Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Haziran '12

 
Kategori
Güncel
 

Sezaryen yasağı, kadınlık onuruna atılmış bir tokattır.

Sezaryen yasağı ve kürtaj yasağı çıktı çıkalı, herkes bir dindar kesildi, bir sağlıklı yaşam düşkünü. Kürtaj yasağı sözkonusu olduğunda, kadın erkek hop oturduk hop kalktık. Kah tecavüzden dem vurduk, kah vücut bütünlüğünden. Kadın erkek tek vücuttuk, tek bilek. Hepimizin gözleri yaşardı. Kocalarımız da sevgililerimiz de oğullarımız da bizi anlamıştı. Acaba bizi mi anlamışlardı, yoksa evlilik dışı bebeklerin dünyaya gelmelerinin kendi sakin yaşantılarında yaratacağı travmalardan korkarak mı desteklemişlerdi, bilinmez. Duygusalız ya, erkekleri bağrımıza daha sıkı bastık. Kürtaj yasağı rafa kaldırıldı. Erkeklerin özgürlük tellallığı da sona erdi.

Sıra geldi sezaryene. Kadın toplumu gene yapayalnız. Bu defa durum en az kürtaj meselesi kadar ciddi. İstemediği halde normal doğuma zorlanan kadın, devlette epudiral şansı da yok. Acı çekmek zorunda. Ha, eğer kabullendiyse ne ala. Pek çok teknik var diyelim, kabul etmedi veya faydalandı da EFT'sinden, hipnozundan, ya kabullenemediyse kadın. Şu veya bu nedenden. Ne olacak? İki koluna iki zebani mi girecek kadının? Kadın doğum doktoru suratının ortasına tokatı mı yapıştıracak? Ne olacak? Diyelim ki zorlandı, mecbur kaldı, ama olmuyor, çektiği onca acının hesabını kim verecek? Anne olmak kolay değil, diyen pis pis sırıtan kaynanalar mı görümceler  mi?Anneliği acı ile özdeşleştiren ve kendilerini normal doğum yapmayan kadınlara,  kendini suçlu hissettirmeye adamış, günlerde vıdı vıdı yapan komşu teyzeler mi?

Sezaryen değil, doğum başlı başına bir travmadır aslında kadında. Öyle ki bizim toplumumuzda, acı çekmiş olan bir kısım kadın, bir gün her kadının da nasılsa çekeceğini düşünerek huzur bulur, baktı ki çekmeyecek huzur vermez zaten. Kadının en büyük düşmanı da kadındır, denilebilir.

Şimdi, sezaryen tercih eden kadınların durumu daha da zorlaşacak. Bazen cinselliğin bile ceza olarak görüldüğü erkek egemen bir toplumda, kadınlar doğum şekillerine kendileri karar veremeyecek. Vermek isterse daha büyük travma. Heyetin karşısına çıkacak. Peki, hocalar bana ne diyecek? Nereden bilecek ne kadar korktuğumu? "Sevgili hocalarım, 5-6 yaşından beri kan aldırırken bayılıyorum, ağrı eşiğim çok düşük mü diyeceğim? Bunun bir ölçüsü testi var mı? Yalvaracak mıyım? Bana oracıkta terapi mi yapacaklar? Karar verdik korkunla yüzleş mi diyecekler? Ne olacak? Kadın köle midir? Evet galiba öyleyim. Hocalar diyelim ki bana izin vermediler. Bu ne anlama gelecek, korkuyorum işte yalan mı söyleyeceğim?

Acaba bu heyetin karşısına hamile kalmadan önce çıkmak mümkün olabilir mi? Sezaryen olma şansımız yoksa, doğurmama şansımız vardır herhalde.En azından yapılan nabız yoklamasında, erkeklerin paranoyalarının da desteğiyle toplumun kürtaj yasağına hayır dediği anlaşıldı. Yani hala doğurmama şansımız var.

Kişisel olarak benim bir çocuğum zaten var. İkincisine bu cendere toplumunda niyetim zaten yok. Ama benden sonrası. Sizin umurunuzda değilse kadınlar, benim de değil.

Yine de demeden geçemeyeceğim : Gelişmiş ülkeleri bize örnek göstermeleri için, önce devlet hastanelerinde rutin epudiral uygulamalarına başlanması lazım. ABD, Almanya, Hollanda'da da epudiral öcü gibi gösteriliyor mudur acaba? Anne adayının neden epudiral tercih ettiğini anlamaları için birilerine suni sancı mı vermeli? Sezaryen kötülenip, epudiral de hemen arkasından kötülenince, bir art niyet arıyorsunuz ister istemez. Doğallıksa moda, öyle ise hemen evlerimizden çıkaralım çamaşır makinelerini, klimaları. Sonra, Kanal İstanbul ne kadar doğal ki?  Çatalca Yarımadası'nı kesmişsin karnından. Bir Boğaziçi yaratmışsın yalandan. Bilimadamları da deniz kirliliğinden bahsediyorlar ama, dinliyor musun çevre doktorlarını?  Hem zararı bir tek sana olsa ne ala.

Biz Türk kadınlarını suçlamadan önce dünyaya bakmalı. Sezaryen oranları tüm dünyada arttığına göre, bu ülkelerde de elbette isteğe bağlı sezaryen uygulamaları var. Aksi halde bu ülkelerde de bu tartışma olmazdı. İngiltere, isteğe bağlı sezaryeni serbest bırakan adımlar atmazdı. Benim asıl merak ettiğim, şu gelişmiş ülkelerde, sezaryen tercih eden anneye şunlar söyleniyor mu? (Hatta tercihinizle olmasa bile söyleniyor.)   Bana söylendiği için çok tecrübeliyim.

Sezaryende bağırsaklar dışarı çıkartılır. (O kadar korktum ki fikrim derhal değişti. )  Falanca anesteziden ölmüş. (Ölen kişi 75 yaşında olup, ayak ameliyatında ölmüş.Ayrıca bariz tıbbi hatalar varsa ya da daha kaderci bir anlayışla kaderiniz böyle ise varis ameliyatında da ölebilirsiniz. ) Yapılan kesi dikey olmuyormuş, olsa çok sağlıklıymış ama sezaryenlerde yatay kesi varmış. (Tam tersi. Dikey kesiler tek edilmiş. ) Gülben Ergen bile normal doğurmuş, ben kim oluyormuşum?  (O Gülben Ergen'in sorunu. Kendimi Gülben Ergen ile kıyaslamak aklıma hiç gelmemişti. ) (Dekolman plasenta teşhisinden sonra ) "Sana inanmıyoruz. Sen, önce o acıyı sancıyı çek, sana bir şey olursa korkma, ölmezsin, doktor seni hemen ameliyata alır."  Ayrıca sezaryene giderken ameliyat önlüğü ve bone takılmış, tam ameliyata gidilirken, "Allah kurtarsın." denmemiş, eşimin ablasının ne kadar acı çektiği benim ne kadar kolay kurtulacağım, söylenmiştir. Öyle ki ortaya çıkan zaruri sezaryen nedenine asla itibar edilmemiştir. Bebek kalp atışları yavaşlayana kadar beklesin, anne sancıdan ölsün, bağırsın. Nefret haddi budur: Kanamadan çekinmek önemli değildir. Nefretin sınırı, kanama başlayana kadar gelin acı çeksindir. Sezaryene aile meclisi karar versindir. Demek ki  kimsenin sağlığı kimsenin umrunda değildir. Zira kendi annem ve babam bile gayet doğal karşılamış, hiç sinir krizlerine girmemişlerdir.

Sezaryen ameliyatına karşı olmadığım, aydınlatılmadan sonra herkesin dilediği şekilde doğurabileceğini savunduğum için bana yapılan ilk 12 aylık eziyetin bir kısmıdır. İlk 12 ay diyorum, çünkü benden 3 ay sonra eşimin ablası, doğuma yakın morali bozulunca, devlet hastanesinin doktoru ile gereken muhabbet kurulmuş, bir gün alınmış, 20 gün sonra doktorun gece nöbetinde olduğu bir gün belirlenmiş, tam o anda bebeğin kalp atışları sıkıntıya girmiş, (!) tıbben(!) zaruri sezaryen yapılmıştır. Sonuç mu: Sezaryen bir aile faciasına dönüşmüş, 6 senedir kocanın başının eti yenmiş, koca adeta arada kalmıştır. Sonuç: O gün bugün, kaynanadan bucak bucak kaçan gelin, aile toplantılarına katılmayan gelin olmuştur. Sonuç: Gelin, kusurlu olmuştur. Gelinin, zerre kadar mutluluğunuve ruh sağlığını  düşünmeyen kişiler birden bedenini korumaya kendilerini adamışlardır.

Şimdi toplumdaki doğum travmasının nerelere vardığını, herkesin burnunun herkesin nerelerinde olduğuna bir örnek daha: Bir boşanma dosyamdaki olay; Sezaryen yapan kadın, kaynanası  tarafından "Sen acı çekmedin, biz çektik." denilerek kıskanç bir mantık ile dövülmüş, dikişleri patlatılmış, doktora bile götürülmemiştir. Kadın, kendi ailesini aramış, olaydan 2 gün sonra ancak dikişleri tekrar atılmıştır. İkinci doğumunda ise hastanede 2.kez intikam alınmış, kaybetme bahanesi ile elinden altınları  da alınmış, kadın ise bebekle hastanede bırakılmıştır. Sonuç, boşanmadır. Sonuç; suçlanan anne adayı ve kadın- doğum doktorudur. Doktor, sezaryeni yapmasaydı; kayınvalidesi dövdüğü zaman kadının dikişleri patlamayacaktı.  Doktor hatasıdır.

Hani kendim de yaşamamış olsam inanmayacağım. Bana bir daha doğum mu? Tövbeler olsun. Ben zaten almıştım ağzımın payını eşimin bedenimi çok düşünen ailesinden, sağolsun devletimiz de bir daha  kadınlık onurumuza verdi.

Hüzünlendim gene. Bakın, insanları hak ve özgürlüklerinin engellenmesi nelere sebep oluyor. Minyatür topluluklardaki baskılardan devlet baskısına. Şimdi, hak sahibine mi bu hakkından vazgeç demeliyiz; yoksa üçüncü kişilere mi saygı duy demeliyiz, bilemem. Bildiğim tek şey, hukukçu olmama rağmen, adaleti ahirette bulacağıma olan inancım. Durum bu kadar vahim işte.

Psikiyatristlerimiz, psikologlarımız ve sosyologlarımız, bu yasakların sonuçlarını günümüz aile yapısı içinde bir kez daha irdelemelidir. Hatta her normal doğumun, her annenin psikolojisine müthiş olumlu katkılarda bulunduğunu irdelemeden kabul etmek sadece baskıcı zihniyetin ürünüdür.  Doğum yapacak her kadının, çok rahat ve mutlu hamilelik süreci yaşadığını düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz.

Normal doğum yapan kadın iyidir, tercih etmeyen nedir? O annedir, diğeri kimdir?

Sosyal çevremde, devlet hastanelerinde isteğe bağlı sezaryen yaptıran, sadece hatırladığım 6 tane kadın vardır. Demek ki sorun varsa, sadece özel hastanelerde de değildir.  Bu kadar yanlış idiyse, şimdiye kadar neden yapılmıştır? Bu kişileri yakından tanıdığım için eminim. Tek farkları doktorlarla olan yakınlıklarıdır. 

Fiziki bedenimin sağlığını düşünen hükümetimiz, ruh sağlığımız, kişisel tercihlerimiz  ve en nihayetinde de kadınlık onurumuz hakkında ne düşünmektedir?

Cenin'in yaşam hakkını, haliyle henüz tam ve sağ doğmadan hatta belki gözle bile görülmeden canla başla savunan büyüklerimiz, her ne nedenden olursa olsun, artık sıkıntı çekmeye hiç de tahammülü kalmamış günümüz annenlerinin tercih hakkının sınırlarını nasıl çizecektir? Epudiral anestezinin rutine dönüştürülmesi halinde, isteğe bağlı sezaryeni zaten  sadece tokofobik anne adayları tercih edecektir . Amaç, üzüm yemekse, bağcıyı dövmek nedendir?

Elde arap sabunuyla çamaşır yıkamak varken, çamaşır makineleri nedendir?

Yelpaze sallamak varken klimalar nedendir?

Boğaziçi varken, Kanal İstanbul nedendir?

EV'İM BENİM YAŞAM ALANIMDIR, DOKUNULAMAZ İSE, BEDENİM DE RUHUMUN YAŞAM ALANIDIR. ONUNLA İLGİLİ TERCİHLERİME DOKUNMAK NEDENDİR?

Bence, oldu olacak ellerimize birer odun alalım da, sezaryen tercih eden anne adayının kafasına vura vura fikrini değiştirmeye çalışalım. FİKRİNİ DEĞİŞTİRMEZSE ÖLÜR, BİZ DE KURTULURUZ. Nüfus mu? Bu kadın türünden daha çooooooook var!

 
Toplam blog
: 82
: 6114
Kayıt tarihi
: 20.05.12
 
 

Hukukçu bir anne.  Hayatta her şeyin kontrol edilemeyeceğini zor da olsa öğrendim.  Hayat, kısa b..