Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sev me!

Sev me!
 

“Hiç bir şeyi, hiç kimseyi çok sevmeyeceğim bundan sonra" diye kendi kendime söz verdiğim günlerin yıl dönümü yine geldi çattı.

Hala her bayramda arayıp hal hatır soran,İstanbul’dan gönüllü enkaz arama çalışmalarına katılmak için Değirmendere’ye geldiğinde tanıştığım bir dostum var.O bir eczacı kalfası…İşinden izin alamayınca,”ben işten ayrılıyorum o zaman usta” diyerek atlamış ilk yardım için yola çıkan bir vapura gelmiş.Tesadüfen karşılaştık,Çınarlık Meydanı’nın mahşeri kalabalığında ve bana yardım için geldiklerini ama karışıklıkta kendilerine yol gösterebilecek birine ihtiyaç olduğunu söyledi.Kalabalık bir guruptu ve içlerinde doktor da vardı mühendiste,avukatta vardı ev hanımı da…50 yaş üzeri bir ev hanımı,”enkazdan insan çıkartmaya yaralı kurtarmaya belki faydam olmaz ama en azından size yiyecek hazırlarım” diyerek katılmıştı gruba.Bu özveri karşısında bizim de yapmamız gereken bir şeyler olmalıydı.

O tarihte koca koca seralara domates ekmiştik. Ama kıyametin olduğu yerde domates beşinci plandaydı ve seralar barınma amaçlı olarak yeni görevlerini aldılar. Mevcut domatesler sökülerek içlerine belediyeden temin edilen sünger yataklar serildi ve kocaman koğuşlar haline geldi seralar…Askeri saç barakaların naylon versiyonu …Sıfat olarak olduğundan daha fazla insan olarak nitelikli bu insanların deprem bölgesinde artık yatacak yeri de vardı.Ama yatamadılar,yatmadılar desem yeri var.O enkaz senin bu enkaz benim canlı kurtarma ümidiyle çalıştılar.Gün geldi canlı kurtarma ümitleri tükendi,zaten gönüllüler de tükendi ve günler sonra evlerine dönerken herkes de değişik bir hüzün vardı.

Deprem günü ve sonrasındaki manzaraları,olayları anlatmak bir kişinin harcı,bir çift gözün işi değil diye düşünüyorum.Kime sorsanız yaşadıkları haricinde bir de duyduğu hikayeleri,ilginç olayları mutlaka var.Ve bu olayı yaşayan herkesin ne kadar inkar da etse mutlaka psikolojik tedaviye ihtiyacı var.Nasıl olmasın ki,yanından çekip aldı elinden aldı canından çok sevdiklerini…

Komşumdu,arkadaşımdı can dostumdu.Hergün oturup kahvemizi içerken, dertlerimizi paylaşır yeni doğan kızını ne çok sevdiğini anlatırdı.“İçime sokasım geliyor” derken içi titrer,söylediğini hissederdi anlatırken sanki…Kıyametin sabahında cenazesi hala enkaz altındayken yavruları ufak tefek çiziklerle kurtulmuştu ama O, artık yaşamıyordu.

Canından çok sevdiğin insanların,özenle sakladığın eşyaların,üzerine toz konmadan tekrar tekrar silip parlattığın arabanın çok sevdiğini ifade ettiğin ya da ifade etmesen de üzerine titrediğin her şeyin sağda solda enkazı cenazesi ….

Sağa sola bakarken görüntülere inanamamış,kabustan uyanmayı ummuştuk hep ama nafile.O günlerde demiştim hiçbir şeyi çok sevmeyeceğim bundan sonra …O günlerin psikolojisiydi bu,sanki sevdiğini ifade ettiğin her şeye her an bir şey olacakmış gibi gelmişti.Ben o günlerde karar vermiştim hiçbir şeyi hiç kimseyi çok sevmeyecektim.

Sevmek kaybetmek demekti !

Felaketin bir yıldönümü daha…Artık kaçıncı senesi falan olduğunun önemi pek kalmadı.Zaten ilk yıllarda olduğu gibi gece o saatte oturanda kalmadı.Canlarını kaybedenler evinde uyumaz eminim ama duyarlı olmadığımızın kararını artık verdim.Gerçi sadece görüntü olsun diye yapılan anma programlarının da pek önemi yok.Neyin önemi var,o zaman…Depremden bahsederken gözleri dolan insanların,bir şeyler anlatmaya çalışırken boğazı düğümlenenlerin gözünden akan iki damla yaşın önemi var sadece…

17 Ağustos şehitlerimizi rahmetle anıyorum.Kalbimizdesiniz…

 
Toplam blog
: 25
: 449
Kayıt tarihi
: 17.08.06
 
 

Kendimi bildim bileli işim ticaret. İçimden geldiğinde de yazıyorum geldiği gibi. Kendi çapımda e..