Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mayıs '10

 
Kategori
Türkiye Ekonomisi
 

Serbest piyasanın eşitsiz denklemini kırmanın yolu ve CHP

Serbest piyasanın eşitsiz denklemini kırmanın yolu ve CHP
 

Serbest piyasa ekonomisinin mantığı oldukça basittir;

Rekabet edebilmek için ürünü hem ucuz hem de kaliteli imal etmek, bu sayede pazarda fiyat avantajı ve ürün kalitesi ile pay sahibi olabilmek.

Bir ürünün fiyatını düşürmenin genellikle en basit, çoğu kez de kaçınılmaz yolu emek giderini düşürmek yani işgücü ücretini ucuzlatmaktır. Bu nedenle serbest piyasa modeli, emek pazarını esnek kılan ve gerek iş güvenliği gerekse de ücret bazında alt limitleri zorlayan yöntemler geliştirir. Taşeronluk bu yöntemlerin en başta gelenidir.

Emeğin aleyhine işleyen bu denkleme karşı çıkıp, emek ücretini ve çalışma şartlarını iyileştirmek de işin çözümü değildir. Çünkü yükselen ücret ve artan işletme maliyeti, ürünün fiyatına yansır, fiyatı yükselen ürünün pazarda rekabet gücü zayıflar ve pazar payını yitirir.

Bu yalnızca ulusal pazar içinde değil, ülkeler arası ticaret ilişkilerinde de geçerli bir durum. Türkiye ihracatla gelişme modeline sahip bir ülke ve ürünleri diğer ülkelere göre daha ucuz imal ederek ihracat miktarını arttırmak zorunda.

Türkiye bu içinden çıkılmaz denkleme 1980’den itibaren girdi. Emeği oldukça ucuzlattı, ulusal gelirden aldığı payı düşürdü, iş güvenliği şartlarını işçinin aleyhine değiştirdi ve çalışma şartlarını emek açısından en olumsuz noktaya taşıdı. Bunun karşılığında da içe kapalı montaj sanayinden, dışa açık ihracata dayalı büyüme modeline geçildi.

Bu şartlar yalnızca ülkemiz için geçerli değil. Gelişmekte olan ülke sınıfına giren hemen hemen her ülke aynı durum geçerli.

Bu sistemin içinde yer alan siyasetler açısından bu denklemi kırmanın çok basit bir yolu yok. Eğer ki kendisini sistemin dışında tanımlayan siyasetler varsa, bu denklemi kırmanın yolu kapitalist düzeni kaldıracak adımı gerçekleştirmektir. Bunu bir olasılık olarak görmek mümkün. Ama neticede sosyalizm de ideolojik anlamda kriz yaşıyor. Yaşanılan tecrübeler, sosyalist ekonomik düzenin büyüme yarışında kapitalizmin gerisinde kaldığını, daha da kötüsü eşitlikçi ekonomiyi otoriter düzenler dışında tanımlamayı başaramadığını gösterdi. Bu nedenlerle olsa gerek, ekonomik krizlerin tavan yaptığı bugünün dünyasına, bildiğimiz şekliyle sosyalizm bir alternatif olarak ortaya çıkmıyor, geniş toplum kesimlerini kendisinden taraf olma adına ikna edemiyor.

Bu olasılığı bir kenara bıraktıktan sonra, reel ekonomik yapıyı göz önüne alıp, emeğin hak ettiği ücreti almasını sağlayacak sistemi kolayca kurmanın mümkün olmadığını görebiliyoruz. Bugün sosyalist Çin bile bu denklemin tutsağı durumunda. Ancak gariptir bu tutsaklık beraberinde bir zenginlik de getiriyor. Dünyanın en ucuz emek pazarı olan Çin, küresel üretim merkezine dönüştü. Çin zenginleştiriyor, çünkü dünyaya sattığı ürün miktarı aldığından oldukça fazla. Ama bu zenginliğin nedeni emek fiyatının son derece ucuz olması. Ortaya çıkan zenginliğin sahibi de devlet ve devlete yakın olan kişiler ve gruplar.

Oysa kapitalizm içinde de, bu denklemi kırmanın bir yolu var. O da, emek yoğun üretim tarzından kurtulup bilgi ve teknoloji yoğun üretim ya da iş modeline geçmek. Diğer bir tabirle kapitalizm içinde sınıf atlamak. Elbette bu güçlü bir sermaye yapısını dolayısı ile Ar-Ge bütçesi ayırmayı gerektiriyor. Daha da fazlası emek yoğun işgücünde olduğu gibi vasıfsız işçiyi değil, donanımlı, eğitimli, parlak fikirleri olan, fark yaratan, tasarlayan, plan yapan ve onu uygulayan yani vasıflı işgücüne ihtiyaç duyuyor. Bu da temel ve yaygın eğitim kalitesini artıran ve uzmanlaşan toplumların ulaşabildiği bir hedef.

İki gündür kurultay konuşmasını değerlendirilen Kılıçdaroğlu’nun söylemlerinin bu düzlem üzerinden değerlendirilmesinin uygun olacağını düşünüyorum. Çünkü Kılıçdaroğlu, biraz bildik klişeler üzerinde ördüğü ekonomik söylemlerinde somut adımlara dair pek fazla ipucu vermedi. Söylemi basitçe, patronun emekçiden haksız bir şekilde çaldığı artı değer denklemine dayanan bir gelir adaletsizliği çerçevesi ile sınırlı kaldı. Oysa, piyasanın fiyat üzerinde kurduğu baskı sadece emek ücretini değil, kar marjlarına da baskı yapan bir sistem. Ve bu sistemde hemen hemen hiçbir sektörde patronun elde ettiği artı değer, işçilere tekrar eşit bir şekilde pay edilse dahi, işçilerin refah düzeyinde büyük bir sıçrama yaratan bir artış yaşanmaz. Çünkü Türkiye’de yapılan üretimin ağırlığı, genellikle emek yoğun ve düşük kar marjına sahip sektörlerdedir. Tekstil, Demir Çelik, Çimento, Tarım ve geleneksel sanayi ürünü üretimleri bunlara en güzel örnek.

Emek yoğun sektörlerdeki, vasıfsız işçilerin gerçekleştirdiği üretimler, dünyanın her hangi bir noktasında kolaylıkla gerçekleştirilebildiği için, bu ürünlerde rekabet son derece yüksek. Bu da kar marjlarını gün geçtikçe düşüyor. Bu tip ürünlerde, nüfusu en fazla, üretim modeli en esnek ve işgücü en düşük ülkeler daha şanslı. Türkiye için bu denklemi kırmanın yolu, bu sınıftan çıkıp kar marjı yüksek ürünlerin üretildiği ülkeler sınıfına atlayabilmekten geçiyor. Bunun için de, araştırma geliştirme faaliyetlerine ayrılan bütçe ile eğitimi ayrılan bütçeyi arttırmak gerekiyor. Bunu yapabildiğimiz takdirde yüksek gelire sahip bir toplum olabiliriz. Doğru yönetimleri seçersek de bu geliri eşit olarak bölüşebiliriz. Ayrıca bu yolla elde ettiğimiz eğitim düzeyi yüksek ve vasıflı toplum, aydınlık bir Türkiye’nin güvencesi olur.

Peki siz sosyal demokrat vurgusunu ön plana çıkarmaya çalışan Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında, hiç de ayrıntıya girmeye gerek olmayan bu çözümlere dair tek bir kelime duydunuz mu? Ben duymadım. O büyük ihtimalle, hiç hammadde kullanmadan sonsuz kadar enerji üretecek erke dönergecinin peşinde koşuyordu.

Oysa kapitalizm içinde daha dengeli ve adil bir rejim kurma iddiasının sahibi olan sosyal demokrasi, önce emeği daha fazla zenginlik üretecek seviyeye yükseltmeyi hedeflemeli, ardında da emeğin yarattacağı bu zenginliği en adil şekilde paylaşmanın yollarını aramalıdır. Ben henüz olayları bu düzeyde ele alan bir sosyal demokrat parti göremiyorum.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..