Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Seringel orkestrasının bazı sorunları

Seringel orkestrasının bazı sorunları

Cem, telefonu çalınca izin isteyerek ayrıldı aramızdan, şimdi restoranın denize bakan balkonlarından birisinde hattın diğer ucundaki karısıyla konuşuyor. Karısı ona muhtemelen ‘işe yaramaz bir sarhoştan başka bir şey olmadığını’ söylüyor. Cem de fayda etmeyeceğini bile bile karısını susturmaya çalışıyor.

Böyle başlayıp biten bir iki hikaye biliyorduk aslında...

İlk başlarda müzisyen bir sevgilileri olması fikri ilginç gelebilir, sonra beraber oldukları adamın gezindiği notalarda bulduğu huzuru kıskanıp huzursuzluk yaratırlar. İltifatlarıyla yarattıkları aşkı, hakaretleriyle bitirdikten sonra ne hikmetse bir sonraki ilişkilerinde yine bir müzisyene talip olurlar.

Cem, barmenden rica minnet bir viski alıp yanımıza geri döndü, hala karısının telefonda söylediklerinin etkisinde olmalıydı, yüzü sararmıştı, kavga etmeyi sevmiyordu. Tuncay’ın titreyen elleriyle klarnetine yeni bir kamış takmasını bekledikten sonra provamıza başladık.

...

Global - Popüler kültür müşterilerinin müzik marketlerinde satın aldıkları CD’lerdeki salak şarkıları çalışmaya devam ettik bir süre. Aslen bu müzik parçalarının çalışılacak pek bir tarafı da yoktur. A – B – C diye aşağı yukarı dolanıp duran basit armonileri ve sözlerin- gözlerin- ellerin diye pekiştirilmiş aptal uyaklarla dolu güfteleri vardır. Sıradan insanların yaşayabileceği her şeyi bu kasetlere doldurur yapımcılar.

...

Tuncay’la aynı şeyleri düşündük bir süre -Cem’in içtiği viskinin o soylu kokusunu- yazı tura attık, barmenin ağız kokusunu çekmek bana düştü. Barmeni sıradan bir iki arkadaşlık gösterisiyle bu akşamlık da tavlayıp elimde yarım şişe viskiyle bizimkilerin yanına döndüğümde; Tuncay başparmağı ile burnunun üst kısmını kaldırmaya ve nefes almaya çalışıyordu.

Ona ‘bir burun damlası kaç para olabilir ki?’ diye sordu Cem.

Tuncay da Cem’e ayakkabılarını gösterdi.

Evet, Cem’in ayağındakiler onlarca insanın önünde sahneye çıkıp, parlak ışıkların altında gitar çalan bir adam için oldukça eski ayakkabılardı.

Sonra Seringel orkestrasının ikinci gitaristi Serhat geldi restorana. Ekibimiz tamamlanmıştı ve birazdan masaları dolduracak sıradan kalabalığa sıradan müzikleri sunmak için sanatçı ruhuna falan ihtiyacımız yoktu. Biraz alkollü olmak ve biraz da sabırlı olmak; hiç ödeyemediğimiz borçlarımızı ödeme hayali kurmak için ve cüzdanlarımıza yarınki harçlıklarımızı koymamız için yeterli sebeplerdi.

...

Serhat yerel bir televizyon kanalında az önce ‘yarın daha güzel bir Dünya’da buluşmak üzere sevgili seyirciler’ diye bitirip geldiği ‘Serhat ile müzikli dakikalar’ programının etkisindeydi daha. İnce camlı güneş gözlüklerini oksijenli suyla boyadığı saçlarının üzerine takmış, kafasında tuğlalar varmış gibi salonun ortasında elleri belinde yürüyordu. Sanki her an birileri ona mikrofon tutup nasıl bu kadar başarılı bir sanatçı olduğunu, son konserlerindeki izdiham hakkında ne düşündüğünü, Şenay Akay’la aralarında gerçekten aşk olup olmadığını soracakmış gibi bir tavır içindeydi şu saatlerde.

Hala beş kuruş para almadan aylardır niye o dandik televizyon kanalının .ok sarısı ışıklarının altında ecel terleri döktüğünü onun bu hallerini gören herkes anlayabilir miydi bilmiyorduk.

Ama biz anlıyorduk.

Başı dertteydi Serhat’ın.

Serhat bıkıp usanmadan, milyonlarca satan kasetleri, dev konser organizasyonlarını hayal edebilecek kadar toydu ve bu belki de bu sayede günün bazı saatlerinde mutlu olabiliyordu.

Tuncay’ı Cem’i ve beni hayallerimiz çoktan terk etmişti oysa.

Meşhur olma hastalığının tedavisi nedir ki?

Basurdur belki...

...

Karısı az önce aklına gelmeyen hakaretleri bir an önce söyleyip kurtulmak için Cem’i yeniden aradı, bu defa ‘mutlu kocayı’ yutturmaya çalışmayan Cem telefonla konuşmak için yanımızdan ayrılmadı. Karısının çıldırtıcı cırtlaklıktaki ses tonuna istinaden ona ‘Sen turnike karının birisin’ diye bağırdı.

Utanarak ya da utanmayarak biraz gürültülüce sırıttık bu lafına. Bu ‘deyişi’ unutmamalıydık kullanabileceğimiz yerler olabilirdi...

Demek ki çoğu turnikeydi çevremizdeki hatunların.

...

Hemen hemen her akşam olduğu gibi bu akşam da kimsenin kimseyi teselli etmeye çalışmadığı anları yaşıyorduk. Cem bu işi beceremeyebilirdi. Galiba boşandıktan sonra içine düşeceği yalnızlık, evlenmeden önceki yalnızlığına hiç benzemeyecekti. Tuncay nefes darlığı çekiyordu, ağaçlar, ormanlar, kadınlar, sevimli hayvanlar, yağmurlar, akrabalar, spor müsabakaları ilgisini çekmez olmuştu. Serhat hırsından delirmek üzereydi ve ben ucu bucağı görünmeyen bir yalnızlıkla sınandığım yüzlerce akşamdan birisini yaşıyordum yine.

...

Son alkışı aldığımızda saat sabahın dördü olmuştu, yaklaşık sekiz saattir sert içkiler içen, altı saattir de müzik yapan ertesi günün otobüs kuyruğundaki suratlarından meymenet okunmayacak dört adamıydık şimdi. (Fark ediyorduk bunu. Anneler bizi gördüklerinde önlerindeki çocuklarına daha bir sıkıca sarılıyorlardı)

Müzik aletlerini orada bırakıp sahile doğru yürüdük, zümrüt yapraklı çam ağaçlarını, dolunayı, mehtabı, insanın tenini okşayan ince ve serin kumları isteyen alabilirdi, hiçbir yere ait olmama ve hiçbir şeyi sevmeme duygusuna ihtiyacımız vardı şimdi.

Cem restoranın deposundan çaldığı bir kasa ılık birayı kumların üzerine fırlattı, ‘ne biçim hayat lan bu’ diye denize doğru bağırdı sonra.

Konuşmamız gerekmiyordu oysa.

‘Boş ver be oğlum, sana çiçek atan sarışın hatun güzeldi’ dedim.

‘Karanlıkta sana güzel gelmiştir, hiç de öyle değildi’ dedi Tuncay, başparmağı hala burnundaydı.

Serhat üzerine yapışık siyah kıyafetleriyle kendisini denize bıraktı, o muhteşem hayal gücüyle karanlık suların içinde acemice yüzmeye başladı sonra.

‘Hayatın anlamını gözlerinde buldum’ diye bir şarkı söylüyordu.

Söz – müzik: Serhat.

Düzenleme: Ozan Çolakoğlu

Stüdyo: Melki

Prodüktör: Sezen Aksu

‘Bankacılardan bahşiş aldınız mı?’ dedi Cem.

Paraları şezlonga döküp saydık önce.

Yüz seksen- iki yüz kadar Türk lirası ve yirmi Avrupa parasını önce dörde böldük sonra hepsini bir araya getirip Tuncay’ın muayene-ilaç parasını topladık.

Yarın doktor bütün paramızı alacak ve Tuncay’a ‘içme’ diyecekti, Tuncay ise bugünden fazla ertesi günden az içecekti böylelikle.

Şehre gidecek olan ilk otobüse daha saatler vardı.

Yorgunduk, umurumuzda değildi...

Nerede ve nasıl uyuduğumuzu uyanınca fark etmek üzere meçhule doğru kapattık gözlerimizi.

...

2) Doktor Tuncay’a genç yaşına fazla güvenmemesini sigaradan ve alkolden kesinlikle (ve kesinlikle) uzak durmasını söyledikten sonra birkaç rahatlatıcı şurup, bir burun damlası bir de antibiyotik yazıp ‘geçmiş olsun’ dedi. İlaçları eczaneden alıp eve geldik, telefon acı acı çalarak karşıladı bizi. Arayan Alanya’daki restoranın sahibiydi ve artık mekanında çalışmamızı istemiyordu.

‘Hıyarağası!’ dedi Tuncay yattığı yerden;

‘Dün gece kumarda çok kaybetmiştir, dara düşünce de ilk olarak palyaçolarını kovalıyor.’

Beş dakika sonra Belek taraflarından bir telefon daha geldi ‘plajı, restoranı, barı bir arada olan geniş bir tesisi vardı arayan adamın, müzisyenleri ayrılmıştı ona bizi önermişlerdi ve gelebilir miydik?’

‘Öğleden sonra geliriz’ diyerek kapattım telefonu.

Yüklükteki futbol topunu alıp yerde ölü gibi yatan Tuncay’ın kafasına attım, sağ olsun mesajımı aldı, bahçeye inip futbol oynadık.

Yorgun argın eve geldiğimizde televizyonda ‘Serhat’la müzikli dakikalar’ programı sürüyordu hala.

Serhat Sütçüler mahallesinden yayına telefonla bağlanan bir kadın izleyicinin iltifatlarına efendice tebessüm ederek karşılık veriyordu.

‘Bütün sanatçılar çiçektir’ diyordu kadın.

Biz seringel orkestrası olarak 2007 yazında Çiçeğin önde gideniydik!

Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..