey olması gibi, tüm yaşamımızı denetleyen devlet ve alışveriş kurumlarına bağlıymış. Ben yavaş yavaş düşünsel dünyâda boşavermeci yapıtların egemen olacağını düşünüyorum. Belki ben böyle bir dönemden geçtiğim için. Kişilik diye bir şey olmadığını, zavallı çarpışan oto kılıklı yaratıklar olduğumuzu, kimine göre genlerimiz kimine göre (bu kitapta olduğu gibi) kültür ve topluluk için varolan, tek başına bakıldığında önemsiz yaratıklar olduğumuzu düşünüyorum. Sapiens de bu telden çalıyor benim kulağıma, gelecekte süper insanlarla belki sonumuz gelecek diyerek umut mu aşılıyor emin olamadığım için.

 
Toplam blog
: 19
: 865
Kayıt tarihi
: 11.06.12
 
 

Sabancı Üniversitesinde Endüstri mühendisliği dersleri veriyorum. ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara