- Kategori
- Tarih
Sarık, Fes ve Şapka üzerinden Gericilik-İlericilik serüvenimiz

Okul ve Mektep, Öğrenci ve Talebe. Eğitimle Konuya Giriş
Yıl 1990 Çankırı'ya taşınmıştık ve ben ilk defa Çankırı il halk kütüp hanesine girmiştim. Çocukluğumda misafir gittiğimiz evlerin vitrinlerinde duran her çeşit süs olsun diye konan ansiklopedi ve kitaplar ilgimi çekerdi. İnanmasamda Dini kitaplarda olsa onlara bakardım içinde ne yazıyor diye. Genelde geleneksel İslama ait bu eserler Allaha olan inancımı arttırmak yerine beni daha fazla inançtan ve Allah'tan soğutuyor daha fazla ateist yapıyordu. Neyse şimdi inansamda bu ayrı konu. Kütüphaneye girdiğimde çok ama çok eski kitaplar olduğunu gördüm. Devlet kurumlarının en iyi yanlarında biri de envanterinde olan tüm taşınmazları dikkatle ve zimmetle koruması.
1930'lu yıllara ait bir kitap geçti elime, içini açınca neredeyse sayfaların bazılarının birbirine yapışmış olduğunu gördüm. Biraz karnım ağrıdı kitabın kokusundan sanki Firavunun mezarını açmış gibi kötü kokuyordu. Latin harflerine geçildiği dönemde basılmış olan bu kitaptan Mektebin yani MEKTEP kelimesinin OKUL kelimesine dönüşme evriminden önce aslında ŞKOL diye yazıldığını görünce hayret ettim. Evet OKUL OKUL olmadan önce meğer MEKTEP değil ŞKOLmuş.
Kitapta ki bu kelimeleri Almanca ve İngilizce bilmesem anlayamazdım.
Başka bir kelime daha dikkatimi çekti. Öğrenci kelimesi "öğrenci" olmadan önce TALEBE değil "Ştudent"miş.
Anlaşılan o ki Cumhuriyet dönemine geçildiğinde BATILILAŞACAĞIZ diye saçma sapan bir sürü işler yapmışız.
Ancak benim burada açmak istediğim konu aslında bu değil.
Muallim ve Talabe arasındaki SICAK babacan Eğitim anlayışı zamanla Öğretmen-Öğrenci arasındaki soğuk seküler eğitime dönüşmüş. Muallim ve Talebe arasında İLMİ alış verişi varken ve Malumat köpürtülürken, Öğretmen-Öğrenci arasındaki ilişikilerde Bilgi ezberci form alarak dayatmacı dogmatizme takılmış.
SARIK-KEFEN ve AHİRET KORKUSU
Aslında Endülüs ve kısmen Osmanlı döneminde sarıklı talebe İLMi talep ederdi ve bunun için yoğun emek harcardı. Muallim'den aldığı malumatı kendince çoğaltır geniş çerçeveden bakma çabası olurdu. Ancak İLM yinede devletin kontrolünde ve Emeviye döneminde Uydurulan Din ile beraber İndirilen Dİn birlikte talim edilerek eğitim hayatı sürer giderdi. Kafasında öldüğünde içine konacağı kefenden sarık olan Muallim ve Talebenin zihinlerinden şeytani düşünceler geçsede bu düşünceler asla su yüzüne çıkma imkanı bulamazmış. Kim kafasında öldüğünde içine konacağı çarşaf varken kötülük düşünebilir ki? Diğer yandan geleneksel DİN bir türlü İndirilen (Download) olan dinin kendini ifade etmesine izin vermemiş. Mesela Gürcistan'da Gürcü Müslümanlar asla Osmanlı döneminde Gürcüce Kuran mealiyle tanışamamışlar. Neden? Çünkü bunu abdestsiz Hristiyan bir Gürcü alır da günaha girer diye. Gürcüce Kuran meali daha yeni basılmış.
Sarık kafasındayken Müslümanlar önceikli olarak Allaha hesap verme ve ölürken sarılacak olan Kefen-Sarık olunca ellerinden geldiğince dürüst insan olmaya çalışmışlar. Bu sebeple Avrupa'da Orta Çağ'da adi suçlar tavan yaparken Osmanlı'da Allah korkusundan insanlar tüm yaptıklarına ve söylediklerine dikkat ederlermiş.
Ancak Batı ülkeleri başta Britanya 1700 yıllardan itibaren sanayileşip güçlendikçe Osmanlı gelişememesinin en büyük nedeninin ihalesini hemen DİN'e kesmiş ve 2. Mahmut'la başlayan reform hareketleri toplumdan şalvar ve sarığı çıkarttırıp PANTALON ve FES'in yerleşmesine neden olmuş. Başlangıçta halk buna çok karşı çıkmış ve Atatürk'e 1925'lerden itibaren ne söylenmişse 2. Mahmut'a da aynısı söylenmiş.
Sarığın gitmesi Osmanlıda toprak kayıplarını engelleyememiş ama "düzenli ordu" yozlaşan Yeniçeri'lerin yerini almış
FES ve PADİŞAH KORKUSU
Eskiden sarık Allah'tan ve ölümden korkan toplulukların sayısını arttırmışken FES bir Yunan şapkası olrak topluma yayıldığında artık Allah-Padişah korkusunun yerinini sadece Padişah korkusu almıştı. Suç oranları artmaya başlamıştı 1800 yıllarda. Başında fes olan geceleri rakı içen beyaz gömlekli yumurta topuklu deri bilekli anasını babasını kesen Allah'tan korkmaz kulundan utanmaz anasının koynundan kız kaçırn ırzcı "Ustura Kemal" tiplemeleri bu dönemde artmaya başlayarak Türk diline küfürlü ve argolu Rumca, Ermenice Galatça kelimeler daha da oturmaya başladı.
Bu arada topluma dünyevileşme (Sekülerleşme) zengin olma gazı Ermeni ve Rum sanatçılar üzerinden pompalanmaya başlanmıştı bile Osmanlıda. "Lüküs Hayat" bunun pik yaptığı noktaydı o zamanlar.
Şişli’de bir apartıman
yoksa eğer halin yaman
nikel-kübik mobilyalar,
duvarda yağlı boyalar
iki tane otomobil
biri açık, biri değil
aşçı, uşak, hizmetçiler
dolu mutfak, dolu kiler
hanım gider, sen gidersin
gündüzleri çaydan çaya
gece olur, davetlisin
ya dineye ya baloya
hey
lüküs hayat, lüküs hayat
bak keyfine yan gel de yat
ne güzel şey
oh ne rahat
yoktur eşin lüküs hayat
yaz gelince adadasın
mayo giymiş kumlardasın
etrafında güzel kızlar
canın çeker, burnun sızlar
hanım motorla dolaşır
hanım serbest, kim karışır
takarsın şeyleri bazı
dünya böyle sen ol razı
sen de kendi hesabına
topla akşam etrafına
sarıları, esmerleri
kır şampanya kadehleri
hey
lüküs hayat, lüküs hayat
bak keyfine yan gel de yat
ne güzel şey,
oh ne rahat
yoktur eşin lüküs hayat
Bu şekilde gelenekselde olsa İslami olan hayat modeli "Lüküs hayat" adı altında moderniteye ve maddiyata yenilmeye başladı. Başında fesi olan çapkın beyzadeler o dönemde türemeye bunların parodileri yapılarak toplumsal algı operasyonları o zaman başlamıştı bile.
Osmanlı bir çıkış aramaktaydı. Bir yanda hızla gelişen bir BATI diğer yanda İSLAM sandığı geleneksel vizyonla yürüme isteği. Bu ikilemi 2.Abdülhamit de çok bariz görmekteydik. Osmanlı'nın gayriresmi tarikatı Nakşibendi tarikatı hızla oluşan bu değişime çözüm üretebilmekten çok uzaktı. Bunu ilk fark edenlerden biri Saidi Nursi idi ve bu yüzden BATI'ya karşı durabilecek ayakları yere sağlam basan vizyonu geniş tutan ve BİLİM'e açık Risaleleri yazma fikri onda bu dönemde oluşmaya başladı ama şartlar henüz olgunlaşmamıştı. 2. Abdülhamit ister Afgani'den olsun isterse Saidi Nursi'den olsun kendisine innovatif tekliflerde bulunan görüşlere kendisini tamamen kapatmıştı. Oysa İstanbul'da yüksek öğretimin temellerini atmıştı, bu okullardan kendisine karşıt bir sürü İttihatçı çıkmıştı ama çok zeki iki insanı ve harikulade önerilerini dinlememişti. Onları İngiliz ajanı olmakla ya da deli olmakla suçlamıştı.
ŞAPKA ve DEVLET KORKUSU
Müslüman olmanın sembolü olan Sarık gittikten sonra, DOĞULU olmanın sembolü olan FES Anadolu halkının bilinçsizce savunduğu bir simgeydi artık. Madem padişah yoktu artık Cumhuriyet vardı o BATI ittifakı içinde olmaya LOZAN'da söz veren bu devlet bunun gereği olan devrimleri derhal yerine getirmeye başlayacaktı. Öyle de oldu.
Şapka devrimi çok kanlı oldu. Şapka takmayı ret eden binlerce insan darağacını boyladı. Anadolu halkının zihninde Allah ve Padişah korkusunun yerini artık devlet korkusu almıştı.
Gelenekselde olsa bir çok alim şapka takmamanın yüzünden öldü. Harf inkilabı ile yeni nesil tamamen BATILI bir kafa yapısıyla yetişmeye kendi kök ve kültüründen büyük oranda kopmaya başlamıştı. Devrimler daha çok kentlerde işe yaramıştı. Büyük kentlerde insanlar ayakta kalma çabasını daha çok vermekteydi ve yeniliklere daha açık insanlar İstanbul(Marmara), İzmir (Ege) ve Ankara'da çoktu.
Batı'nın ve o zamanki rejimin hiç hesap edemediği iki şey vardı.
1- Şapka'da moda olmaktan çıkacaktı.
2- Devrimleri sindirmemiş ve içi devlete karşı hınçla dolu olan köylülerin şehirlere göçünün hızlanması kentlerdeki demografik yapıyı bozacaktı. Kentler hızla köylüleşecek ve geleneksel dindarlık yine yerini alacaktı.
Bu olgu geçte olsa anlaşıldı ve 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleriyle sürekli olarak halka balans ayarı çekildi.
İşte Yusuf Peygamberin hayatında önemli yeri olan ve öyküsünü 3 direk gibi sapa sağlam tutan 3 gömlek anlatım metodolojisi üzerinden bende sizlere Türk sosyal ve Siyasal hayatında hikayenin temel direkleri olan Sarık, Fes ve Şapka üzerinden anlatmak istediğim şey "değişim kaçınılmazdır" olgusu.
Önemli olan sosyal, siyasal, kültürel değişime ayak direkmek değil.
Önemli olan; Değişen tüm şartları, dört değişmeyene (TEVHİDİN ve EVRENSEL olmanın dört paradigmasını - AHLAK, ADALET, SORUMLULUK ve VİCDAN) adapte bu ilkelerle ele almak değerlendirmek takip etmek.
Bu yapıldığı zaman (EVRENSELLİK TEVHİDİ vizyonla TOPLANDIĞI sağlandığı zaman) İlerici-Gerici tartışmasıda anlamını yitirmektedir.
Saygılarımla