Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Aralık '18

 
Kategori
Deneme
 

Sevginin Sesini Duydun mu Sen /2

Sevginin Sesini Duydun mu Sen /2
 

Fotoğraf Mahmut Açbay


Ve gittin, yasaklanmış tüm asfaltlarla, sokakları bana bırakarak.
Ne gülüşler kaldı, ne de umutlar…
Hepsi teker teker saklandı hayatıma…

Ve gittin, tüm şarkı sözlerini ezberime atarak gittin…
Oysa yasaklardı bize yasak olan sevgimize.
Yasaklardı bizle yasak yaşama mahkumken sen gittin…
Geceler zifir asfaltlarda yürüyüş zamanları ile geçer oldu.

Günler içine özlem katmış yaşamdan kalan ne kalmışsa değerli olan onlarla çoğaldı ve ben sahipsiz kuytuluklarda adımlarken hayatı sen gitmiştin…

Yalnızlık tüm heceleri ile zoraki doluştu içime ve ben sahipsizlikleri sıralarken bedenimdeki duygu seline, sen de her zamanki gibi gitmiştin artık…

Garip iki soru durmayasıya düşüncelerimde kendini güncelliyordu…
Yıllardır ara ara bu soru ile benliğimle ters yüz düşüncelerde buluyordum kendimi…

Her seferinde düşüncelerimi konudan konuya devşirerek hep bu hislerimi acılanma pahasına da olsa erteliyordum…
Her erteleniş içimde derin düşünce boşlukları yaratırdı…
Çoğunda düşünme gerek veya gereksizliği öne atarak bu düş kurmalardan kendimi soyutluyordum…

Yaşadıklarım mı daha çok beni boğulacak hâlâ sıkıntı içinde bırakırken, hayal ettiklerim daha öne çıktığında ise isteklerime boyun eğip kendimi bu çıkmazdan kurtarma çabası ile acı içinde kıvranıyordum…

Bilemediğim tek şey bu düşünceler içinde kendimi ne kadar haklı görüyor ve savunabiliyordum…

Bir labirent düşüncelerinin içinde dönüp durdukça çoğunda benlik yırtılmaları ile baş başa kalıp çoğunda kendime acılanıyordum…

Acılanmak veya kendine acımak belki de bu şartların içinde kararsız kalmak yaşamın içinde güçsüzlükle var olmaya çalışmaktı…

En iyi tanıdığım sevme duygusu ile acılanmalarda güven duygusunun bütünlüğünü sağlamak asıl zor olandı…

Belki de kıskanç duygularımdı asıl savaşın içinde bedensel ve ruhsal bütünlük sağlanması gerekliği vardı…

Yılları kendiliğinden geçecek zamanlara bırakmak mümkün olsaydı bu günkü yaşamımın ağır şartları oluşmazdı…

Belki de güvene bağlı hatalar birikimiydi bu günlere sarkan acılanma sebeplerim?
Zaman zaman düşündüğümdü belki de beni en çok üzen güven duygularımın sınırını yaşamım boyunca kuramamıştım…
Özveri ve sevme duygularımın masumluğuydu çoğu zaman güçsüz yaşamların içinde nefes alışım…

Güven ve inanmışlık ölçüsünü kavrayamamış olmam, çoğu zaman yaşam hatalarındaki boşlukları yaşamama sebep olmuştu…

Bu bir karakter yapısıydı sevgiye karşı şüphe yaşamanın en yoğun yanılgılara dönüşebileceğini ve haksızlık yaratacağını düşünmemdir bu yaşamın içine sığan sebep oluşu…

Tek düşünce, sevmişsem, bu yaşamın içinde güvensizlik barınmamalıydı inanışıdır asıl içinde var olduğum tüm yanılgılarıma sebep olan…

Evet yaşam yanılgılarım içinde nefes almanın da güzelliğini taşıdı inanmışlık benliğime…

Bu hatalar zincirinin yaşattıkça bana, yaşama gücüm koyulaştı ve şimdilere uzayan iç huzuruma sebep oldu…

Belki de farkında olmadan savruluşlarımın da güçlü sebebi bu davranışlarım idi…

Sadece kaybedecek neyim vardı ki kaybettiklerime üzüntü duyarak yaşayayım demek de pek hoş değildi…

Çoğu zaman gerçeğin vaz geçilemez kurallarıydı belki de yaşamdaki mutluluğun içinde var olan şartlar…

Zaman içinde var oluştu belki de kaidelere uyum sağlamak…

Şikâyet etmek vaz geçişe yol açar, bence kabullenmek gerekirdi…

Ne bana gelebildin, ne de ben sana yakın olabildim, sanırım yol ve yollardır insanın içinde hasret yaratan, hele uzakların en yakınında sen varsan, benim içimde yanışlar oluşur…

Saklanacak gerçekse onu yaşamak daha zordur yalan söylemekten…
Konuşmadıklarını, konuşmuş gibi, konuştuklarını konuşmamış gibi davranmaktı asıl olan inkârcılık…

Kendini kendine gizlerken tüm ruhsal yapılar bu gizlilik içinde artık bedensel hüküm sürme çabasında iken yaşama dahil oluyordu…

Bu yalnızlık ruhları ile varlık savaşı verirken, limitsiz bir beden direncini kullanıyordu…

Umulmaz onların belirsiz düşünceleri hüküm sürerken, aniden bir cümleye tutsak oldu… “Benden önceyle, benden sonraki yaşamın, umulmaz belirsizlikler arasında hüküm sürecek” derken içinden ince bir sızı ile garip bir güvensizlik duygusu yükseldi. “yaşamın girdapları hep obruk çukurları ile doluydu ve belirsiz bir yaşam güvenci içinde varlık savaşı veriliyordu…

Kaybedilmiş düşler belirsizlik içinde yaşamın var oluşuna dahil oluyordu…

Her gün bir başka umut diğer bir umutsuzlukla sona eriyordu…

Biteviye bir sürgün bu aranış, ardı arkası toprak kokusuna çıkan, ne varsa eskide kalmış tüm düşlerle, yaşamsa gel geç köprüsünde...

Oysa sevmeye dair ağıtlarımız vardı ardı arkası, birbirimize döktüğümüz, geriye sadece dumanı siyahlaşmış yanık bir mum kalmış ki, habersiz gelen beklentiler dökülmüş toprağa.

Bir sen, bir de ben bu çıkmazda kaybolmuşsak, yaşam, şehirlerde zincirlenmişse düşüncelerimiz, ardı arkası kesilmez bu ağıtların… Derken, umut korkulukları kırılmış bir köprü üstünde sense dünya gülüşlerinde.

Bense geçmişin tüm sarsıntılarının içinde kalmışsam ki buna aşk denirse ben zaten ayazdayım…

Yaşamımda mum yansa ne yanar ki, sen bana efendim demişsen kim duyar ki, yarını şüpheye düşmüşse bu yaşamın, kim koşar ki umutla?

Her gün özlemek olur mu diyorum, her gün ölür gibi yüreğinin sıkışması olur mu diyorum, sonra susuyorum, ömrün tamamına yayılan bir sevgi olur muydu diyorum olmaz derken, çünkü sevmeye bir ömür yeter miydi diye soruyorum kendime...

Özlüyordu adam, kalbinin kaç zaman daha çarpacağını bilemeden özlüyordu, geride kalanlar ise özlemin kökündeydi oysa yaşamak oldukça kısaydı…

Ölüme kaç zaman var sevgili biliyor musun?

Bir sonsuzluk gibi bu bakışlarım, ardına saklanan binlerce umarsız düşler, yarını olmayan bakışlardaki korkular, ardı bilinmeyen düşlerin içinden fırlayan bakışlarım ve sonsuza uzanan umutlarımdaki imkânsızlıklar ile yarınsız düşler kumanın anlamı olmayan zamanların içindeki zorlu nefes almalar ile yarınsızlık korkularının var olduğu sıkıntılı yaşam boyutlarında var olma savaşındayım sanki...

Sensizlik sanırım her zamanki gibi kurban arayışında...

Yaşamımızdaki sevdiğimiz bir çok şeyi kaybettikçe, değer verdiklerimizin ardından üzüntü yaşarken, bedenimizden çok şeyin eksildiğini hissederiz...

Masalımsı düşler kurduk yaşamın an zamanlarında, masalımsı yaşamda var olma düşlerimiz vardı sevgiye dair ömre yayılan zamanlarda, sonrası belli olmayan sevdalara kapıldık gençlik yıllarında, sonra ölüme uzayacak sevgi sandığımıza ömrü feda ederken, sadece düşlerde yaşamdan ziyade gerçek sevginin içinde var olmaya çalıştık…

Yanıldık ki yanıldık, sandığımız bir düştü sanki yaşandı bitti derken, izleri hala bedenimizi hırpalarken, unutulacak cümleleri ardımızda saklayıp, sevginin özünde kalanlarla hırpaladık tekrar yaşamımızı…

Oysa gülüp geçilecek bir yaşammış var olduğumuz şartların içinde raks ederken, sadece ruhumuzu perişan ettik farkında olmadan…

Yalan düşler, inanılmaz vaatlerdi belki de yanılgılarımızın sebebi ama artık her şeyin tükendiği bir yaşamda var oldukça, anlaşıldı ki riyanın içinden çıkmak oldukça zormuş…

Şimdilerde geçmişten uzak, yaşananların dışında, unutulası tüm zamanların farkında olmadığımız anlarını yaşarken, sadece özleme hak eden çok şeye saygılı kalmak, diğer yaşananları ise bertaraf etmek gerekmiş yaşam düşlerinden…

Şimdi karanlığa uzanan gecenin erken saatlerinde, dalga seslerine karışan mırıldandığım o unutulamayacak şarkının tınısı ile dalga seslerini dinlerken,

Gök yüzünün kızarıklığı içinde var olma düşleri kurmakla yaşamın bu kısmındaki nefeslerdeyim…

Gecenin erkeni daha çok vakit var gündoğuma, artık düşlerden uzak sadece gök yüzünde yıldız sayma çabasındayım…

Mustafa yılmaz

 

 

 

 
Toplam blog
: 53
: 110
Kayıt tarihi
: 21.10.11
 
 

Hayat mı hırçındı yoksa yazı mı? ..