- Kategori
- Psikoloji
Sıcak bir Pazar gününün kulağıma taşıdıkları.
Günlerden Pazar. Hava, tam bir bahar havası kıvamında. Açık ve güneşli. İnsanı adeta sokaklara davet ediyor. Oğlumu -daha çekilmemiş çilesinin bir kısmını daha çekmesi için- OKS kursuna bırakıp, kursun yakınındaki çay bahçesine doğru uzanıyorum. Havayı güneşli gören herkes doluşmuş bu küçük çay bahçesine. Boş masa neredeyse yok gibi. Bir yandan kendime bir yer bulmaya çalışıyor, bir yandan da göz ucuyla masalar da oturan insanlara bakıyorum. Kimi sevgilisi ile gelmiş oturuyor. Elele, dizdize, gözgöze. Daha aşkın ilk evresinde. Kimi –sanırsam- eşiyle gelmiş. Onlar çoktan, aşktan sevgiye terfi etmiş. Erkeğin elinde günlük bir gazete, gözleri dünkü maçın kritiğinde, kadın ise kendi havasında, gözleri etraftaki insanları incemenin peşinde. Çocukların keyfine ise diyecek yok. Birbirlerinin peşlerinden ortalıkta koşuşturup duruyorlar. Türk Silahlı Kuvvetleri Irak’a girmiş, Mehmetçikler şehit düşmüş, yurdum insanı kardeş olduğunu unutup türban yüzünden iki kutup olmuş onların küçücük neşeli yüreklerine ne gam!
Sonunda bir masa bulup oturuyorum. Garson çocuk civa gibi maşallah. Hiç vakit kaybetmeden tavşan kanı çayımı getirip bırakıyor masamın üzerine. Bir yudum alıyorum ooooooh, keyfim yerine geliyor. Güneş dışımı, taze demlenmiş çay içimi ısıtıyor. Kitabım masanın üzerinden bana göz kırpıyor ama nedense canım şu an da onu okumak istemiyor. Çayımdan bir yudum daha alıp, kulaklarımı etraftaki masalara konsomasyona çıkarmak daha cazip geliyor.
Oğlunu kolundan yakalamış sıkan bir annenin sözleri karşılıyor ilk masada kulağımı. “Neden diğer çocuklar gibi davranmıyorsun, neden olman gerektiği gibi olmuyorsun çocuğum sen.”
“Olman gerektiği gibi olmak” ezbere başlanmış demek ki çoktan. Keşke yaptığımız bir yağlı boya tablo olsaydı onlar, istediğimiz renklere boyasaydık onları ne güzel olurdu değil mi o zaman!
Bir başka masada ise bir babanın oğluna nasihatı yarenlik etmeye başlıyor kulağıma. “Arkadaş olarak seçtiğin kişiler ve onların hayatın üzerindeki etkilerini asla küçümseme, onların üzerinde bıraktıkları etkilere çok dikkat etmelisin.” diyor orta yaşlı baba, sevgi dolu gözlerle bakarken belki de biricik oğluna.
“Bana arkadaşını söyle
Bir sonraki masada oturan genç kızın isyanı kopartıyor beni bir an da baba oğulun bu güzel diyaloğundan. “Bir zamanlar etrafta farklı olduğumu düşünerek yürüdüğümü biliyorum. Daha iyi olduğumu düşünerek falan. Ama artık değiştim. Artık o, ben değilim. Neden değiştiğimi bir türlü
Bakmaya çalışıyorum annenin yüzüne, acaba ne halde, anladı mı kızının ona söylemek istediklerini diye. Ama sırtı bana dönük olduğu için göremiyorum yüzünü.
Tam gürültünün içindeki sessizliği yakalayıp elimi masanın üzerinde duran kitabıma doğru uzatırken, kulağıma çalınan bir diyalog benim bu kararımı ertelememe neden oluyor. “Sen çok bencil birisin biliyor musun?
Bu bahardan kalma pazar gününde, bu küçücük çay bahçesinde de herkes, herhangi bir günün, herhangi bir saatin de, hep yaptığı gibi, elindeki o görünmeyen çekici ile, örseleyerek kendi inandığı en doğru şekli vermeye çalışıyor birbirinin ruhuna. Belki bilinçle, belki bilinçsizce. İtiraf edemese de hep kendi konforunu, huzurunu, mutluluğunu düşünerek.
28 Şubat 2008
Haşim Arıkan
http://hasimce.blogspot.com/