Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Şubat '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Sıcak bir Pazar gününün kulağıma taşıdıkları.

Günlerden Pazar. Hava, tam bir bahar havası kıvamında. Açık ve güneşli. İnsanı adeta sokaklara davet ediyor. Oğlumu -daha çekilmemiş çilesinin bir kısmını daha çekmesi için- OKS kursuna bırakıp, kursun yakınındaki çay bahçesine doğru uzanıyorum. Havayı güneşli gören herkes doluşmuş bu küçük çay bahçesine. Boş masa neredeyse yok gibi. Bir yandan kendime bir yer bulmaya çalışıyor, bir yandan da göz ucuyla masalar da oturan insanlara bakıyorum. Kimi sevgilisi ile gelmiş oturuyor. Elele, dizdize, gözgöze. Daha aşkın ilk evresinde. Kimi –sanırsam- eşiyle gelmiş. Onlar çoktan, aşktan sevgiye terfi etmiş. Erkeğin elinde günlük bir gazete, gözleri dünkü maçın kritiğinde, kadın ise kendi havasında, gözleri etraftaki insanları incemenin peşinde. Çocukların keyfine ise diyecek yok. Birbirlerinin peşlerinden ortalıkta koşuşturup duruyorlar. Türk Silahlı Kuvvetleri Irak’a girmiş, Mehmetçikler şehit düşmüş, yurdum insanı kardeş olduğunu unutup türban yüzünden iki kutup olmuş onların küçücük neşeli yüreklerine ne gam!

Sonunda bir masa bulup oturuyorum. Garson çocuk civa gibi maşallah. Hiç vakit kaybetmeden tavşan kanı çayımı getirip bırakıyor masamın üzerine. Bir yudum alıyorum ooooooh, keyfim yerine geliyor. Güneş dışımı, taze demlenmiş çay içimi ısıtıyor. Kitabım masanın üzerinden bana göz kırpıyor ama nedense canım şu an da onu okumak istemiyor. Çayımdan bir yudum daha alıp, kulaklarımı etraftaki masalara konsomasyona çıkarmak daha cazip geliyor.

Oğlunu kolundan yakalamış sıkan bir annenin sözleri karşılıyor ilk masada kulağımı. “Neden diğer çocuklar gibi davranmıyorsun, neden olman gerektiği gibi olmuyorsun çocuğum sen.”

“Olman gerektiği gibi olmak” ezbere başlanmış demek ki çoktan. Keşke yaptığımız bir yağlı boya tablo olsaydı onlar, istediğimiz renklere boyasaydık onları ne güzel olurdu değil mi o zaman!

Bir başka masada ise bir babanın oğluna nasihatı yarenlik etmeye başlıyor kulağıma. “Arkadaş olarak seçtiğin kişiler ve onların hayatın üzerindeki etkilerini asla küçümseme, onların üzerinde bıraktıkları etkilere çok dikkat etmelisin.” diyor orta yaşlı baba, sevgi dolu gözlerle bakarken belki de biricik oğluna.

“Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” diye boşuna söylememiş değil mi Atalarımız?

Bir sonraki masada oturan genç kızın isyanı kopartıyor beni bir an da baba oğulun bu güzel diyaloğundan. “Bir zamanlar etrafta farklı olduğumu düşünerek yürüdüğümü biliyorum. Daha iyi olduğumu düşünerek falan. Ama artık değiştim. Artık o, ben değilim. Neden değiştiğimi bir türlü kabul etmiyorsun. Önceden olduğum kişi yüzünden beni daha ne kadar cezalandıracaksın.” diyerek isyan ediyor annesine. Ardından da son darbeyi vuruyor “Seninle uzlaşmaya çalışmaktan ben bıktım, yoruldum artık anne. Hasta olduğun için beni suçlu hissettiremeyeceksin.” Ardından da masadan bir hışımla kalkıp çıkış kapısına yöneliyor.

Bakmaya çalışıyorum annenin yüzüne, acaba ne halde, anladı mı kızının ona söylemek istediklerini diye. Ama sırtı bana dönük olduğu için göremiyorum yüzünü.

Tam gürültünün içindeki sessizliği yakalayıp elimi masanın üzerinde duran kitabıma doğru uzatırken, kulağıma çalınan bir diyalog benim bu kararımı ertelememe neden oluyor. “Sen çok bencil birisin biliyor musun? Beni nasıl etkilediğini hiç düşünmeden sürekli olarak istediğini istemeye devam ediyorsun. Hiç olmazsa bir kere olsun değişiklik yapıp kendin yerine beni düşünmeyi denesene.” diyor sinirli bir şekil de genç adam karşısında oturan kadına. Kadın , genç adamın aksine son derece sakin. “Haklısın her zaman ilk kendimi düşündüm. Beni sevmen için çok fazla uğraştım. Gerçekten bana ne söylemek istediğini bu zamana kadar duymaya bile çalışmadım. Lütfen benim için biraz sabırlı ol. Çünkü ben artık gerçekten deniyorum.” diyor, adamı biraz olsun yatıştırmak için yanaklarını ellerinin arasına alıp onun gözlerinin içine bakarak.

Bu bahardan kalma pazar gününde, bu küçücük çay bahçesinde de herkes, herhangi bir günün, herhangi bir saatin de, hep yaptığı gibi, elindeki o görünmeyen çekici ile, örseleyerek kendi inandığı en doğru şekli vermeye çalışıyor birbirinin ruhuna. Belki bilinçle, belki bilinçsizce. İtiraf edemese de hep kendi konforunu, huzurunu, mutluluğunu düşünerek.

28 Şubat 2008
Haşim Arıkan
http://hasimce.blogspot.com/

 
Toplam blog
: 110
: 1108
Kayıt tarihi
: 05.02.07
 
 

Kimliksiz bir yazanım aslında... Bazen benim, bazen senim, bazen de herhangi biriyim. Belki d..