Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

31 Ocak '12

 
Kategori
Eğitim
 

Sen hiç kendini sürgünde hissettin mi?

Çocuksun, daha oyun çağında ve yaşamın ne demek olduğunu anlamadan, yaşamın acımasız yüzüyle karşı karşıya geliyorsun... Yaşıtların annesinin, babasının, kardeşlerinin, yakınlarının ve arkadaşlarının yakınında onlarla içiçe “çocukluk”larını yaşarken, sen bilmem hangi şehrin bilmem hangi okulunda yatılı okumak zorundasın.  Yıllarca orada şekillenip, orada büyümek ve orada “adam” olacaksın...

Kabullenirsin, çünkü koşulların seni  zorluyor, çevren seni zorluyor ve yaşamın kendisi seni mahküm etmiştir... O da yetmiyor... Çocukluktan kurtulmak, genç olmak, gençliğin sorunlarına eğilip kendini kanıtlamak istemişsindir... Bu kezde sen birilerinin istediği “adam” olmadığın için baskılara, korkulara, işkencelere, horlanmalara ve hırpalanmalara maruz kalacaksın, oda yetmeyecek,  bilmem şu ilin şu okuluna gideceksiniz diyecekler sana,  gideceksin, çaresi yok...

Adam oldum, herhangi bir üniversite bitirdim, artık yurduma, ulusuma, halkıma yararlı olacağım dediğin de karşına önce askerlik, o da olmazsa sarı, turuncu, kırmızı fişler çıkarırlar. Orada yazılı olanlara göre “ne kadar yurtsever olduğun” kanıtlanır, ona göre, işe alınıp alınmayacağına karar verilir... O kayıtlarda “onların” istediği şekilde yontulmamışsan, sana yine uzak diyarlar işaret edilir ve ülkene, ülkenin insanına yararlı olman engellenir...

Yurtseverim, bari asker yada polis olup yurdumu “düşmanlardan” kurtarayım, “vatanıma, milletime yararlı bir evlat olayım” demeye kalkarsın. Önce kökenini, sonrada geçmişini sorgularlar. Öyle yada böyle koşullarına uymazsın, o da yetmez,  bedelli yapacak gücün olmadığı için, zoraki askere gidersin.

Kaç üniversite bitirirsen bitir, kaç dil bilirssen bil, ne kadar sporcu olursan ol, orada onların kurallaraın uymadığın sürece “acemisin”... Başına da koyarlar okuma yazması bile olmayan bir er, işte o zaman vay haline... Demekki, “vatanını çok seviyorsun, askerlik yapmaya gelmişsin”, gençliğini başına yıkarlar... Onunlada yetinmezler, senin ülkenin neresinde hangi koşullarda ve nasıl bir asker olacağına da onlar karar verir... Sınır bölgelerine de yanaştırmazlar, olur ya, eğer yanlışlıkla oralara düştüyse yolun, hemen bir yazılı emirle iç bölgelere naklederler seni.... Bununla da bitmez çilen... Artık sen asker değil, güvenilmez ve bir şüphelisin, sonunu ne bekler belli olmaz.... Ve işte o zaman pişman olursun o ülkenin yurtaşı olduğuna ve isyan edersin o ülkeye hizmet etmek için yarıştığına...

O da yetmez, daha çekeceklerin var.... Bir meslek edinmişsin, öğretmen, mimar, fizikçi, avukat, hakim ya da biimem ne.... Görev istersin, yurduna,  ülkene, ülke insanına yararlı işler yapmak için kendinden emimsindir.  Özgüveninle çalmadığın kapı kalmaz.. Birileri dış görüntüne takar kafayı, rengine, sesine ve duruşuna ... Birileri nerden geldiğine ve nereye gittiğine... Diğeri inancına ve kökenine.. Herbirinin vardır kendine göre haklı bir nedeni ve gösterirler kapıyı nazikçe hemde kibarca...

Bıkmazsın, anlamamazsanda asıl nedeni, aramaya sormaya devam edersin ve bulursun birşeyler...  Alınırsın işe ve başlarlar kendilerine göre kuralları saymaya, ilk günden itibaren yapmak ve uyman gerekenleri... Özgür ve özgüvendesin onların kurallarına uyduğun sürece...

Alındığın işe gönül vermişsindir, idiallerin vardır, ulaşmak istediğin hedeflerin geçer kafanda, verimli ve yararlı olmanın tüm yollarını bilirsin... Ama sınırlar çizilir etrafına, katı kurallar konur önüne, yapamazsın yapacaklarını, kaldıramazsın kafanı baskılardan ve kaçmak istersin oralardan... Dayanırsın, baş kaldırırsın ve sonun olur bu “diklenmen”... Ve artık bir asisin ve gönderilmen gerekir... Artık yolculuğa çıkma zamanı gelmiştir... Kendini yine yollarda bulursun, başka diyarlra, uzak yerlere gitmek için...

Bu ülke beni anlamadı, en iyisi uzağa gideceksem, demokrasi ve özgürlüklerin olduğu bir başka ülkeye gitmek daha iyi olur diye düşünürsün...  O uzak yer,  bilmediğim , tanımadığım bir yer olsun dersin ve öfkeyle, kızgınlıkla düşersen yollara... Aslında, seni istemeyenlerin isteğinin de bu olduğunu sonradan farkedersin...

Bulursun kendini bilmem hangi ülkede, çağdaşlığın, demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin en dorukta olduğunu sandığın...

Yanıldığının farkına kısa sürede varacaksın, ama iş işten geçmiştir. Önce konuşmana takarlar, saçlarının ve teninin rengini sorarlar iğnelercesine... O da yetmez kategorilere ayırdıkları işlerden “sana uygun olanını” gösterirler...  o an birkez daha anlarsın, insanların  geldikleri ülkelere göre sınıflara ayrıldığını, ona göre değerlendirildiğini...

Ve anlarsın hem öz yurdunda sürgünde olduğunu, hemde yurdışında sürgünde yaşadığını....  İçin acır, doğuştan ölüme dek sürgün yaşamanın sana verilen bir ceza” olduğunu düşünerek....

İsmail Özşahin / 31.01.2012

 
Toplam blog
: 9
: 275
Kayıt tarihi
: 05.01.12
 
 

Eğitimci Egitim Yüksek Okulu Nigde / Egitim Yüksek Enstitüsü / Sailer Institut Köln C..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara