- Kategori
- Gündelik Yaşam
Şehir mi, aman uzak dursun!

Sabah uykumdan uyandığımda, başımın dönmesini baharın o mucizevi güzelliğinden kaynaklandığını zannettim. Nerden bilebilirdim ki tansiyonumun bu kadar yükseleceğini ve hastanelik olabileceğimi ? Yok dil altı, iğne falan derken baharın güzelliği bir başka bahara kaldı.
Şile devlet hastanesinde bir doktor arkadaşım var. Benim bu halimi görünce ısrarla kontrolden geçmemi istedi. Bana da değişiklik olur ümidi ile Şile yollarına düştüm. En son yirmi yıl kadar önce Şile’ye gitmiştim. Az gittim dere tepe düz gittim bir şehre vardım. Meğer o güzel sahil kasabası bir şehir olmuş. Taş taş üstünde. İnşaatlar yapılmış, yerleşilmiş, asfalt yollar, arabalar, insanlar……
Bu arada ben güzel bir kontrolden geçtim. Tansiyon ilacımı değiştirdiler. Şekerlendim, bir de şeker ilacı sahibi oldum. Kilolanmışım, acil kilo vermeliymişim. Mışlar ve muşlarla hastaneden ayrıldım.
Şilenin içinden çıkıp da, İstanbul yönüne veya Ağva yönüne gittiğinizde yol boyunca bahçe içinde, çam ağaçlarıyla çevrili evler, küçük köyler, minik pazarlara rastlıyorsunuz. Muhteşem bir hava, tertemiz bir oksijen, öyle ki insan içine çekmeye doyamıyor. Araba gürültüsü, koşuşturmaca, egzost gazı, stres hiç yok. Kuş sesleri, ördek vak vakları sizi kucaklıyor, sümbüller adeta yüzünüze gülümsüyor.
Zannediyorum ki bunları çoğunuz biliyorsunuz. Ama, şehrin vermiş olduğu kasvet orada yok. Ve biliyorum ki orada yaşamak, insanın ömrüne ömür katacaktır. Biraz hastalanınca çok mu duygusallaştım acaba diye düşünsem de, o yeşilin verdiği iç huzur tartışmasız en naif duygularımı bile okşuyor.
Yanlış yerde, yanlış zamanda ve yanlış şekilde yaşıyormuşum hissine kapıldım.
Aslında hayatımız o kadar kısa ki. Bir koşuşturma, bir hareket ki sorma gitsin. Sabah o trafiğe gir, egzost gazını teneffüs ederek işe git. İş yaparken bir sürü stres yaşa. Öğlen abur cubur hızlı bir yemek ve tekrar koşuşturma. Akşam aynı güzergahtan dönüş. Evde gerçekleşen bir dinlenme periyodu. Gece derin bir uyku bile haram. Ya yan komşu kavga eder veya sokaktan bir müzik sesi, ya asker uğurlanır patırtı kopar ve ya araba sesleri. Bir bakmışınız ay geçmiş. Koştura koştura para yatırısınız her yere. Doğal gaz, elektrik, su, televizyon, internet, kira, kredi, kredi kartı derken bir bakmışınız rutin şeyler devam ediyor ve sizin olması gereken hayatınız aslında başkalarınca paylaşılıyor.
Yok, ben bu hayatı artık bu şekilde sürdürmek istemiyorum.
Ömür o kadar kısa ki, kendim kendimce yaşayamadan bu dünyayı terk etmek istemiyorum. Sabah kuş cıvıltıları içinde uyanmak istiyorum. Kapımı açıp dışarı çıktığımda, yemyeşil çimenler beni karşılamalı. Ağaçlara günaydın demek istiyorum. Doya doya, kesintisiz nefes almalıyım orada. Köpeklerim beni görünce yanıma koşacaklar ve ben onlarla oynaşacağım. Gidip kümesten yumurta alıp pişirip yiyeceğim. Sonra bahçe ile uğraşacağım. Kim bilir belki şezlongda uyuklarım. Ama hayatım bana ait olmalı en azından bundan sonrası için. Biraz iç huzur için nelerden vazgeçilmez ki?
Bir Çin deyişi vardır :
Para bir ev satın alabilir ama aile satın alamaz.
Para bir saat satın alabilir ama zamanı satın alamaz.
Para bir yatak satın alabilir ama rüyayı satın alamaz.
Para bir kitap satın alabilir ama bilgiyi satın alamaz.
Para bir doktor satın alabilir ama sağlığı satın alamaz.
Para bir mevki satın alabilir ama saygıyı satın alamaz.
Para seks satın alabilir ama aşkı satın alamaz.
Para kan satın alabilir ama hayat satın alamaz.
Bir hayatımız var ve değerini bilmeliyiz. Kim bilir, belki de bu gün hayatımız geriye kalan son günü. Ne dersiniz?