Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Temmuz '10

 
Kategori
Beslenme / Diyet
 

Şekerin masum ihaneti

Şekerin masum ihaneti
 

benden


Önsözüm:

Bütün mesele bedeni uygun kilosuyla hareket içinde tutarken ruhsal huzuru da sağlayabilmiş olmaktır. Bunu beceren sağlıklı yaşamın yarıdan fazlasını tamamlamış demektir. Kalanı hayatın öngörülemez kaderine ve genetik yapının doğal seyrine kalmıştır. Tek parçalı veya birkaç gıdanın demetlenmesinden ibaret zayıflama ve sağlık diyetlerine asla inanmayın. Kilonuz yerinde sayarken sağlığınızdan veya kilo verirken gene sağlığınızdan olabilirsiniz. Sağlıklı zayıflama ancak dengeli ve sağlıklı beslenmeyle olabilecek bir şeydir. Sağlıklı beslenme için yavaş yemeli ve uykuya iki saat kala yiyip içmeyi terk etmelidir. Dengeli beslenme içinde protein, karbonhidrat ve yağlar bulunurken mineral ve vitamin sağlayıcı lifli besinlere de yer vermelidir. Sağlıklı kilo vermenin en güvenli ve kesin yolu insanın günlük yeme alışkanlığını sağlıklı bir dengeye oturtmasıdır. Sağlık için dengeli beslenme bilgisini bulmak zor değil. Aramayan bile bulabilir; çünkü herkes etin, bakliyatın, ekmeğin ve yağın ne olduğunu bilir; herkes mevsimlik sebze ve meyveyi tanıyabilir. On gün boyunca abur cubur dâhil her gün yiyip içtiğiniz gıda çeşitlerini ve miktarını not ediniz. Ayrıntıları atlamayın. Çayınıza karıştırdığınız şekeri, içtiğiniz meşrubat ve meyve sularını da not etmelisiniz. Ondan sonra kendi diyetinizi tasarlayabilirsiniz. Öncelikle abur cuburları azaltın ve hatta zararlı olduğunu düşündüklerinizi hepten çıkartın. Saflaştırılmış şeker ve şeker katkılı her şey, pekmez, bal, dondurma ve tatlı meyve suları besin listesinden çıkarılacakların başına oturtulmalıdır. Şekeri yiyecek listenizden çıkardıktan sonra yapacağınız şey basittir. Su dışında, gün içinde yiyip içtiğiniz her şeyin miktarı verilen kilo haftada 1kg. oluncaya kadar kademeli olarak düşürülmeli. Herkes kendi nefsine ve irade gücüne uygun kademe indirimini kendisi kurgulamalıdır. Bundan başka diyet tanımam. Gerisi ya umut yemi takılı para tuzağıdır ya da iyi niyetin cehaletidir.

Aslında şeker masumdur. Gıda lifleri mineral ve vitaminler dışında yediğimiz her şey sindirim sisteminden emilip karaciğere taşınır ve orada şekere dönüştürülebilir. Şekere ihanet eden insan uygarlığının kapitalist kurnazlığıdır. Yani, insan şekeri saflaştırarak lezzet katkısını artırmış ve kullanımını kolaylaştırmıştır. Saf şeker sindirim sistemini hiç oyalamadan kana karışıp karaciğer ve kaslarda enerji hammaddesi olarak kullanıma alınır. İhtiyaç fazlası şeker yağa dönüştürülür. Karaciğerin depolama ve yağa dönüştürme gücünü aşan şeker fazlası da kanda birikir. Kandaki şekerin tutulup hücre içine alınması ensülin hormonu aracılığıyla olur. Vücudumuzun ana besin kaynağı olan şeker, enerji sağlayabilmek için kandan vücut hücrelerinin (kas hücreleri, yağ hücreleri ve karaciğer hücreleri) içine ancak ensülin vizesiyle girebilir. Enerji açığa çıkartmayan gereksiz ensülin arzı er geç enerji metabolizmasını bozar ve insanı diyabetli (şeker hastası) yapar.

Şurası açık bir gerçektir ki insan metabolizması gıdalarda tıpkı saf tuz katkısının yokluğu gibi saf şekerin yokluğunu da sorun yapmaz. Çünkü insan metabolizması hemen her gıdadan, özellikle de karbonhidratlardan ihtiyacı olan şekeri zaten üretmektedir. Hâl böyle olunca şekeri ‘hain gıda’ ilan etmek anlamsızlaşır. Şekerin masumiyetini bozan insanın onu saflaştırıp veya bal ve pekmez gibi yoğunlaştırıp yemesidir.

***

İnternet ortamında Prof.Dr. Kenan Demirkol adıyla "kolesterol masum, şeker hain" iletisi dolaştırılmaktadır. Soru cevaplı bir beslenme röportajında Prof. Hekim Kenan Demirkol özetle şu bilgiyi vermektedir:

"Damar tıkayan kolesterol değil, şeker!"  Gazetelerden kesip buzdolabına astığınız bütün "kibrit kutusu kadar" diyetleri çöpe atın! Prof.Dr. Kenan Demirkol diyor ki, "Şeker, vücudumuzu, demirin paslanması gibi paslandırıyor, eskitiyor.

Ne zaman ki şeker pancarından şeker üretilmesi Avrupa'da ortaya çıktı, soğuk iklimlerde de üretip şekere dönüştürülebilecek bir besin maddesi keşfedilmiş oldu. (Bu keşifle sağlanan ucuz şeker sayesinde insanların şeker tüketimi de hızla artmış olmalı) Şekerin tüketim artışıyla birlikte hastalıkların artışı bire bir örtüşüyor. Çünkü şeker sadece (yüksek ve kullanıma hazır) kalorisinden dolayı şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor; doğrudan kimyasal yapısıyla da çok tehlikeli. Şeker gereksiz bir hazır gıdadır.

Biliyorsunuz şimdi şeker hastalığı iki türlü. Bir doğumsal genetik özelliklerle ilişkili tip 1 diyabet; Bir de edimsel tip 2 diyabet. Pankreas organının artık yeterince ensülin üretememesiyle ortaya çıkar. Yaşlanma süreci olarak kabul edilir. 60'lı yaşlardan sonra görülmesi beklenir. Ama şu anda 12 yaşındaki çocuklarda tip 2 diyabet var. Sağlıklı beslenmede şekerin hiç yeri yok. Tamamen bir damak alışkanlığıdır.

Şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker 'sakaroz', iki ayrı molekülden oluşuktur. Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve früktoza ayrışır. Glikoz kan şekerimizin de adıdır. Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. (Kan şekerini dengelemek için insan bünyesi pankreas aracılığıyla Ensülin hormonu salgılar) Çok fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla Ensülin salgılanır. Yediğiniz şekerde her zaman bir fazlalık olacaktır. (Çünkü sindirim sistemi zaten karbonhidratları ve proteinleri de glikoza dönüştürebilmektedir) Ensülin de bu şekeri alacak ve enerjide kullanım fazlasını da yağa dönüştürecektir.

(Yukarıdaki bilginin bilimsel anlatımı bence şöyle olmalıydı: “Doğal gıdalardan alınan şeker molekülleri monosakkarit formları şeklinde bağırsaklardan emildikten sonra kan yoluyla karaciğere gider.Monosakkaritler burada glikoz, fruktoz, mannoz gibi değişik yapıdaki şeker moleküllerine çevrilirler.Glikoz moleküllerinin fazlası ise enzimler vasıtasıyla ” Glikojen ” adı verilen başka bir şekle dönüştürülüp depo edilir. Glikozun glikojene çevrilmesinde rol oynayan enzimin adı ise ” Glikokinaz ” enzimidir. Bu enzim karaciğer tarafından üretilir ve bu üretim, pankreastan salınan ve ” Ensülin ” adı verilen bir hormonun kontrolü altındadır. Vücuda yeteri kadar glikoz alınmazsa bu kez hücreler glikoz üretimine geçerler ki bu zayıflamanın temel kimyasıdır.”)

Şekerin fazlası karaciğerde trigliserite dönüşür. Trigliserit kan yağıdır. Bu hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar. Bugün Amerika'da alkole bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasıyla oluşan siroz için karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.

KOLESTEROL DÜŞMANLIĞI

Bakın bir kolesterol furyası aldı gidiyor. Kolesterol anne sütünde, yeni bir hayatın doğmasına ortam olan yumurtada bolca var. Demek ki insan bünyesinin gelişme döneminde kolesterole inanılmaz gereksinim var.

"KOLESTEROL MASUM, BİZ SUÇLUYUZ

Aslında, kolesterol masum; bizler suçluyuz. Şeker yiyerek oluşturduğumuz trigliseritler, kolesterolün oksitlenmesine sebep oluyor. Yağsız kuzu şiş yediğinizi varsayalım, (yağsız kuzu şiş olur mu acaba) yanında da meyve suyu içiyorsunuz; sadece kuzu şişi yeseniz bir zararı yok, (?) ama kırmızı etten aldığınız kolesterolü, meyve suyundan aldığınız şekerle trigliserite dönüştürerek oksitlediğiniz için damar sertliği oluşuyor. Biz insanlara "kardeşim kolesterol zararlı değil. Ama oksitlenmesine izin verme" diyeceğimize, ilaç firmaları kolesterolü düşürecek ilaç keşfediyor.

(Bu durumda ilaçlar satılsın diye masum olanı mı suçlamaktayız acaba? Kahrolsun kapitalizm! Gene de aklıma tam yatmadı… Yatmadı, çünkü mesele şekerin kolesterolü oksitlemesiyse, insan bünyesinin hemen her gıdadan üretebildiği şeker de kolesterolü oksitleyecektir)

Bir başka oksitleyici madde damar sertliği yapan doymuş yağ asitleridir. Bu madde yapay beslenen hayvanların sütünde var, et yağlarında var. Ama bizim ineğimiz merada otlasa, doğru beslense doymuş yağ asidi sütte ve hayvansal yağda sıfır olacak. Dolayısıyla kolesterol oksitlenmemiş olacak.

( Öyleyse şekersiz bir içecekle tüketilince kolesterol bakımından zararsız olacağı iddia edilen kuzu şişin kuzusu aynı zamanda hazır yemsiz tamamen yaban ortamında beslenmiş olmalıdır. Doğrusu doğal beslemeyle bu sıfır doymuş yağ asitli ve bundan ötürü de zararsız kolesterol içeren hayvansal gıda elde edilebileceği bana hiç inandırıcı gelmedi. Gelmedi, çünkü doğada serbest beslenen otçul hayvanlar da oldukça yağlanabiliyorlar ve bu yağlar tıpkı doymuş yağlar gibi oda sıcaklığında katı hâlde duruyorlar )

HAMSİYİ HANGİ YAĞDA KIZARTACAĞIZ

“Diyelim ki hamsiyi ayçiçeği yağında kızarttık, o hamsiden artık bize (sağlık için) fayda gelmez.”

(Hamsinin omega3 yağ asitleri kızartma yağının yüksek ısısında değişen kimyasıyla birlikte bozulmaktadır. Aslında hamsiyi zeytinyağında veya tereyağında kızartsak da aynı şey olacaktır. Sorun galiba kullanılan yağda değil de hamsiyi yağda kızartarak yeme biçiminde)

Bundan 40-45 yıl öncesi omega-6 kolesterolü düşürüyor diye tüm topluma söyledik. Ayçiçeği ve mısırözü yağlarını tükettirdik. Fakat sonra anladık ki bu yağlar iyi kolesterolü de, kötü kolesterolü düşürdüğü oranda düşürüyor. Bizim kolesterol açısından sağlıklı olmamızdaki unsur iyi ve kötü arasındaki dengedir. İkisini birden düşürürse denge bozulmamış olduğundan herhangi bir iyilik elde etmiş olmuyoruz.

Oran önemli. Omega-6'yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz azıcık omega-3'ü de değerlendirmeden vücuttan hemen atıyoruz. (Omega-3 olmayınca hücre duvarınızı mimarisine uygun onaramıyorsunuz). Vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onunla hücreyi onarıyor. Omega-3 yerine, omega-6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor. Ama bu asit (aynı zamanda) stresin de (tetikleyici) hammaddesidir.

Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor. Biz bunlara trans yağ asitleri diyoruz. Bu yağ asitleri de yine kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapıyor. Diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozuyor ve Parkinson, Alzheimer gibi hastalıklara sebep oluyor.

(Demek ki tek hain şeker değilmiş… Aslında sadece ayçiçeği yağları değil, bütün sıvı ve katı yağlar yüksek ısıda trans yağ asitlerine dönüşebilirler. Fark sadece, zeytinyağının daha fazla ısıya daha uzun süre direnebilmesidir. Bir de zeytinyağı tarla bitkisi yağlarından farklı olarak genel yoğunlukta omega-6 yerine omega-9 yağı içerirmiş. Bunun da sağlık için daha dengeli bir yağ asitleri dağılımı ağladığı söylenebilir; çünkü bünye omega-3 ile birlikte tüm bu yağ asitlerini de kullanma ihtiyacı duymaktadır. Ayrıca ısı teknolojisiyle değil de baskıyla sızdırma yöntemiyle elde edilen zeytinyağı antioksidan etkisi ve hücre onarımında etkin olan E vitamini de içerir. Zeytinyağı ne yazık ki pahalıdır. Ancak, sadece salata ve zeytinyağlı sebzelerde tüketsek bile hem yeterli olacak hem de daha ucuza gelecektir)

ÇAY VE ZEKÂ

Zamanında Türkiye'nin yarısı aptaldır lafı çok tepki yarattı. Bunu bu şekilde ifade etmek hoş olmadı, ama Türkiye'nin yarısında demir eksikliği, kansızlığı var. Demir eksikliği zihinsel (yetersizlik) yaratır. Sonuçta demir üstünden (beyne taşınan oksijen azalmasını) düşünürsek Aziz Nesin haklıydı. Türkiye'de çay tüketiminin de buna katkısı var. Demirin emilimini olumsuz yönde etkiliyor. Ama diğer taraftan çay iyi bir antioksidandır.

"ÇAYI ŞEKERSİZ ve ÖĞÜN ARALARINDA İÇİN!" (Bence bu uygulama alacağımız öncelikli önerilere başkan yapılmalı; çünkü bize beslenme önceliklerimizi her gün hatırlatacak bir örnek olacaktır. Ne de olsa çay içmeden bir günü akşam edenimizi bulmak pek zordur. Ayrıca, yemek üstüne hüpletilmeyen çayı zararlı yapan içindeki şekerdir)

***

Bu ileti alıntılarından yola çıkarak özetlediğim kolesterol ve beslenme doğruları üstüne kendi bildiklerimi parantez içlerine ekledim. Şimdi bakıyorum da paranteze aldığım eklemelerimin yetersizliğinden dolayı biraz daha söyleyecek sözüm kalmış.

Rafine edilmiş veya doğal hâliyle yenen fazla şekerli gıda tüketmek bence de gereksiz bir beslenmedir. İnsanı sigaraya, uyuşturucuya en yakın arkadaşları alıştırırmış... Çocukları da bu tatlı zehre aileleri alıştırır.

"Şekeri az tüketin; yapabilen hiç tüketmesin" derim. Günde 15-20 gramdan fazla tüketilmemesi tavsiye ediliyor. Ancak bunun bilimsel bir ölçütleme gerçekliğiyle saptanabilmiş olduğundan kuşkuluyum. Bu tıpkı sağlıklı kadının 55, erkeğin 70 kilo olması gerektiğini varsaymak kadar bilimsel olabilir. Çünkü her insanın yaşam ortamı ve beden doğasına uygun farklı kiloları olabileceği gibi ayrı miktarlarda şeker yeme ihtiyacı da olabilir. Ortalama bir varsayım olduğunu düşünsem bile kuşkulu bulmaktayım; bu durumda herkesten daha çok meyve ve karbonhidrat tüketen "etyemezlerin", yani bitkisel beslenicilerin sırf bu yüzden sağlıksız olmaları gerekirdi, çünkü her meyve ve sebzede az çok şeker vardır. Belki de esas olan saf şeker ve saf şeker katkılı gıdaları terk etmektir.

Her şeye rağmen insan hareketsiz şehir yaşamında teknolojik lepeşlik içindeyse tüketilen fazla şekerin yağ lifleri tabakası oluşumunu kışkırtarak kalp damar bozulmalarına, içorganların yağlanmasına, tansiyon yükselmesine ve uzun zamanlı etkisiyle de kansere yol açabilir olduğu bilgisi doğru görünmektedir. Bu yüzden tatlı meyvelerden bile günde 200-300 gramdan fazla yenmemesi, ekşi olanlardan da 300-400 gramdan yukarı çıkılmaması bedende toksik birikim yapmayan dengeli şeker için öğütlenmektedir. Tabi ki bu ölçüler yeteri kadar günlük sebzeli, etli, baklagilli ve sütlü gıdalar tükettiğimiz varsayımına göredir. Demek oluyor ki günde iki elma, armut veya muz yemek yeterli olacaktır. Küçük taneli meyveleri de tahmini gram hesabıyla tüketebiliriz. Bunun için örneğin bir kilo ayıklanmış kirazın veya eriğin kaç kâse geleceğine bir bakabiliriz.

Bu arada hep aklımızda olsun ki şeker (fruktoz) her meyvede ve birçok sebzede olduğu gibi limon ve soğanda bile varmış. Bu yüzden şekerli abur cuburları yemeye derhal son vermemiz gerekir ki diğer gıdalardan dengeli biçimde üretebileceğimiz şekerle bedenimizin ve dolayısıyla da ruhumuzun daha sağlıklı olmasına yardımcı olalım. Çok fazla şekerli abur cubur var, çok! Hazır soslar, kekler, pastalar, çörekler, bisküviler, çikolata ve her tür şekerlemeler, meyve suları, helvalı, pekmezli ve ballı yoğurtlar.... say say bitiremeyeceğim galiba.

Her şeye rağmen sırf saf şekerden kaçınmanın sağlığı korumaya yetmediği bilgisini de önemsemeliyiz. Tuzlu ve asitli yiyeceklerden uzak durmalıyız. Özellikle tuz, şeker kadar tehlikelidir. Ayrıca karbonhidratlar insan bünyesi kolayca şekere dönüştürebiliyor. Bütçesi uygun olanlar ekmeği sadece sabahları tüketmelidir. Kızartma yağları, yanık yiyecekler, küf yapmış fakat hâlâ lezzetli olabilen yiyecekler de en az tuz ve şeker kadar tehlikelidir. Bu tehlikeli sağlık bozucuların arasına tütün dumanı ve alkollü sıvı alımını katmak doğru olmaz tabi. Çünkü bunlar gıdadan bile sayılmazlar.

Hazır şeker kan şekerini çok çabuk artırıyor ve pankreas aşırı ensülin salgılıyor. Ensülin şekeri dengelerken ihtiyaç fazlası alınan şeker yağ olarak depolanır. Yükselen kan şekerinin ensülin etkisiyle hızlı düşüşleri de yapay acıkma hissine ve dolayısıyla gereksiz yemeyle obeziteye yol açar.

Şeker ve şekerli gıda tüketimi özellikle karbonhidrat ağırlıklı beslenmeyle birlikte obeziteye, diyabet, kalp-damar ve dolaşım hastalıkları, böbrek ve safra taşları, hipertansiyon, felç, ülser, astım, romatizma, kronik yorgunluk sendromu, kemik erimesi ve bazı kanser türlerine neden olabilmekte ve bu tür hastalıkların seyrini kötüleştirmektedir.

Anlık enerji kullanımındaki tüketim fazlası şeker molekülleri göbek, kalçalar, göğüsler ve bacağın “basen” denen üst kısmında yağa dönüştürülerek depolanır.

Birçok hazır gıdanın içinde "şeker" vardır:

Bisküviler, kekler, pastalar, tatlılar, kurabiyeler ve çörekler yetmiyormuş gibi şeker artık yerli yersiz neredeyse bütün hazır gıdaların içine koyulur hale geldi. Bebek maması, mayonez, ketçap, mısır gevreği, pizza ve hamburger ekmeği, gazlı ve meyve özlü içecekler, sosisler ve hazır meyve suları bile şeker katkılı yapılarak daha çok tüketilmesi hedeflenmiştir.

Yiyeceklerin "içindekiler" listesinde şekerin değişik adlarıyla var olduğunu görebiliriz. Sakaroz, esmer şeker, dekstroz, glikoz, glikoz şurubu, mısır şurubu, nişasta bazlı sıvı şeker, akçaağaç şurubu, meyve şurubu, sorbitol, xylitol, mannitol, maltoz, laktoz, früktoz,melas, turbinado, amazake bal, invert şeker…

Günümüzde hastalık olarak ele alınan aşırı yemekten şişmanlık sorununun kökeninde eminim bebekken ya da çocukken tanışılan şeker ve yağlı karbonhidrat ürünlerinin aşırı tüketimi yatmaktadır.

***

Vücudumuza saf şeker yüklemek tamamen gereksiz bir beslenmedir ve biyolojik "darbe" etkisiyle de çok zararlıdır. Ancak son bilgide damarı tıkayan şeker değil kolesterol fazlasıdır; özellikle LDL yani halk ağzında "lanet kolesterol" denen türdür. Şeker olmasa kolesterol düzeyi ne olursa olsun damar sertliği oluşmaz diyebilmek bence saflıktır. Çünkü insan bünyesi zaten şekeri kendisi üretmektedir; tıpkı kolesterol ürettiği gibi. Şekerin, yani kandaki yüksek şeker düzeyinin günahı kolesterol birikimini kolaylaştırmasıdır. Çünkü şekerin kullanıma hazır enerjisi yüzünden ilk kullanım önceliğini kapmasıyla, aslında enerjiye dönüşmesi beklenen öbür yediklerimiz bünyemizde yağ hücreleri ve kolesterol olarak tutulu kalırlar. Bu yüzden şeker hastası olmasalar bile, damar sertleşmesine bağlı tansiyon ve dolaşım sorunu olanlara tuzsuz olduğu kadar az yağlı ve şekersiz diyet önerilir.

İnsanı şeker hastası yapamasa bile yüksek şekerli beslenme kolesterol yapımına hem hammadde sunar hem de birikimi teşvik eder. Çünkü kolesterol zaten bünye tarafından yağlardan ve karbonhidratlardan yapılan yaşamsal bir şeydir. Sorun, şekerin doğrudan enerjiye dönüşebilmesinden dolayı bünyenin diğer gıdaları enerjiye değil de yağ ve kolesterole dönüştürerek saklama eğilimine geçmesidir.

Diyesim şu ki isterseniz hiç şeker ve şekerli besin tüketmeyin, gene de tükettiğiniz yağlar ve karbonhidratlar (alkol dahil) size kolesterol olarak iade edilecektir. Bu gerçekten yola çıkarak kim diyebilir ki yanında şekeri olmayan kolesterol masumdur, damar tıkamaz, kalbe zarar vermez? Yiyin de görün diyeceğim, fakat görmeye fırsatınız bile olmayabilir hani... Bünyemizin diğer gıdalardan şeker üretmesini durdurabilir miyiz? Bu yüzden, tatlı sevmeyen, şeker yemeyen bir insan canının çektiği kadar yağlı etler ve kızartmalar ve hamur işleri yerse kim diyebilir ki şekeri ve kolesterol düzeyi yükselmeyecektir?

Geçen yıl bende tansiyon yüksekliği oluştu. Herkesin "ne kadar zayıfsın!" diyen şaşkınlıklarını ciddiye alarak 3 ayda 65 kilodan 73 kiloya çıkmıştım. Boyum da 174 cm. Boya uygun olmasına rağmen 8 kiloluk bu yağlanma bünyemin tüm dengelerini bozmaya yetti. Çünkü bünyemin o yaşıma kadar alışık olduğu işlevsel sistematiğini bozmuştum. Şekerden çok yağlı ve sütlü gıdaları daha fazla tüketerek birazcık şişmanlayayım dedim. Tereyağlı sucuklu yumurta; fırında ızgara tavuk kanadı; yağlı sığır eti yahnisi; ballı kaymak yiyip durdum. Bu arada bayağı bir kefir içmeye de alıştım. Bu kefir şişmanlığımda ne kadar rol üstlendi bilemiyorum; ancak kefir benim sık ishal olan sindirim sistemimi düzeltti. Bu rahatsızlık yaratan şişmanlıktan yanıma bir bu kâr kaldı.

Bir gün geldi başım, sırtım, omuzlarım ve bacaklarım rahatsız edecek kadar ağrımaya, kulaklarım uğuldamaya ve arada bir özellikle de sabahları hınkırırken burnum kanamaya başladı. Hekime gittim. Tansiyon yüksekliği görüldü. Kolesterolüm de hafifçe çıkmıştı. Toplamda 20 puan ve LDL düzeyindeyse 10 puan yukarı çıkmıştı. İyi kolesterol dedikleri HDL de 5 birim düşük çıkmıştı. Yani çok da abartılacak bir şey değildi.

On gün düzenli tansiyon ölçümleri yaptım. Yüksek tansiyon eğilimi görüldü. Hekimim bana doğrudan ilaç kullanmak yerine önce beslenme alışkanlıklarımı değiştirmeyi önerdi. Doğru beslenmeyle düzelmezsem ilaç kullanmayı önerdi. Zayıflamamı önermedi çünkü görünürde zaten filinta gibiydim.

Tuzsuz, az yağlı suda pişmiş gıdalar önerdi. Bu arada "katma değer" gıdası saydığı şekerli ve unlu tatlılar ile sucuk salam benzeri ürünleri ağzına sürme dedi. Ben de yaptığım bilgilenme araştırmasıyla öğrendim ki şekersiz ve tuzsuz olsalar bile kabartma tozlu, karbonatlı unlu mamüller ve koruyucu madde içeren hazır gıdalar tansiyonu yükseltici etki yapmaktalar. Bu yüzden tuz, kabartıcı ve beyazlatıcı katkı içeren ekmekten uzak durdum. Ya tuzsuz ekmek, ya da ekşi mayalı köy ekmeğinden azar azar yedim.

Tansiyonum 4 ay sonra dengelendi. Tam tuzsuz ve tam rafine şekersiz ve az yağlı diyete iki ay daha devam ettim. Bu arada hiç hedeflemediğim halde 7 kilo verdim. Şimdi tuzsuz yemeyi sürdürmekteyim. Ancak şekerli gıdaları ara sıra yemeye başladım. Normal yağlı da yemekteyim, sadece oburluk etmiyorum. Peynirin ve etin yağsızını arar olmaktan kurtuldum. Ancak tüm yemeklerimi suda veya kendi suyunda kısık ateşte pişirmekteyim. Yemekler piştiğinde yağını ekliyorum, karıştırıp kapatıyorum.

6 aylık diyetten sonraki kolesterol ölçümlerim:

Kolesterol... 162

HDL.............. 54 (iyi kolesterol)

LDL.............. 82 (lanet kolesterol)

Sağlıklı kolesterol düzeyleri de şöyle olmaktaymış:

Kolesterol ……………………………… en çok 200 olmalı en az 50

HDL (iyi kolesterol)…………………….. en çok 80 en az 35

LDL (lanet kolesterol)………………….. en çok 130 (en azı sorun değil)

Demek artık kolesterol düzeyimi yükseltecek ve dengeyi bozacak kadar fazla kalori sokmuyorum bünyeme. Anladım ki şekersiz beslenmek tek başına bir çare değil. Hem oburluktan kaçınmam, hem de gıdaları yenmeye hazır duruma getirme yöntemlerinin en yalın ve doğal biçimlerini seçmem gerekiyor.

Şeker yemezsen bir şey kaybetmezsin. Hatta kolesterolünü bile kaybetmezsin. Tamam mı canım!

Şekeri tek suçlu sayarsan damarlarındaki kan kolesterol bataklığına döner de benim gibi tansiyonun çıkmazsa ilk kalp krizine kadar fark edemezsin bile...

Tuz ve şekeri doğrudan tüketme alışkanlığını, yani rafine tuzu yiyeceklere katarak tüketmeyi bıraktıktan sonra yakmadan ve kızartmadan ne yersen ye korkma. Sadece oburluk etme diyecektim vazgeçtim; çünkü bu tuz ve şeker katkısı olmayınca, kızartma ve mangal isinin kokusunu açlık nefsine çekmeyince insan zaten oburluk yapamıyor; lokmalar çiğnenmeden yutulamıyor ve insan doyma hissini daha çabuk duyumsuyor.

Böyle bir beslenme alışkanlığı edinip az biraz da kıpırdayıp hareket ettiniz mi tüm hastalıkları def edemeseniz bile en azından kalp damar ve tansiyonun maşallahı olacaktır...

Tuzsuz, şekersiz, kızartmasız ve az yağlı beslenmek bazılarına "tatsız-tuzsuz" bir yaşam seçimi gibi gelebilir. Ancak biraz sabırla bu tür beslenmeyi sürdürebilirlerse şeker ve tuzun ve de yağda kızarmış gıdaların yapay bir ağız tadı oluşturduğunu fark edeceklerdir.

Domatese ekilen tuz domatesin kendine özgü doğal tadını kapatmaktadır.

Çaya eklenen şeker de öyle; çayın kendine özgü tadını ve kokusunu kapatmaktadır.

Tuz ve şeker kendiliğinden oluşturduğu toksin etkisi yanında, daha da beteri ağzı sulandıran ve mide asit üretimini tetikleyen etkisiyle oburluk yaratmaktadır.

Gıdaları olabildiğince kendi doğallıklarına yakın halleriyle ve azar azar tüketmeyi bir beslenme kültürü yapabilince tüm diğer "mucize" sağlık ve zayıflama diyetleri de gereksiz birer zaman kaybına dönüşecektir. Bu durum birçok kişi ve kurumun sağlık kaygısını kullanarak hortumladığı paranın da önünü keseceği için kapitalist liberal ekonomi bu beslenme kültürünü desteklemeyecektir. Siz yağsız, tuzsuz, katkısız ve şekersiz; suda ya da kendi haline pişmiş gıdalara yönelirken reklamlar ağzınızın suyunu akıtan cipsler, içecekler ve hazır gıdaları her yerde gözünüze ve kulağınıza sokacaktır. Ve gene her koldan "şu ottan, şu çekirdekten yiyin karaciğerinizi koruyun, mide ülserinizi iyileştirin, hatta kanseri yenin" gibi abuk subuk öneriler alacaksınız. Maksat sizin paranızı kapmaktır. Hastalıklar yiyeceklerle tedavi edilmezler. Yediklerimiz bizi sadece hastalıklara karşı daha dirençli olmaya hazırlar. Bunun da en emniyetli ve ucuz yöntemi yalın, doğal, mevsime uygun ve azar azar beslenmenin yanında yeterli uykudan sonra bedeni harekete geçiren bir yaşam biçimini seçmektir... Bu yaşam biçiminin belirleyici unsurları olan ilkesel bilgilerden aklımdakileri paylaşıyorum:

*Ekmeği sadece kahvaltıda tüketin; bunun dışında ekmek yemeyin.

*Sebzeli yemeğin yanına pilav yapmışsanız ekmeği kaldırın.

*Etli yemeklerle ekmek yemeyin. (tabi ki gözleme de yemeyin) Lezzet duyumu açısından yemeden duramıyorsanız bari ekmeği az eti çok lokmalarla yiyin. Elbette ara sıra etli ekmek, etli pide ve ekmek arası balık veya köfte keyfi yapıalbilir.

*Et ile birlikte karbonhidratı düşük sebze yiyin. (patates, pilav ve baklagiller etin yanında sağlıklı beslenmeye uygun değildir)

*Baklagilleri etsiz pişirin ve ekmeksiz yiyin. Asla bir tabak dolusu pilav üstüne iki kepçe kuru fasulye ya da nohut döşeyip yemeyin. Burada hem pilav hem fasulye ya da nohut toplamı bir yiyimlik (hepsi tek porsiyon) olmalıdır. "Benim yiyimliğim tepeleme bir tabak" diyerek de dalganızı geçmeyin. Böyle bir yemeği salata, sebze ya da meyve sağlıklı dengeleyecektir.

*Ekmek yerine sert buğday irmiğinden yapılmış makarna yiyin. Örneğin sebze ve et yemeklerini ekmek yerine makarna ile tüketin. Üstelik makarna kilo hesabına vurunca ekmekten çok daha ucuz ve çok daha besleyicidir.

*Tatlı yiyecekseniz yemekten sonra değil de hemen öncesi fakat yavaş yiyin.

*Hamur işi bir tatlıyı, börek, pide, pilav, makarna, yağlı et gibi karbonhidrat zengini yiyeceklerden ne önce ne de sonra yiyin.

*Meyve yiyecekseniz altına üstüne asla hamur tatlısı yemeyin. Aslında hamur işi tatlıyı hiç yemeyin daha iyidir.

*Meyveyi kan şekeri dengesini bozmayacak yeterlikte ve ayarlayabildikçe ara öğün olarak yiyin.

*Sebze ve etin peşinden sütlü bir tatlı yiyecekseniz sebze ve et ile birlikte ekmek yemeyin.

*Tatlı yiyecek olarak meyveyi ya da fıstığı fındığı olmayan dondurma yemeyi seçin.

*Yoğurt ve sütü ara öğün olarak yemeye içmeye gayret ediniz. Tabi hem hamur tatlısını hem yoğurt ve sütü bir anda yerseniz bu artık ara öğünden çıkmış "ana" öğüne dönmüş olacaktır.

*Çay içeceklerini şekersiz olarak yemeklerden iki saat sonra ya da önce içmeye çalışın. Çay içimini kekli, börekli ya da pastalı bir ara öğüne çevirmeyin. Çayın yanında kuru meyve yiyebilirsiniz.

*Günde iki kereden fazla ara öğün gıdası almayın.

*Kahvenizi az şekerli için ve yemeklerden sonra içiyorsanız sadece bir fincan içmeye gayret edin. Kahve kalp atışlarını yükseltici etkisinden dolayı tansiyonu da yükseltebilir.

*Yukarıdaki ilkelerle uyumlu beslenmeye başlayınca kahvaltınızda her zaman bir tane az haşlanmış yumurta bulundurun. Ve en can alıcı ilke asla sıkı bir kahvaltı yapmadan güne başlamayın.

*Uygun gıdalarla doğru besleniyor olsanız bile her gıdanın sindirim ve sindirim sonrası toksinleşme ve toksin üretme etkisi gene de olacaktır. Çünkü yediklerimiz enerji ve başka yaşamsal elementlere dönüşürken sindirim sistemi ve bünyedeki sonul kullanım noktalarında moleküler temelde kimyasal bozulmaya uğrarlar. Bu kimyasal sürecin ister istemez toksin atıkları olacaktır. Bünye bu atıkları akciğerler, idrar, dışkı, yellenme ve terleme yoluyla def eder. Beslenmenin toksik etkisini azaltmanın en etkin zamansal unsuru günlük enerji kaynağımız olacak gıdanın yarıya yakın kısmını kahvaltı vaktinde alabilmektir.

*Etli gıdalar başta üre olmak üzere bünyenin toksin üretimini kamçılar. Bu yüzden et tüketimini öğlen vaktine almak daha doğru olmalı diye düşünmekteyim.

*Akşam yemeklerini sebze ve karbonhidrat ağırlıklı seçin. Böylece uyku sırasında bünyeniz çok fazla toksin depolayıp bekletmek zorunda kalmaz. Def edilemeyen toksinlerin hasar yapma etkisi daha yüksek olacaktır. Bu yüzden alkol alımını uyku vaktinden birkaç saat önceye çektiğinizde uyandığınız zaman başınız ağrımayacaktır.

*Çok yağlı, tuzlu ve oburca yemeyeceğiniz için, üstelik yemekleriniz suda ya da kendi suyunda pişmiş olacağı için çok fazla su ihtiyacınız olmayacaktır. Bu yüzden günde en az iki buçuk litre su içme önerilerine uyabilmek için günlük suyunuzu ölçüyle taşımanıza gerek kalmayacak. Artık susadıkça istediğiniz kadar içeceksiniz.

*Alışveriş sırasında bir hazır gıda paketine elinizden önce aklınız uzanmalıdır. Üretim kaynağından, üretim ve saklama koşullarından ve içeriğinden emin olamadığınız gıdalar al-benili sunumları ve bazan da indirimli fiyatlarıyla nefsinizi kandırıp kendilerini satın almanız için yalvaracaklardır. Bu yüzden rafa elinizden önce aklınız uzanmalı. Her aldığınız gıdanın üretim yeri, tarihi ve içindekileri bilmelisiniz. Bu kadar titizlenmeye rağmen gene sağlıksız gıdalara rastlayabilirsiniz. Çünkü Sağlık Bakanlığı'nın her yıl yaptığı gıda güvenliği araştırmasında bebek mamalarının bile yüzde yedisi sağlığı bozucu kurşun içermektedir. Baharatlarda, özellikle açık ve markasız satılanlarda, kanser yapıcı aflatoksin (bir tür küflenme) yüksek çıkabilmektedir. Sucuk salamlara bile atılacak etler ve sakatatlar katılabilmektedir. Bana sorarsanız ve eğer şehirde yaşamak zorundaysanız beslenmenizi olası en yalın biçimine indirgeyin. Böylece sağlıksız gıda tüketme olasılığınız iyice düşmüş olacaktır.

*Eğer kilo alıyorsanız diyet reçetesi aramayın. Kahvaltı dışında kalan enerjisi yüksek gıdalarınızı azaltarak kendinizi sağlıklı ve dinç hissettiğiniz kiloya geri dönün.

*Tüm bu gıda seçimleri ve sağlıklı tüketim biçimleri sağlığı yerinde insanların uyması gereken önerilerdir. "Sağlıklıysam beslenme alışkanlığımı neden değiştireyim ki?" gibi kendinizi kandırıcı bir hileli mantık yürütmeyin. Çünkü dengesiz gıda alımı ve yanlış beslenme yöntemi sağlığınızı çaktırmadan yıllara yayarak bozacaktır. Dengeli gıda ve sağlıklı beslenme yöntemi bu sinsi bozulmanın önüne geçmek ve olası gelip geçici bazı rahatsızlık ve hastalıklara bünyenizin zorlanmadan karşı koyabilmesi içindir. Örneğin doğru beslenmekte olan bir insanı beş altı gün biraz keyifsiz bırakan aynı grip virüsü kötü beslenen bir insanı daha fena çarpar; hatta bazan tuşa getirip ölümcül hasta bile yapabilir.

*Bazı hastalıkların özel diyetleri olabilir. Bu hastalar hekimlerinin önerilerine uygun seçilmiş gıdaları tüketmeye özen göstermelidirler. Ancak hastalığa göre gıda türü değişmiş olsa bile gıdaları yiyecek yapma (pişirme biçimi ve yalınlık gibi) ve beslenme yöntemleri (çiğneme, tıka basa yememek gibi) aynı kalmalıdır.

*Eğer sağlıklı beslenme yöntemine uygun dengeli ve yeterli yiyip içmenize rağmen kilo kaybediyorsanız gecikmeden bir hekime başvurun.

Yukarıdaki beslenme ilkelerine çocukların önünde uymayan büyükleri ahlâken kınanması gereken kötü örnekten saymaktayım. Tıpkı oruçlu insanların önünde göstere göstere mangal partisi vermek gibi ayıplanmalılar. Bu konuda ne kadar iyi bir örnek olmaya özensek bile çocuklar gene de özendirici reklamların kışkırtmasına dayanamayıp işe yaramaz abur cuburlardan yiyeceklerdir. Yasak onları asla durdurmayacaktır; aksine kışkırtıcı bile olabilecektir. Yapılabilecek tek şey hazır meşrubat dahil abur cubur gıdayı evde bulundurmamaktır. Doğru olan, sağlıklı ve dengeli beslenmeyi bir aile kültürü yapmaktır. Ve en önemlisi ana yüreğini sömüren bakışlara aldanıp da çocuğunuza ekmek arası ketçaplı mayonezli patates kızartma ve köfte hazırlamayın. Asla yemeğini gazlı içeceklerle tıkına tıkına yemesine izin vermeyin. İkinci tabak pilav üstü et istemişse kuşkulanmalısınız. Midesini sevdiği pilav üstü etle doldurup sebze yemeğini atlamayı planlamış olabilir. Bu durumda sebzesini yedikten sonra istediği kadar pilav üstü etten yiyebileceğini teklif edin.

Buzdolabında yenilmeye hazır taze meyve ve süt bulundurun. Ağzı kapalı küçük kâselerde az şekerli sütlü tatlı bulundurun. En iyisi yaz kış dondurmadır. Çocuk canı çektikçe bunlardan yiyebileceğini bilmeli. Bunlardan yiyip içmeye alışırsa çocuğun çikolata, gofret, cips ve gazoz gibi zararlı hazır abur cuburlara olan iştahı körelecektir.

Bir de kahvaltı için acımasız olmalısınız. Çocuk ne kadar isteksiz olsa da kahvaltısını yapmadan dışarı çıkmasını engelleyin. Hatta okula geç kalacak olsa bile hazırlamış olduğunuz kahvaltısını bitirmeden koyvermeyin. Gerekirse kapıyı kilitleyip anahtarı yutun. Disiplin ve kararlılık onu zamanla alıştıracak ve kahvaltı için yeterli zamanı olacak biçimde uykudan kalkacaktır.

Eğer ucuz ve sağlıklı beslenme isteğiniz depreşmişse uygulanabilir ilkeleri listeleyip bir ucundan başlayın gayrı...

Ya da geçin televizyon karşısına, açın buz gibi bir kolalı gazoz, götürün çıtır çıtır cipslerle... Akşama da tavuk kanatlarını cızlatın ocak ızgarada ya da uygun yeriniz varsa mangalda; bir de aslan sütü çekin yanına... Mayonezli Rus-salatasını ve koyun sütünden tam yağlı eski beyaz peynirin yanında bal gibi kavunu da unutmayın... Olacaksa tam olsun şeker ve kolesterol keyfiniz...

Muharrem Soyek

***

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..