Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '11

 
Kategori
Sosyoloji
 

Şehitlerimiz için birer mezar yetmez

Şehitlerimiz için birer mezar yetmez
 

(Alıntı yeri: milliyet.com.tr)


Gün geçmiyor ki ülkemizin bir köşesinde bir çatışma olmasın, bir kaç şehit haberi gelmesin. Anlaşılan beyinleri bir yerlerde pusu kurarak Mehmetçik öldürmeye güdülenmiş teröristler Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne son darbeyi de vurarak emellerine ulaşmaya çalışıyorlar. Bunun mümkün olamayacağı, yanlış nice politikalara rağmen son günlerde de görüldü. Ne yazık ki pusuya yatmış olanın bir ölçüdeki üstünlüğüne karşılık Mehmetçikler de polisler de gerekli karşılığı vermekte gecikmiyorlar. 

Bu süre içerisinde bulundukları yerde şehit düşen aziz yurttaşlarımızın genç yaşta aramızdan ayrılması, yakınlarını olduğu kadar bizi de kedere boğmaktadır. Millet olarak büyük bir sabırla bu terör belasından kurtulacağımız günleri beklemekteyiz. Gerçekte elebaşılarına ulaşılamamak bakımında “kökü dışarıda” diye nitelenen terör örgütü ne yazık ki içimizdeki kimi odaklarca da maddi ve manevi olarak destek görmektedir, bu açık. Kimi sivil toplum kuruluşlarının ve kimi yazarların terör örgütünün her sinsi saldırısından sonra sessiz kalmaları nasıl bir ortam içine sürüklenmekte olduğumuzun birer belgesi olsa gerek. 

İşinde gücünde olanlar ile emeklilik günlerini dolduranlara düşen görev ise şehitlerimize birer Fatiha okumak ve “terör örgütüne lanet olsun” demekten öte bir 

özellik göstermiyor. Son Milli Güvenlik Kurulu kararları doğrultusunda “akan kanların durdurulabileceği” gibi düşünce içinde beklemeye başladık. Ne ki yine de “artık son çırpınışlarıdır” dediğimiz sinsi terör saldırılarının can almaya devam ettiğini öğreniyoruz. 

Üzüntümüz büyük. Şehit yakınları kan ağlıyor. Mehmetçik ve Türk polisi her yerde tetikte. Yine de olan bitenlerin korkunluğunu göremeyen terör yanlıları “zafer yakındır” ya da “buyurun masaya oturarak uzlaşalım” demekten utanmıyorlar. 

Gencecik şehitlerimiz büyük bir yalnızlık içinde sinsi bir terör kurşunu ile aramızdan uçup gitmişlerdir. Geride kalan ana babaları, kardeşleri bacıları ve sevgilileri kim bilir hangi düşünceler ve anılar ile avunmakta göz yaşı dökmektedir. Ruhlarımıza işleyen, gözlerimizde ve sözlerimizde kendini bulan bin bir tepkinin birikerek, durmaksızın tasarlanan yeni sinsi terör saldırılarını boğacağı günü bekliyoruz sabırla. 

İşte bu arada ŞEHİTLERİMİZ'in içi düşlerle dolu gençlik özlemleri için, onların da severek dinlemiş olduğu en seçme şarkıları türküleri dinleyelim. Çünkü her bir ŞEHİT göğsünü gere gere; kanı ile canı ile bu toprakları bir kez daha bize bağışlamıştır. Çok üzücü de olsa onların bu kutsal mirasları için onların da sevdiği şarkıları, türküleri dinleyelim bir daha. 

Bence onların künyelerinden anıtlar dikmeli her kentin girişine! Ki her gelip geçen yalnızca o şehitlerimizin yüzü suyu hürmetine ellerini kollarını sallayarak ya da arabalarına kurularak geçip gitmektedirler sıcak yuvalarına doğru. Belki birer Fatiha da okurlar diyerek birer anıt dikelim her kentin girişine. 

Bu öyle bir anıt olmalı ki o şehitlerin yakınları sevinmeli düşmanları da kaçacak delik aramalı iki yüzlülükleri suratlarına çarpılmış gibi. 

Bu anıtlar öyle güzel, öyle heybetli olmalı ki her gelip geçen bir an orada durup birer fotoğraf çektirmek için can atmalı. 

Her bir heykel öyle tasarlanmalı ki şehitlerimizin cennetteki ruhları şad olmalı. 

Her an yüzlerini yalayan esintiden bize de gelmeli efil efil. 

Her doğan güneşte onların da hakkı vardır. 

Her gecenin ayazında onların nöbet tutan gövdelerinin varlığını duyalım. 

Her adımımızda pusuya düşürülmediğimiz için şehitlerimize borcumuz olduğunu unutmayalım. 

O heykeller öyle bir ezici güç taşımalı ki şehitlerin az ötesinde bir yerde pusuda bekleyen ruhu kirletilmiş, inaçsızlaştırılmış içi kin dolu, hiç bir sevgiden nasiplenememiş bir terörist sürüsü olmalı; gözleri titrek, ürkek ve korkak!... 

Buyurunuz içinde nice özlemler ve düşler bulunan Leyla'yı okuyalım içimizde dağlar, denizler boğuşurken: 

Ezginin Günlüğü topluluğu söylüyor: Leyla 

“Bir sabah çıksam kaybolsam 

Dönmesem kalsam anılarda 

Belki bir sevda türküsünde vurulurdum 

Gel künyemi al dağlardan. 

Aşk nedir söyle, kayboldum 

Belki bir düşte unutulmak 

Her sabah bir dev masalında uyanınca 

Hep çocuk kalmak kurtulmak. 

Kar yağıyor bu gece 

Öyle beyaz ki şehir 

Anlamak bir ömür sürer 

Hayat niye kirlenir. 

Karlı bir gece sen buldun 

Kaldırımlarda kalbimi 

Al götür rüzgarlara savur, hadi durma 

Ver benim eski yarimi. 

Ben kimim söyle kayboldum 

Dönmedim kaldım anılarda 

Her sabah bir çöl masalında uyanırdım.” 

Bilelim ki bu vatan 1071'den bu yana dahili ve harici düşmanlarımıza karşı "sıra dağlar gibi" yan yana, omuz omuza kardeşçe anlaşarak savaşanların bize birer mirasıdır. 

Bilelim ki o günden bugüne bütün Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar’da atalarımız tarihte “Türk barışı” ( Pax Ottomana ya da Pax Turcica (Osmanlı - Türk barışı) yakıştırması ile nitelenen ve içinde adalet, ahlâk, dayanışma, sağlam kişilik ve en güzel komşuluk ilişkileri bulunan bir geçmişten geliyoruz. 

Bilelim ki içine sürüklenilen terör hiç bir zaman “dişe diş, göz göz” biçiminde bir çarpışma segileyememiştir. 

Bilelim ki terör birileri adına pusu kurmanın, sinsice adam öldürmenin ve sözüm ona Türkiye’yi ikiye bölmenin ve Ortadoğu’ya servet emici emperyalistlerin çöreklenmesine payanda olmanın bir mücadelesidir. 

Bilelim ki bu amaçla Batılılar Türklere ve Araplara rağmen Talabani ile Barzani ‘nin Birleşik Güçler’e desteklerinden dolayı Kuzey Irak’ta kurdurdukları bölgesel yönetim ile ilk adımlarını atmışlardır. 

Yine bilelim ki otuz yıldan beri önlenemeyen bu sinsi terör devletin kararlı tutumu ve hukuk içerisindeki mücadelesi ile bütün yansımaları ile bitirilecektir. 

İşte atalarımızın ve şehitlerimizin destanlarımıza konu olan savaşını bazı yönleri ile Orhan Şaik Gökyay (1902-1994) ne güzel anlatmış: 

BU VATAN KİMİN 

 

“Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir. 

 

Tutuşup kül olan ocaklarından
Şahlanıp köpüren ırmaklarından
Hudutta gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır. 

 

Ardına bakmadan yollara düşen
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan
Huduttan hududa yol bulup koşan
Cepheden cepheyi soranlarındır. 

 

İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine
Bir gül bahçesine girercesine
Şu kara toprağa girenlerindir. 

 

Tarihin dilinden düşmez bu destan
Nehirler gazidir, dağlar kahraman
Her taşı yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir. 

 

Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil
Bu sevgi bir kuru ifade değil
Sencileyin hasmı rüyada değil
Topun namlusundan görenlerindir.” 

 

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..