Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Sen ne istersen canım...

İki eli de marketten yaptığı alışverişlerle dolu bir şekilde evin merdivenlerini çıkıyordu. Kendi katlarına geldiğinde her akşam olduğu gibi eşini daire kapılarının önünde onu bekler buldu. Gülümseyerek bakıyordu ona. ”Hoşgeldin canım” diyerek hemen elindeki torbalara uzandı. Onları elinden alıp mutfağa doğru giderken “ Sofra hazır canım çorbaları koymamı ister misin?” diye seslendi. Deli gibi acıkmıştı zaten. “Koyabilirsin. Ellerimi yıkayıp hemen geliyorum” diyerek, kapıyı kapattığı gibi banyoya yöneldi. Ellerini ve yüzünü yıkayıp mutfağa girdiğinde her akşam olduğu gibi mükemmel bir sofranın kendisini beklediğini gördü. Hiç vakit kaybetmeden masaya oturdu ve çorbasından bir kaşık alıp ağzına götürdü. “ Nefis olmuş. Ellerine sağlık.” diyerek eşine baktı. Ona “Afiyet olsun canım.” karşığını verirken her zaman yaptığı gibi gülümsüyordu.

Onunla karşı komşuları Ayten ablanın yoğun ısrarı ile görücü usülü tanışmışlar ve iki ay gibi kısa bir flört dönemi sonrasında hemen evlenmişlerdi. O da kendisi gibi iktisat fakültesi mezunuydu. Fakat iş bulma konusunda şansı onun kadar yaver gitmemişti. O bir tanıdıkları aracılığıyla iyi bir şirkette iş bulup kariyer basamaklarını çok hızlı bir şekilde tırmanırken eşinin okulu sonrası yaptığı tüm iş başvuruları olumsuzlukla sonuçlanmıştı. Birbirlerini daha tam tanımadan hızlı bir şekilde evlilik kararı almış olmaları ve evlendikten sonra onun çalışmasını istemiyor olması, onun da bu kararını hiç karşı çıkmaksızın büyük bir anlayışla kabul etmesi nedeniyle az tereddüt etmemişti aslında. Etrafındaki örneklere bakarak zor bir süreç olabileceğini düşünmüştü özellikle de birbirini yeterince tanımayan iki insanın birlikte bir hayatı paylaşmaya başladıkları o ilk günlerde. Ama sonuç korktuğu gibi olmamıştı. Mükemmel bir eş olmuştu ona, her şart ve koşulda hep yanında yer almış, bugüne kadar hiç bir kararına itiraz etmemiş, aralarında herhangi bir konuda en ufak bir tartışma bile yaşanmamıştı. Ev de neye ihtiyaç duysa, elini attığında ve sorduğunda hep hazır bir halde bulurdu.

Bekarken sakin bir şekilde akıp giden deresinde, evlendikten sonra da en ufak bir taşa bile rastlamamıştı. Dere akıp giderken birisi daha suya girmiş, onun arkasından sessizce yüzerek geliyor gibiydi. Aslında yüzmek de değildi bu. Çünkü yüzmek bir eylem gerektirirdi. O daha çok, hiç bir çaba göstermeksizin kendini akıntıya bırakmış onun peşinden akıntıyla birlikte geliyor gibiydi.

“Yemekten sonra ne yapalım?” diye sordu ona. Her zaman ki gibi “Sen ne istersen canım” diye karşılık verdi. İlk yıllar da hoşuna giden bu cevap son zamanlar da onu artık rahatsız etmeye başlamıştı. Hiç bir zaman kendi düşündüğünü söylemeye ihtiyaç duymuyordu. Hiç bir zaman kendi isteğini belirtmiyordu. Gerçek değildi sanki. Gerçek “o” diye biri yoktu artık. Sanki hareket eden bir vücut vardı karşısında. İradesi, isteği, kendine ait bir ruhu olmayan boş bir vücut.

Önündeki yemek tabağını alıp, tatlı tabağını bırakırken ellerinden tutup ona “İçindeki "ben" nerede senin? Nereye sakladın, nereye hapsettin onu? ” diye bağırmak geldi içinden. Tuttu kendini. Yapmadı. Yapamadı. Ona bu özgürlüğü vermek isteyip istemediğinden, onu kendi rolüne yardımcı olan bu rolden çıkartıp, kendisi gibi bir başrol vermek isteyip istemediğinden emin olamadı. Önünde duran o çok sevdiği cevizli kabak tatlısından bir çatal alıp ağzına götürdü.

06 Nisan 2008
Haşim Arıkan
http://hasimce.blogspot.com/

 
Toplam blog
: 110
: 1108
Kayıt tarihi
: 05.02.07
 
 

Kimliksiz bir yazanım aslında... Bazen benim, bazen senim, bazen de herhangi biriyim. Belki d..