Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mayıs '08

 
Kategori
Öykü
 

Seher'in sesi...

Seher; Batı Akdenizin, Toroslar eteğindeki bir sahil köyünde oturuyordu.
Seher bir erkek gibi yetiştirldiği için, hareketlerini bir erkek gibi yapar, bir erkek gibi giyinirdi. Ayağına bazen, erkek şalvarı, bazen erkek pantolonu, başına yazma yerine, erkek şapkası takardı. O yüzden saçları devamlı kısa kesilirdi.
Seheri, kendisinden 10 yaş kadar büyük, hiç bir iş yapmayan, tembel, aylak İbrahim SAYAR ile zorla evlendirmişlerdi. Seher evlenmemek için çok direndiyse de, ailesini ikna edememişti. Evleneli, 20 yıl kadar oluyordu. Çocukları olmamıştı. Belkide Seher'in erkek gibi yetiştirilmesi yüzünden, kimbilir.
Seher'gilin, sahilde bulunan ve denize yaklaşık 2 Km. kadar olan köylerinde, bir miktar portakal bahçesi, bir dönüm kadar seraları vardı. Bu bahçe ve serada Seher tek başına çalışır, yazın çıktıkları Torosların zirvesindeki yayla çardağından, Seher arada bir köye gelir, bahçeyi sular, komuşlarına emanet ettiği, tavuklarının yemini pazardan alır, seranın içini temizleyip sürer, sonra yine yaylanın yolunu tutuardı.
Seher'in eşi İbrahim ise Mayıs ayının ortalarında yaylaya bir çıkar, bir daha Ekim ayına kadar köye inmezdi. Yayladaki evlerinin önünde bulunan Söğüt ağacının gölgesinde, akşama kadar bir minderin üzerinde yatar, tembellik eder, eğer Seher evdeyse kendisine Çay yapmasını isteyerek, yapılan çayı; kendisi gibi aylaklık eden, aynı köyden arkadaşları, Serçe Mehmet, Tuzcunun Salih ve Omurtlak Hasan ile içerdi. Bu dört arkadaş, aşağı yukarı aynı zamanda yaylaya gelirler, aynı zamanda dönerlerdi. Yayladaki günleri de aşağı yukarı, her gün birlikte geçerdi.
Seher köye indimi, fazla kalmaz, eşinin kendisine ihtiyacı olduğunu düşünerek, hemen yaylaya dönerdi. Eşi ne kadar tembel, işe yaramaz herifin biri olsada, birbirlerine alışmışlardı. Birbirlerinin yokluğunu hemen hissedip, en kısa zamanda birbirlerini aramaya başlıyorlardı.
İbrahim SAYAR; tembel, işe yaramaz, aylak biri olsada! Seher'i, Seherim diye çağırırdı. Bu da Seher'in hoşuna giderdi. O nedenle; yazları köye indimi, fazla kalmadan hemen İbrahim'ine dönerdi.
Seher; Temmuz ayının sonlarına doğru yine köye inmek için, ayağına erkek şalvarını, başına erkek şapkasını giyip, hemen hemen gece yarısına yakın bir zamanda yayladan ayrılarak köyün yolunu tuttu.Yaya olduğu için araba yolundan(At arabaları için yapılmış yol) değilde, yayaların kullandığı patikadan, iniş aşağı, büyük bir suretle köye doğru, bulanık ay ışığı altında yol aldı. Daha Seher vakti yeni gelmişti ki, Seher köye ulaştı.
Seher hemen, bahçenin kenarındaki arıktan akmakta olan suyu, bahçeye çevirdi. Güneşin ilk ışıkları ile bahçenin hemen hemen yarısını sulamıştı. Kuşluk vaktinde bahçenin suyunu bitirip, evinin pencere ve kapılarını açarak, tavukların yemini kontrol etti. Daha yetecek kadar vardı. Komşuları, Mıstılının Fatma gilde kahvaltılarını ettiler. İki kadın, ordan burdan akşama kadar çene yordular.
Mıstılının Fatma'nın bir kaç yıl önce kocası, çok içtiği için Karaciğer yetmezliğinden ölmüştü. O da başkası ile evlenmemişti. Zaten onlarında çocukları yoktu. Evlerinin önünde bulunan birkaç dönümlük küçük arazileri, yaşamalarına yetiyordu. Başkalarına muhtaç olmadan, başkalarının işine gitmeden, geçinip gidiyorlardı.
Seher, komşusu Fatma'yı da yaylaya davet etti. Ancak Fatma gelmek istemedi. Gelseydi aynı gece birlikte yola çıkacaklardı.
Seher akşam, evlerinin önündeki Dut ağacının dibinde bulunan köşkde bir köşeye, başının altına aldığı bir yastıkla kıvrılıp yattı. Çünkü gece yaylaya gitmek için yola çıkacaktı.
Seher, gece yarısını biraz geçerekten uyanıp, serinleyen havayıda görünce yattığı yerden kalkarak, gündüzden hazırladığı, bohçasını yanına alıp, hemen yola çıktı.
Serin bir hava ve İbrahim'e kavuşacak olmanın heyacanı ile, ay ışığında hızlı hızlı yürüyordu. Böyle giderse, kuşluk vakti yaylaya varabilirdi. Gideceği yol çok yokuştu. Ama bu yokuş, Seher'i korkutmuyordu.
Düz ovayı bitirip, yamaca ağdığında, Seher Vakti çökmek üzereydi. Seher, Seher Vakti ile birlikte coşmuştu. Neşet ERTAŞ'tan bir türkü tutturdu:

Seher Vakti çaldım yarin kapılarını,
Baktım yarin kapıları sürmeli.
Boş bulmadım otağımın yapısını,
Bir gözleri sürmeli.

Aslanım eller eller
Kokuyor güller
Ne bilsinh eller eller
Perişan hallere

........ diyerek devam ediyordu.

Türküler birbiri ardına gelirken, ortalık iyice aydınlanmıştı. Çevreyi iyice görebiliyordu. Büyük bir gürültü ile irkildi. Gittiği patika yolun sağ yamacından geliyordu gürüldü. çok değişik bir sesti. Hayatında bu sesi ilk defa duymuştu. Durup, sesi dinlemeye ve kendisini gelen her neyse, ondan korunmaya çalıştı. Sesler gittikçe kendisine doğru geliyordu. Hiç birşeyden kormadığını söyleyen Seher'in içini büyük bir korku almıştı. Sesler gittikçe yaklaşıyordu ve ayak sesleride duyulmaya başlamıştı. Seher ne yapacağını şaşırmış vaziyette en yakındaki, budaksız çam ağacına tırmanmaya çalışıyordu.
Seher, birden kaçmakta olan bir Karaca yavrusunu gördü. Arkasından da, o zamana kadar hiç kimsenin görmediği, ancak varlığından hep söz edilen... o hayvanı gördü.

Seherin akibeti ve gördüğü hayvan gelecek bölümde...

 
Toplam blog
: 3842
: 3093
Kayıt tarihi
: 23.03.08
 
 

Antalya'da 1956 yılında doğdum. Emekliyim, Üniversite mezunuyum. Evliyim, bir oğlum var Mimar. Gü..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara