Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Kasım '18

 
Kategori
Deneme
 

Sevginin Sesini Duydun mu Sen /1

Sevginin Sesini Duydun mu Sen /1
 

İzmir-Çandarlı Cenettepe deniz tarafı.....


Özlüyordu adam, özlemek istediği sesler vardı, o seslerle tekrar tekrar konuşmak isterdi adam, derdi ki veya demek isterdi ki, sevginin sesini duydun mu sen? 
Veya ağlayan sesine bakıp ağladın mı sen, ağlarken hiç düşledin mi onun güldüğü geceler boyundaki sesini tarif ettin mi? 
Sen yazdıklarında, o adamın gülüşüne hiç rastladın mı?

Sen, tek fotoğrafını çektin mi hiç, bir ömür boyu, senle gülmek isteyen fotoğrafını, kulağına şarkılar mırıldarken hiç lamba ışığındaki yüzünün titreşimlerini gördün mü gözlerinde?

Sana sevdiğini söylerken, hıçkırıklarını sadece senin bildiğini, bildim diyebildin mi ona? 
Veya hiç ölesiye sevdim sözündeki düşkünlüğünü gördün mü onun ki sonraki vedasız gidişinden sonra yazdıklarından ondan anlatımlar yaparken sevdim kelimesini kaç kez yazdın?

Boş ver sevgili yaşam senin ki gibi timsah gözyaşları ile dolaşanlarda dolu...

Hadi bir kez daha söylesene ne kadar sevdiğini ki yalan da olsa de ki boş ver…

Karmaşık düşler, nerden estiği belli olmayan rüzgâr, sanki gök yere düşecek… 
Garip bir sessizlik… 
Bense, 
ve durgun denizde zıplayarak havaya sıçrayan balığın suya düşüşündeki sesi ve karanlık bir uzak deniz sonunun görüntüsünü anlatan elimdeki kitabın satırlarındaki tariflerini anlatan cümlelere tüm düşüncelerimi
terk etmiştim…

Bense hâlâ elimdeki kitabın cümlesindeyim, kendine ne vermek istersin, anlamlı uzun cümleler, bir anda şaşkınlıkla irkildim bu cümlemle ve yutkundum, ne alacağım var ki hayat, sen ege sahilinde bense karanlık deniz sonu sahilinde nefes alma çabalarında iken, sadece sahipsiz düşler karmaşası bu, yarından özlemle beklediği, bir hiçlik çıkmazı...

Sadece ne özlediğimin arkasındaki düşler arenası...

Karanlık bir gece, mesela ben ürperiyorum, etrafımda sanki asırlık rüzgâr esiyor, ben korkuyorum mesela, içimde bir titreyiş…
En koyusu özlem yağmuru dedikleri akar su ile ıslanmak. Sonra koşmak çocuklar gibi, sen kollarını açsan ben gözüm kapalı erişsem sana ve sonra sadece tek cümle söylesem, çok uzun oldu geceler senden sonra, desem…

Baksam, derinlikteki düşlerini görmek için gözlerine, mesela desen, “koştum sana gelmek için.” ben duraklasam, tüm düşüncelerimi durdursam, sesinin tınısını içimde saklasam ki sabah olsa gözlerimi açsam bu sefer yanımda olsan da ben nefes almaları tekrar öğrensem, ama sen hep sesinle yüzümde olsan, ben gözlerimi geceye doğru uzatsam sen yine veya tekrar gelsen…

Geceler hiç sabaha uzamazdı dimi sevgili…

Güzel bir hikâye başlamıştı senle beni anlatan... 
Günler kısaldı sana ulaşmak adına, geceler uzadı senle konuşmak amacı ile... 
Sonra yıllar sayıldı mutluluk peşinde koşarken, zaman ansızın her şeyi ters yüz etti... 
Sen dünyanın öbür uzuna, bensen, yerin derinliklerinin en karanlıklara düştük...

Dünyayı kucaklıyorduk senle ben... 
Sonra acı ile dertleşmeye başladık. 
Senden farklı bir ben, zaman kollanması güç bir mecradan çıkıyordu sanki, düşler derinlerde, gülmeler uzaklarda, hasret ise yapıştı yüreğimin bir kuytusuna ve sonra sen kayıpların söylediği şarkılara düştün bense, kendi can derdi ile uğraş verirken, zaman solladı geçti yaşamın mutlu anlarını...

Sen beni yazdın neredesin sevgim diye, ben seni yazdım kayıplıkların içindeki arayışlarımla...
Zamanın içinde biz birbirimizi tükettikçe, yaşamın içindeki darbeler ezdi geçti belki seni veya beni...

Sen git be sevgili, yerin en kuytusuna, dönmeyesiye git ki yaşamın bu kısmı bana ait acılar ile şarkılara düşsün...

"Git" diyor çok eski bir şarkı büyük bir cesaretle, bense "gitme kal" demek istemezdim her şeye rağmen...

Ölmemi hiç istemezdin sen, yaşamamı düşlerdin hep, avuçlarımı tutarak, gün geldi baş edilmez fırtınalara yakalandık, hep omuzlarıma tutunurdun sen...
Şimdilerde gökyüzü kara bulutlarla kaplı, göz gözü görmüyor yaşamda var olunurken, unutulan sadece korkusuz düşler değildi, belki sen benim gözlerimdeki bakışlarımı da unuttu.
Yarınsız bir düş kurma zamanları da tükendi artık, sadece bir tek nefesi özler olduk gözlerimizin göz bebeklerine bakarken...
Ne yazık ki yaşam, yarınsızlıklar ile dolup taşmış yaşamın kalan her gününe...

Sil baştan tüm acılar olsa da yaşamında, sadece düş kur
yaşayabileceğine dair, sadece geleceğini özlemek gerekse varım dersen yaşamını dinler insan diyordu aniden içinden bir ses kendi kendine…

Belki de yaşamımda gereksiz çok şey vardı benim önemsediğim…

Boşunaydı belki de sevgi adına yaşamı zorlamak, düşünmek gerekti şüphesiz, sevgi yokluğundaki yaşamda var olmanın anlamını...

Hiçbir şey, az biraz, hiç kimse değildin ki, şimdi yalnızlığımın gölgesi olasın, sadece boş vermişliğimden ötedesin...
Belki biraz göz yaşım, biraz umarsızlığım, az biraz da benden ötede olmanı hissedişim pek de önemli olmuyor artık bu kahır çukurunda nefes almalarıma...

Bu kadar olumsuzluklarına karşılık var oluşunun ne önemi var ki?

Yarınsızlık nedir diye sordum kendi kendime, galiba hiçlik kelimesiyle uzun düşlemek zamanıdır dedim ki, sonra boşver, yarınsızlık herkesin uğraşı değil galiba dedim...
Güldüm hem de kısık seslerle uzun uzun...

Bir gün mutlaka her kes her an bir yerlere gider, bazıları da dönemeyesiye, uzaklardır onların ardından baktıran ve düşlerdir onunla birlikte giden… Yaşam ise sadece kayıp zamanları sarmalar yaralanan bedene...
Gelecek ise sadece umudu barındırır yaralanan duyguların etrafında...
Bir gün mutlaka yaşam sil baştan başlar nefes almaların zorluğu ile...
Ama umut sahipsiz düşlerle birbiri peşi sıra yılları kovalar ki sonuç sadece hüsran ve yalanlara sarmalanmış geçmiş ile...

Unutulacak düşler vardı canımızı acıtan, kayıp zamanlara doluştuğumuz anları saklardı içinde, hıçkırık seslerimizi önce kendimiz mırıldanarak duyardık, sonraları haykırmaya başlardık, zamanı hiçe sayarak, kendi içimizde kayboluyordu düşüncelerimiz haykırışlar içinde, dünlerin acısı içimize içimize işlerken, korkularımız doluşurdu yaşadığımız anların içine, çoğu zaman sahipsiz hislerle kendimizi suçlarken yaşam girdaplarındaki hatalarımıza dair, ödentisi ağır zamanlara uzayan hayal bozgunlukları idi yaşama küskünlük yaratan… 
Oysa sevmeye dair içimizdeki kıvılcımlar saçan hayallerimiz vardı sonra da bozguna uğrayan…
Oysa sevmek düşlerden intikamını alıyordum umuda dair her andan…

Bütün cesaretimizi toplayarak hazır olduğumuz her şeyin bir anda yığın yığın yıkıldığını görürüz yaşamın bu kısmında, ardından, yaşama küskünlük başlar, yaşamın içinde birlikte var olduğumuz her şey bir anda parçalanır, dağılır gider tüm düşler, birbirine karışmış şarkı sözleri ile mırıltılarla hayatın çıkmazında döğüşler başlar ve bir şarkı tutar sırtımızdan iter, sanki düşmeyesiye yalpalarız kendimize acınarak…

Baş dönüşler ardı ardına doluşur beden sarsıntıları yaratarak, oysa vaat edilmiş zamanlarda yaşam isteklerim vardı, sadece kendime hayıflanarak sırt üstü serildim “hoşça kal” sevgi zamanları derken, bir yıldız kayması takılır göz uçlarıma… Hoş kal yaşam çoğu zaman korkular salar kendi bedenime bu sefer öfkeyi aşıladın içime…
Tüm zamanları kendimden koparmaya çalıştığım anılar boşluğunda dolanıyorum gecenin karanlığına...

Ve sokaklar ıssızlaşmıştı kurumuş havanın kulak diplerini tırmaladığı sokaklar ıssızdı.
Gecenin kaçıydı ve gece kendine çekilmişti bense korkuyorum nefes almalardan, ıssızlık işlemişti tüm bedenime…

Başka başka şehirlere döküyorum tüm öfkeli beden sarsıntılarımı, sadece umut dışı bir özlemdi belki de yaşam…

Bir beni gör sevgili bir beni, sadece bütün cesaretini kendine saklamış, yaşamın tüm dallarını kırarak nefes almalarda uğraşta ki sen bir beni gör sevgili artık kendine sadece kendine dost…

Kaç mevsim geçti sen yalnızlığından bu yana, kaç kapı zili çalındı duyulamayan seslerle, yoktun, tüm karanlık sokaklar boştu sen gitmiştin, oysa yaşam vardı ardında yolların boşluğu ile ölçülen, sonra yaşam başladı gün sonu ağlamalarına dönüşen saatlerle ve sen yine yoktun...

Ve sen uzakların tozlu yollarını arşınlarken bir şeyi unutuyordun, benim seni hep düşlediğimi...

Karanlık bir odanın penceresinden fırlayan bir ses, içinde üç masal, anlatanın gözyaşları, birbirleri için ölmek isteyen sevgililer, sonra bir masal, yer gök ufka karışmış, görünmeze bakan gözler ve aşk nerede sorusuna dalmış bir çift göz, sabahın ilk ışıkları, ardında tüm umut duvarları yükselmiş, sonra bir ses, ben de sevmiştim zaten sözü ile bir haykırış…

Bitişik duvar dibinden gelen bir hıçkırık, ben de hep sevmiştim diyen bir feryat ve karanlık boğulurcasına sarıyor etrafı ve ben, güneş uyanıyor, yarısı yıkılmış duvarların üstüne doğru, sonra bir umut sesi, ile bir Özbek ağıtı ile bir kadın uzaklaşıyor karanlığın içinden, ardından hıçkırıklarla bir kadın ağlıyor ve ben de sevmiştim zaten, derken hıçkırığa boğulan bir hırıltı, şaşkınlığı üzerinde bir adam, soruyor, yaşamak bu kadar zor muydu diyor kendine bakarak gözleri ayak uçlarında...

Mustafa Yılmaz

Mustafa Yılmaz 4

 

 
Toplam blog
: 53
: 110
Kayıt tarihi
: 21.10.11
 
 

Hayat mı hırçındı yoksa yazı mı? ..