Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '11

 
Kategori
Sosyoloji
 

Serbest pazar muhafazakarlığı, dadı devlet ve demokrasi

Serbest pazar muhafazakarlığı, dadı devlet ve demokrasi
 

Yerel ve küresel sermaye, ülke, bölge yönetim sürecinde iki yönteme başvurur. Bunlardan ilki zor, kuvvet, baskı yöntemidir; emekçi halka tüm tavizleri reddeden yöntemdir; tüm eski ve gününü doldurmuş kurumları destekleme yöntemidir. Reformları uzlaşmaz biçimde reddetme yöntemidir. İkincisi, özgürlükçülüktür, yani siyasal hakların gelişmesine doğru reformlara, tavizlere vb doğru adımlar yöntemidir.  

Yerel ve küresel sermaye, bir yöntemden ötekine bireylerin kötü niyeti yüzünden ve keyfi olarak değil, temel olarak kendi durumunun çelişkili karakteri nedeniyle geçer.  

“Diktatörlük devlet iktidarından başka bir şey değildir; demokrasi ise, yalnızca hükümet biçimlerinden biri, bu iktidarı kullanma yöntemlerinden biridir. Demokrasi şu anlamda diktatörlükten ayrılmaz, devlet iktidarı olmadan tek başına demokrasi varolamaz. Öte yandan, devlet iktidarı, demokrasiyle ortak hiçbir yanı olmayan yöntemler kullanabilir.  

Burjuva demokratik yönetim yalnızca kapitalist sosyo-ekonomik sistem nüfusun çoğunun etkin ya da pasif desteğine sahip olduğu zaman olanaklıdır. Ancak sermayenin (burjuvazinin) iradesi, burjuvazi her ne kadar sömürülenlerin, ezilenlerin taleplerini hesaba katmaya zorlansa da sözcüğün tam anlamıyla hiçbir zaman sömürülenin iradesiyle aynı olamaz. Burjuva demokrasisi koşulları altında “egemen çoğunluk” her zaman için yalnızca egemen sınıfın kendisinin yani görünüşte halk adına, ancak aslında kendi çıkarları doğrultusunda yöneten burjuvazinin çoğunluğudur. Eğer devlet içinde siyasal iktidar, çıkarları çoğunluğunkilerle uyuşan bir sınıfın elindeyse, bu devlet gerçekten de çoğunluğun iradesine uygun olarak yönetilebilir. Ancak eğer siyasal iktidar, çıkarları çoğunluğun çıkarlarından ayrılan bir sınıfın elindeyse, çoğunluğun egemenliğinin herhangi bir biçimi çoğunluğun aldatılması ya da baskı altında tutulmasına zorunludur. Her burjuva cumhuriyeti bu çeşitten yüzlerce örnek sağlar.  

Burjuva demokrasisi altında devlet gücü burjuva sınıfının bir çoğunluğu tarafından kullanılır. Kafa ve kol emekçilerine ve toplumun öteki sömürülen unsurlarına belirli sınırlar içinde seçimlerde oy kullanma hakkı tanınır, ancak bunların toplumsal işlerin yürütülmesinde yer alması bütünüyle engellenir. (işçi bir çalışma bakanı, sanatçı bir kültür bakanı, köylü bir tarım bakanı ya da milletvekili asla görülmez, parlementolarda işçiler, köylüler, işsizler, yoksullar asla yoktur; sanayi ya da tarım işçisinin hükümet içinde önemli bir görev alması ise asla beklenemez). Parlemento da olmaları bir yana, gerçek temsilcilerini seçme fırsatı bile tanınmaz. Çünkü, her şeyden önce seçmene ancak birkaç yılda bir kere başvurulur ve o zaman bile seçmen kendisinin atamadığı adaylar için oy kullanır; ikinci olarak, adaylarca sunulan siyasal programlar propaganda ile ve yalnızca propaganda ile doludur. Hükümetin asıl işi, hiçbir seçmenin birey olarak söz sahibi olmadığı hükümet kurumlarında yürütülür. En yaşamsal ve önemli konularda bile halka sorulmadan, bilgi verilmeden ve onun görüşü alınmadan gerçekleştirilir. (Örneğin, özelleştirmeler, savaş kararları, halkla yakından ilgili yasalar vs) Çünkü, seçmen seçimini yapmıştır ve milletvekillerini seçmiştir, bu kadarı yeter.  

Batılı tipte demokrasinin idealleştirilmiş örnekleri bir egemen çoğunluk ve sadık bir muhalefet azınlığı tablosuna dayanır. Muhalefet azınlığın, egemen çoğunluk politikasını uygulamada başarısızlığa uğradığı taktirde iktidarı teslim almak için bir yedek hükümet olarak görülür. Egemen çoğunluk ve sadık muhalefet azınlığı, ayın ekonomik ve siyasal hedeflere yönelir, ancak bu hedeflere ulaşmak için başvurdukları yolları farklıdır. Böylece bu egemen sınıfın kendisi için bir demokrasi olur, sağladığı düşünce ve farkı yaklaşımlar özgürlüğü kapitalist çerçeve içerisinde kalır.  

Egemen sınıfın homojen olmadığı ve belirli ölçüde bağımsızlığa sahip olan kapitalist devletin, hiçbir şekilde, ayrıcasız tüm mülk sahiplerinin çıkarlarını ifade etmek zorunda olmadığı düşünüldüğünde, egemen sınıf içerisinde çok zaman meydana gelen fikir ve çıkar çatışmaları, beklenen bir şeydir. Sadık muhalefet, sosyal demokrat partilerce temsil edildiği zaman bile kapitalist sisteme karşı hiçbir almaşık önermez.  

Görülmektedir ki, egemen sınıf içerisindeki çeşitli gruplar arasında yalnızca ekonomik alanda değil, siyasal alanda da şiddetli bir mücadele olabilir. Orada da güçlüler, toplumsal tabanı olanlar, siyasal erke devlete egemen olma oranları yüksek olanlar, daha zayıfları yok ederler. (uzan, toprak, vs) Devlet gemisinin yönetilmesini devralmak için mücadele eden çoğunluk ve azınlık bir ve aynı sermayenin iki hizbinden başka bir şey değildir. Burjuva demokrasisi altında, siyasal alandaki bu mücadele önemli sosyo-ekonomik sonuçlar doğurmaz. Çünkü bu mücadelenin sonucu ne olursa olsun, devlet iktidari egemen sınıfın elinde kalır. Burjuva demokrasisinin özünü bu çoğunluk ve azınlık girişimlerine indirgeme girişimi, ONUN SÖMÜRÜCÜ KARAKTERİNİ GİZLEME ARZUSUNU İFADE EDER. Seçimler yolundaysa, sorun yoksa, boykot yoksa kimin kazandığı önemsenmez ve rahat uyurlar. Sonuçta bilimsel bakış açısından düşünülür; bu durumda ya sömürenler ve sömürülenler arasındaki ilişkiden hareket edilir ya da liberal burjuva demokratik açıdan düşünülür; ve bu durumda çoğunluk ve azınlık arasındaki ilişkiden hareket edilir.  

Burjuva demokratik siyasal rejimler altında; devlet iktidarı egemen sınıfın çoğunluğunun iradesini ifade eder.bu çoğunluk bir bütün olarak ve sürekli HALKIN, MİLLETİN İRADESİ GİBİ GÖSTERİLMEK İSTENİR. Bu yanılgı kapitalist ülkelerde yaygınlık kazanmıştır. Çünkü, yetişkin nüfusun çoğunluğunun seçim sürecine katılması, seçimde kazanan burjuva partisinin seçmenlerin çoğunluğundan bir hükümet kurma yetkisi aldığı izlenimi yaratır. Egemen sınıfın büyük propaganda mekanızması, basit halkın kafasına bu yanılgıyı ekmek ve sürdürmekle meşguldur. ABD’li Profesör Harvey Wheeler, “Halkın karar oluşturması olanaksızdır, ancak rızası vazgeçilmezdir. Karmaşıklık, demokrasiyi, siyasetin somut sorunlarından ve halktan uzaklaştırdı. Bugün ağırlığını sürdürdüğü tek yer, halkın seçimle işbaşına gelen memurlarıyla ilişkisidir. Bu süreç ilişki ve yanıltma sorunlarla karşılaşırsa, halk ve önderleri gelişir ve güçlenirse, abd de olduğu gibi yeni bir halk oyuna dayanan başkanlık yönetimi biçimi olur. Bu nedenle bunlar, doğrudan ya da dolaysız demokrasiyi asla benimsemezler. Özünde yinelersek, demokrasi bir devlet biçimidir ve devlet çeşitlerinden biridir. Bunun sonucu olarak, bir taraftan her devlet gibi kişilere karşı örgütlü, sistematik kuvvet kullanımını temsil eder. Doğrudan demokrasinin kimi kurumları örneğin referandumlar kullanılabilir, ancak bunlar çok zaman gerici siyasal rejimler ve iktidarlarca parlementoyu atlatmanın/aşmanın bir yolu olarak kullanılır.  

Bu oyunların aldatmaların yanılgıların yanında, tekellerin adaylarını desteklemek için, cömertçe sağladıkları paranın çok önemli bir rolü vardır.  

Cumhuriyet ten vazgeçişin ekonomipolitiği 

Sanayı kapitalizm döneminde özgül yönetim biçimi, demokrasinin karakteristiği cumhuriyet idi (demokatik cumhuriyet), bu sırada monarşi demokrasinin anti teziydi. Ancak daha sonra, kapitalizm emyeryalizm yönünde gelişmesiyle cumhuriyetçi ve monarşik hükümet biçimleri arasındaki ayrım kayboldu. Hatta giderek demokrasinin toptan yıkımı olan faşizmi de buna ekleyebiliriz. Georgi Dimitrov, faşizmin iktidara gelişi, basitce bir burjuva hükümetini yerini bir başkasının almasını değil, burjuvazinin sınıfsal egemenliğine dayalı bir devlet biçiminin/burjuva demokrasisinin/ yerini, bir başka biçiminin, açık terorist diktatörlüğün almasıdır. Faşizmin kuruluşu, burjuvazinin devlet iktidarının özünü değiştirmez, sosyoekonomik sistemin karakterini değiştirmez. Faşizmin kurulmasıyla, burjuvazinin en gerici ve saldırgan unsuru ön plana çıkar ve doğrudan baskıya dayalı ve hukuk dışı bir rejim kurar. Bunu kimi kez, hukuku faşistleştirip, hukuka uygun duruma getirir. Yani faşizm, hukuksallaşır.  

Sonuçta, burjuva demokrasisinin biçimsel eşitliği, gerçek eşitsizliği ve yoksul ile zengin arasındaki uçurumu derinleştiren sömürüyü gizlemek için bir yasa perdesinden başka bir şey olmaz. Yani, kapitalist ülkelerde yaşayan nüfusun ezici çoğunluğunun gerçek ekonomik köleliğini ve eşitsizliğini gizlemek içindir. Sömürme özgürlüğü, demokratik diktatörlük ile gizlenir.  

Emperyalizmin/kapitalizmin başlıca siyasal eğilimi gericiliktir. İç ve dış politikada demokrasinin ihlaline, gericiliğe yönelir. Demokrasiyi bir yanılsamaya çevirir ve aynı zamanda emekçi halkta demokratik amaçlar, hedefler doğurur. Emperyalizm her zaman saldırgan ve otoriter olmuştur, özellikle bugün böyledir. Ne varki özünü serbestçe açığa vuramaz, çünkü ulusal ve uluslar arası ölçekte direnişle karşılaşır. Emperyalizmin/kapitalizmin özündeki gerici eğilim ve sık sık gericiliğe yönelişindeki bu olgusal özellik, gerici güçlerin süreç, eğilim ve dinamiği ile kapitalizm dinamiğinin örtüşmesi ile ilgilidir.  

Demokrasi serbest rekabet, siyasal gericilik ise, tekelci kapitalizmin yöntemleridir. Emekçi halkın bilinç, örgütlülük ve direniş yeteneği geliştiği ve kapitalist bunalımların baş gösterdiği dönemlerde, genel olarak daha fazla sağ a kayma, faşizme yönelme ve aynı zamanda gericilik yönünde güçlü bir eğilim oluşmuştur (İtalya, almaanya, Japonya, Portekiz, ispanya, sonraki dönemlerde, şili, yunansitan, Türkiye, )  

Gerici bir darbe halktan bir ölçüde destek sağladığı zaman, bu, demagojinin, yalanın, aldatmanın işlediği, mülk sahibi olmayan küçük burjuvazinin ve toplumun sınıflar dışına sürülmüş çeşitli unsurları gibi nüfusun daha gerici kesimlerini aldatmanın başarıldığı anlamına gelir. Nüfusun oldukça geniş kesimlerince desteklenmiş bu tür darbelerin en tipik örnekleri İtalya’da (1922 Ekim), Almanya’da 1933 Ocak) Yunansistan (1967), Bolivya (1971, Şili (1873) Türkiye (1971, 1980, 1990).  

Nazi Liderlerinden biri, Hermann Goering, İngiliz elçisi Neville Henderson’la yaptığı özel bir konuşmada şöyle demiş : bir karar alınması gerektiği zaman, hiç birimiz durduğumuz yerde taş parçalarından daha fazla hesaba katılmayız. Karar veren tek başına führerdir.” Soru şudur; peki o kime, kimlere göre kararlar veriyordu?  

Bugün diktatörlük ve otoriter rejimlerin liderleri, uzman küresel danışmanların yönlendirmeleriyle, böyle bir açıklığı göze alamıyorlar. Demokrasiyi tahrip ederken, rejimin asıl karakterini gizlemek için demokrasinin bazı gösterişli yönlerini koruyor (sözde parlamenterizm, çok partili bir sistemin sürdürülmesi, vb) ve sosyal demagojiye girişiyorlar. Franko, terörün açıkca egemen olduğu ülkesinde alay edercesine, “ organik demokrasi!den sözediyordu.  

Temel anayasal hakların ve özgürlüklerin ihlali kapitalist ülkelerde günlük uygulama haline gelmiştir. 1970’de ABD Kongresi Kolombiya Bölgesi’nde işlenen suçlara ilişkin olarak bir yasa kabul etti. Bu yasa, Anayasa’nın açıkca ihlalidir. Yasaya göre, % 70 i zenci olan Waşhington düpedüz bir polis devletine çevrilmiştir. Suç işlemeye eğilimli olduklarından şüphe edilenler bile tutuklanabilmekte, gözalıtan alınabilmektedir. Telefonların dinlenmesi artan bir şekilde yaygınlşamaktadır ve artık polis istediği zaman Amerikalının evinin gizliliğini ihlal etme yetkisine sahiptir. ABD yi otuz kırk yıl geriden izleyen biz, onların yönlendirmeleri ve teknolojileri ile yeni yeni başladık bu işlere.  

Modern devlette yürütme organı, bütün burjuvazinin genel işlerini idare eden bir komiteden başka bir şey değildir. Der Marks, manifestoda.  

Karşılıksız kalan soru, politikayı oluşturan tüm kararların neden yalnızca işverenlerin çıkarları doğrultusunda alındığıdır.  

Patronlar, devletin ortadan, önümüzden çekilerek, serbest Pazar ekonomik işleyişinin özgürce akmasını sağlamalı çığlıklarının yanında, sessizce ve aralarında ama gelişmiş sanayinin, saf, rekabetçi, sübvanse edilmeyen bir serbest girişim ekonomisinde yeterli derecede varolamayacağını, hükümetlerin/devletlerin bu anlamda onların tek olası kurtarıcıları olduğunu dile getiriyorlar. İşçi ücretlerinin düşürülmesi, sabitlemesi, kidem tazminatlarının kaldırılması, halk üzerindeki vergilerin yaygınlaştırılıp artırılması, siyasi muhaliflerin bastırılması, sendikaların çok parçaya bölünerek güçlü olmalarının önlenmesi, çeşitli kamusal fonların patronlara çeşitli yollarla verilmesi vb. gibi. Bu arada ‘koca canavar’ olan halkın tüm önlemlere karşın örgütlü ve bilinçli karşı duruşunu önlemek, bir şekilde hakkında gelmek gerekmektedir, en kolay yol ise onu korkutmaktır. Elbette iç ve dış düşmanları da unutmamak gerekir; ‘korku ve nefret yaratmak, halkı kontrol altında tutmanın yaygın yöntemidir. Teröristler, komünistler, laikler, askerler, eşcinseller, Yahudiler, uyuşturucu tacirleri, suçlular, artan suçların gazetelerde, her gün boy boy gösterilmesi, suç korkusunun artırılması…  

Yeni muhafazakarların besleyip geliştirmek istediği güçlü devlet tarafından kurulan ve yürütülen yerli güvenlik sistemlerini yaygınlaştırmaları işte bu nedenle, koca canavar olan halkın hakkından gelmek içindir. Anayasa koruma parçalanırken, izin almadan arama yapılması, istenildiği kadar tutuklu olarak alıkonulması, suçun önlenmesi bahanesi ile yasaların hiçe sayılarak, polisin istediği gibi davranması, araması, tutuklaması, el koyması vs. Bunlar gerçekte suça.suçluya dönük değil, halka karşı açılan bir savaşın eylemleridir. Bunların sonucunda da olanaklar ve yaşam kalitesinde azaltma yapılması hedeflenen büyük çoğunluğu korkutarak boyun eğmeye ikna etmek ve sürekli denetim altında tutmak. Sonuçta emperyalistler ve bağlı kapitalist ülke hükümetleri, şu mesajı verirler: BİZİM DEDİĞİMİZ OLUR. Bu süreçte iç ve dış dünyada süren ve bu güçlerce başlatılıp geliştirilen çatışmalar için ve yeni dünya düzenine uygun sürmesi ya da bitirilmesi için iki başka sihirli sözcük kullanılır; barış süreci ve istikrar; istikrar ve barış süreci…  

Artık bu egemenlerin işledikleri suçlar gizlenemez duruma geldiğinde, Tacitus’un çok iyi bilinen sözü ile “bir kez teşhir edilen suçun küstahlıktan başka sığınabileceği bir yer yoktur” anlattığı gibi pervasızlık, ben yaparımcılık başlar. Korku da içeren bu tutum, gerçekte, emperyalist abd nin uzantısı işbirlikçi liderlerin içine düştükleri kaçınılmaz bir süreçtir. Çünkü, ABD, İngiliz selefinden miras aldığı, bağımlı ülkelerdeki işbirlikçi hükümet ve liderlere ilişkin geleneksel stratejisidir ve bunu terk etmemiştir. Chomsky, özellikle Ortadoğu, arap dünyasını örnek alarak, bu ilişkiyi tam olarak şöyle ifade etmektedir: “ zayıf ve bağımlı olan ve kendilerine söylenenleri yerine getiren hanedan diktatörlükleri ile yerel yöneticilerce idare edilecektir. İşte bunlar, ismi olup cismi olmayan bağımsızlık bağışından sonraki türlü anayasal uydurma’nın arkasında asıl İngiliz planlamacıların “sahte arap görünümü” diye adlandırdıkları durumu oluşturur. Yöneticiler işlevlerini yerine getirdikleri sürece istedikleri kadar zalim ve namussuz olabilirler. Bu hususta, geniş bir zorba ve katıl yığınına katılırlar” yani ülkelerinde ne yaptıkları onları ilgilendirmiyor, yüce istikrar adına ve hedefine hizmet ettiği sürece en korkunç suçların sözünün edilmemesinde yeni bir şeyler yok.  

“Dünyanın en bereketli ekonomik ganimetinden niçin kendilerinin değil de batılı yatırımcıların yararlanması gerektiğini bir türlü anlamayan, bölgenin geri kalmış ilkel halkına karşı korunması gerekir. Bu yüzden emirleri yerine getirmesi için yerel jandarmalara, zaman zaman da İran, Türkiye, Pakistan ve diğerlerine itimat etmek gereklidir. Eğer ihtiyaç duyulursa, ABD ve İngiliz gücü arka planda kalır. İsrail bu üç aşamalı denetimin ikinci ayağında yer alır. Stratejik varlık tezi, Nixon Doktrini’nde şöyle bildirildi: ABD nin dünyanın kolluk gücü rolünü daha fazla oynamayacağını ve dolayısıyla, diğer ulusların kendi bölgelerinde devriye gezen daha fazla silahlı güç bulundurmaları gerektiğine inandıklarını teslim eder. Kimi durumlarda uygun emir eri bulunmazsa, sivil bir yönetimi devirmenin alışılagelen yöntemi ile, ordu içinden öğelerle, yani bu işi yapacak kimselerle ilişki kurmaktır. Oyuncuların (emir erleri, işbirlikçilerin) hakları, genel strateji içindeki konumlarına göre belirlenir. Tanım gereği ABD nin hakları vardır. Devriye gezen kolluk güçlerinin (askeri gücünü bu strateji için devreye sokan ülke devletinin/hükümetinin), yerel yöneticilerin ise görevlerine bağlı kaldıkları sürece hakları vardır. Eğer istikrarı korumak için bir “demir yumruk “ gerekiyorsa, olsun varsın.  

1980’lerin (Türkiye’de 12 eylül darbesi yapılmıştı) kapitalizminin yakıp yıktığı üçüncü dünya mutlak bir kargaşa içine sürüklenebilirdi ve sürüklendi ve artık ortadoğuda tam denetim sağlanabilirdi. Körfez savaşı, bizim dediğimiz olur’u kabul ettirip gerçek bir kontrol sağlanmasının başlangıcı oldu. Ve artık yerel kolluk kuvvetleri, jandarma devletinin güçleri de devreye sokularak, İSTİKRAR İÇİN BARIŞ SÜRECİ başlatılabilirdi, başlatılmıştır. İstikrar ve barış süreci, iki sihirli kavram durmadan duyulmaktadır. Büyük İsrail, büyüyecek olan İsrail bu süreçte çok derinden ilerlemek istemektedir.  

ÇÖZÜM 

Eski zamanlarda Wei baronları köylüleri sömürürlerdi. Ama komşu baronlar saldırınca da bu kez köylüleri onlara karşı kılıçla korurlardı.Yağma aynı zamanda koruma, koruma aynı zamanda yağma demekti. Çünkü baronların köylülerin evlerine yerleştirilen uşakları, bu evlerde ne bulurlarsa alırlardı. Baronların ve köylülerin davranışlarında çelişkili bir yan vardı. Baronlar korumaları altında olanları döverler, köylülerde kendilerine acı çektirenleri sabırsızlıkla beklerlerdi.  

Bu çelişkilerin gözlemlenmesi iyi çözümlerin yolunu açabilir. Baronların her şeyi yağmaladıklarını, ama bu yağma yüzünden birbirleriyle uzlaşamadıklarını ve bu yüzden kendi aralarında savaştıklarını kavrayan köylülerin sayısı arttığında, bu köylüler-başlarındaki baronları tek tek kovmak gibi yanlış bir davranışa sapacak yerde-, yağmalanan mallara ilişkin çekişmelerden yararlanarak baronların tümünü kovdular. O zaman yağmada son buldu.  

Eğer kurnazlığın ve güçlülerin düzenbazlık yapabildikleri bir ülke varsa, o zaman ben de kurnazlığa ve güce ilişkin eğilimimi, bunların düzenbazlık için kullandığı o ülkede doyurmak zorundayım. Beni eğlencemden vazgeçmek zorunda bırakmadan benden iyi ir davranış sağlamak, bütünüyle sizin elinzde olan bir şey.  

Bertolt brecht.  

Kaynakça 

  1. Teoride ve pratikte burjuva demokrasisi

A.Mishin, bilim yayınları  

  1. Yeni Dünya düzeninde Yalanlar ve gerçekler

Noam Chomsky, Sarmal Yayınları  

  1. Me-ti, tarihte diyalektik

Bertolt brecht, günebakan yayınları  

 
Toplam blog
: 47
: 781
Kayıt tarihi
: 26.08.11
 
 

"Ya Bilim ya da Kaos ve Ölüm" Türkçe, dil, dilbilim, dil eğitimi çalışma alanlarımdır. Eğitim, kü..