Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Aralık '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sevmiyorum bayramları, özel günleri, artık!

Sevmiyorum bayramları, özel günleri, artık!
 

Anlamlarını yitirdi nezdimde özel günler… Ne bir heyecan, ne de mutluluk duyuyorum artık!

Hani kötü bayram anılarım oldu desem, yok öyle bir şey değil benimkisi…

İçleri boşalmış sözcükler gibi hissediyorum bayramları… Yılbaşlarını!... Sevgililer gününü, vesaire… Vesaire…

Rant uğruna mı boşaltıldı içleri, samimiyetsizliklerimiz mi neden oldu, yoksa aşırı tüketime özendirilen bizler mi aşırı tükettik de hızla boşalttık içlerini? Aşk, sevgi, düzeyli ilişki sözcüklerinin içlerini boşalttığımız gibi…

Bayramda anne, babaların elleri öpülür… İyi… Güzel de, aylarca arama sen anneni, babanı, sonra kalk bayramda ellerini öp!

Söyleyin Allah aşkına, kim inanır sevgisine bu ellere dokunan dudakların?

Küsler barışır bayramlarda, iyi, güzel de, ne diye küser ki insan insana?

Kim bilir, küsmeyi anlayamadığımdan samimiyetsiz geliyordur bazı şeyler bana!...

Hakikaten, neden küser ki insan insana?

Canını sıkan davranışları varsa, konuşulsa da çözümlenemezse, ilişki rölanteye alınabilir, sınırlar değiştirilebilir, en kötü durumda, kusura bakma bu şartlarda arkadaşlığımız, dostluğumuz, sevgililiğimiz, akraba ilişkimiz, her ne ise, bu şekli

İle devam edemez denilir, ancak bunu demek küslüğü gerektirmez ki!...

Her zaman yapılması gerekenler, gereklilik yanlış oldu, düzeltiyorum izninizle, …. Derken…. Yerine koyacak bir şey bulamadım güzelim dilimizde… Evet, yazarken bir şeyi keşfettim, “gereklilik” yüzünden yapılıyor bir çok şey, maalesef!...

Evlat olmak bunu gerektirir, anne olmak şunu, baba olmak onu!...

Şu durumda bu yapılmalıdır, bu durumda da şu!

Ah… Evet, bu sanırım buydu yana yakıla içi boşaldı bir çok şeyin dediğimin altında yatan, sanırım hep boştu da, yeni yeni anladım ben!

İstediğimiz için, içimizden geldiği için değil de, olması gereken olduğu için yapıyoruz bir çok şeyi, hatta… Hatta belki de her şeyi…

Öyle olması gerektiği için… Neden gerekir diye sorgulamadan!

Benim yaş dönemimde evlenen bir çok arkadaşım boşandı, ben de dahil olmak üzere. Nedeni sanıyorum şu idi: anne evde yetişmiş çocuklardık, ancak üniversite bitirip, elbette ki çalışma hayatına atılmıştık. Kocalarımızın bizden beklediği anneleri gibi bir eş olmaktı, bizim de gayemiz elbette annelerimiz gibi… Burada problem yok gibiydi ama çalışıp da, kalan zamanda annelerimiz gibi olmaya çalışmak insanüstü bir şeydi, ama fark edemedik, beceremedik zannettik, zaman zaman kocalarımıza çemkirdik ama cılız bir sesti o, ki, biz zaten beceremediğimizi düşündüğümüzün altında ezildik, ki annelerimiz değil de, onların içi cız etmiştir hep, muhtemelen, eşlerimizin anneleri de oğullarına çemkirmişlerdir ki elbet onların da içleri cız etmiştir o güzelim oğullarına sağladıkları konforu sevgili gelinleri sağlayamıyor diye tam anlamıyla!

Sonuçta, gerektiği gibi olunamamışlıktan dolayı kim bilir kaç insan evladı kendini yiyip bitirmiştir, kaç evlilik yıkılmıştır, kim bilir, kaç işyeri bile kapanmıştır sırf bu gereklilikler yüzünden…

Ne ilgi, ne alaka var demeyin, hoş, konu nereden nereye geldi ama, gereklilikler yüzünden ne iş kayıpları olmuştur muhtemelen, kolay mı, bacak bacak üstüne atarsam karşısında saygısızlık olmasın, aman, sigara yaktı bak lavuk karşımda, ayağını kaydırmaz mıyım ben şimdi onun gibi formlara, yani durumun gerekliliklerine takılıp kalmaktan, kim bilir ne kaliteli beyinler kaçırıldı o işyerinden, hatta ülkeden, kim bilir ne emekler harcandı boş yere, formlara uyayım derken…

Oysa o emekler harcansaydı işlere, formlar yerine, kim bilir ne buluşlara imza atılacaktı, “aman, çömez o” denilmeseydi kim bilir ne buluşlar bizi ışığa kavuşturacaktı!...

Dönüp dolanıp, kendi kişiliklerini bulamamışlığa geliyorum, elimde değil, burada gelenekleri sorguluyorum, saçını süpürge eden anneler elbet birilerinden bir şeyler bekleyecekler, döl veren babalar “babalık” haklarını döl verme ile ama aşağılayıp ama armağan bekler şekilde düşünüp, ifade ettikçe…

Ana olmak…. Baba… Evlat olmak…

O bunu gerektirir, bu şunu…

Hiçbir şey hiçbir şeyi gerektirmese de, içten geldiğince yaşansa diyorum, hani kimse saçını süpürge etmek gerekliliğini hissetmese, etse de kendi isteğince olsun da, kimseyi bu yüzden sorgulamasa diyorum, hani döl verdi diye bir hak iddia etmese de bazı babalar, evlatlarına verdiklerinden dolayı haklarında konuşulsa bazı şeyler, hani “babam derdi ki…” tarzında…

Hani, sanki öyle olsa, her gün bayram tadında mı geçerdi, hani mutlu, mesut, pırıl pırıl, hani sanki bayram denilen aslında o idi…

Hani, sen zaten paylaşıyorsan dostun, konu komşunla bir şeyleri, ama maddi, ama manevi, hani kurban da kesmenin kalmazdı belki de kıymeti…

Hani, anlıyorsan topalın halini, kim bilir oruç da tutmak gerekmezdi, anlardın da zaten açın halini…

Tüm bunlar anlaşılamamışken, ne kesilen kurbanlar, ne tutulan oruçlar, ne de yüreğinden gelmeyerek, aslında içinden kin besleyerek ya da kıskançlıkla kıvrandığın halde “ Canımmmmm, mutlu seneler!...” demeler…

Mutlu etmiyor bayramlar beni… Özel günler de…

Riya yüklü gibi her birine…

Ciddiye alamıyorum hoş temennileri…

Hoş temenniler bayram, seyran beklemez çünkü!...



Gülgün Karaoğlu


Aralık,30/07

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..