- Kategori
- Efsaneler
Şimdi Siz, Ege'desiniz !!!
Ne zaman bu denizin sularına daldım hiç mi hiç hatırlamıyorum. Uzun yıllar oldu Homeros‘un İlyada ve Odesa‘sını okuyalı , tarihi ve mitolojik öykülerde kendimi unutalı. Trajedi, entrika, aşk ve onur. Ve tabi kahramanlar; kah kızıp sevmediğiniz, kah hayran olup sevdiğiniz.
Masal mı, mitolojimi, tarih mi? Bildiğim tek şey yüzyıllarca bu efsanelerin insan yaşantılarını, inançlarını ve düşüncelerini etkilemiş olmaları. Şimdi bile, bir çoğu günlük hayatımızla iç içe. Ancak bu küçük kelimeleri kaçımız fark ediyoruz ? Kaçımız bu kelimelerin ardında yatan binlerce yıllık efsaneleri fark edip benimseyebiliyoruz ???
Böyle diyerek blogumda bir bölüm daha açmaya karar verdim . Adı “Büyüklere Masallar” olan. İstedim ki şimdiye dek sadece annemle paylaştığım o fantastik , tarihi ve kahramanlarla dolu olan dünyama sizde gelin. Gelin ki hep birlikte şimdi hayatımızda sadece birer kelimeden ibaret olan o küçük kavramların arkasında saklanan, binlerce yıllık hikayelere göz gezdirelim .
Bir çoğunuz tam da bu mevsimde Ege Sahillerinde yatmış yorgunluğunuzu atıyorsunuz. Gözlerinizi yumup dalgaların sesine kulak vermişsiniz. Ilık bir rüzgar tüm bedeninizi okşarken zakkum , kekik ve incir kokularını taşıyor size. Cır cır böceklerinin sesi dalgaların sesini bastırıyor. Ve derken kendinizi serin sulara bırakıyorsunuz. İçiniz ürperiyor , suda ısınabilmek için uzun ve seri kulaçlar atıyorsunuz. Derken kendinizi maviliklerin kucağına bırakıyor , sırt üstü teslim oluyorsunuz denize. Gözlerinizde tuzlu deniz suyu, hafifçe aralıyorsunuz gözlerinizi ama fazla değil, çok az; sadece gözlerinizdeki kristal deniz suyuna yansıyacak güneş ışığını görebilecek kadar . Şimdi buradasınız . Tam şimdi bu anda; bu günden, yaşantınızdan ve sıkıntılarınızdan uzak sakince teslim ediyorsunuz kendinizi canım denizin kollarına bırakıyorsunuz. Şimdi siz EGE ‘desiniz……
..............................................................................
Genç kız son bir kez daha baktı denizin maviliklerine, son kez içine çekti zeytin ağaçlarının gölgesinde kekik kokularını. Az sonra gelip alacaklardı onu, götüreceklerdi , ayıracaklardı sevdiklerinden , denizinden. Nede olsa seçilmişti, bir kurbandı o da tıpkı diğer on üç genç arkadaşı gibi. Ümitlerinden hayatlarının baharında kopartılanlardan sadece birisiydi, hiç kimseydi ya da ya da herkezdi. Son bir kez daha baktı denize uzun uzadıya, gözleri ufku taradı sanki görebilecekmiş gibi o uzak ada ülkesini. Kaderine razı olduğunu fark etti tekrar. Ne de olsa o seçilmese bir başkası seçilecekti. On dört kişi olmalıydılar ..
O gün, o yaz akşamında on dört kişiyi götüren gemiye siyah yelkenleri açtılar. O gün bir sonraki yıla kadara acımasız Kral Minos ‘a ödenecek olan tazminat verilmişti. Artık bir sonraki yıl doymaz canavarı beslemek için yine yaslı bir seçim yapılacaktı . Yine rıhtımda kalan aileler çaresizce saçlarını başlarını yolacak, elbiselerini parçalayacak ve bellki de tek evlatlarının seçilmesinden ancak son anda kurtulan şanslılarsa rahatlayarak rıhtımdan ayrılan siyah yelkenli gemilere bakacaktı .
Kral ağlamadı , ağlayamazdı da zaten …. Nasıl ağlayabilirdi ki o bir kraldı !! Kader ve tanrılar ona oyunlarını oynamasa o sarışın başını hiç eğer miydi acımasız Kral Minos ‘un isteklerine. Dişlerini sıktı olmasından korktuğu şey başına gelmişti. Son üç yıl yaşanmamış gibiydi sanki. Her yıl o korkuyu yaşamış sonra rahatlamış. Sonra tekrar yaşamış ve rahatlamış ancak nihayetinde yakalanmıştı. İşte şimdi o da rıhtımda yas tutan kalabalığın arasına bu kez kendi canını, oğlunu göndermek üzere katılacaktı. Son kez oğluna baktı. Çaresizce eğdi başını , ağlamadı . Ama bakamadı da oğlunun deniz mavisi gözlerine.
Theseus babasına yaklaştı. Önce önünde diz çoktü saygıyla. Sonra yavaşça oturdu yaşlı adamın dizlerinin dibine .
“ Kaderime teslim olamam baba !! . Öldüreceğim ve sana şerefim üzerine söz veriyorum döneceğim Atina’ya . Şimdi belki kara yelkenli bir gemiyle uğurlayacaksın beni ama, tüm Tanrılarım adına söz veriyorum bembeyaz bir yelkenle müjdeleyeceğim sana dönüşümü ve son kez ayrılacak bu limandan kara yelkenli gemi bu gün“
Kral yavaşça okşadı kemikli elleriyle oğlunun omzunu . Önce bir süre kaldı güçlü genç omuzlarda elleri sonra kavradı , sıkıca . Aniden bıraktı , geri çekildi oğlunun yanından. O bir kraldı . Ve sadece biriydi talihsiz ana ve babalardan.
Her yıl Girit ‘e on dört genç gönderiliyordu Poseidon ‘un Girit ‘e hediyesi Minotaur ‘u beslemek için .
Theseus karşısında duran büyük , tehlikeli ve çirkin yaratığa yenilmeyecekti. Kasları heyecan ve korkudan seğiriyordu ama o bir kral oğluydu . Bunu kanıtlaması için nice macerayı geride bırakmıştı ve şimdi tam babasına ulaşmışken ölemezdi. Bu nefesi çürümüş balık kokan , kıllı gövdeli boğa başlı yaratığa yenilemezdi. Yaratık insan gibi ilerliyordu. Güçlü bedeni insan bedeniydi ama aç gözleri dışında insanlığa dair en ufak bir emare yoktu bedeninin üst tarafında. Gözler acımasızca parlıyordu . Boynuzlu başını eğip Theseus ‘a saldırmadan önce kulakları sağır eden bir böğürmeyle bağırdı. Sırasını bekleyen kurbanlar korkudan nefeslerini tuttular, göz yaşları bir an için yanaklarında kurudu hepsinin . Boğa hızla saldırdı …. Ama Thesus … Adalelerindeki son güce kadar savaştı Minotaur ile. Ay gökyüzünde yükselirken o ve yaratığın bedenleri birbirine karıştı . Minoutor’un kıllı bedenine bulaştı Theseus ‘un ay ışığında altın gibi parlayan bedeninden süzülen terler. Ve son kez sapladı kılıcını Minoutor ‘a …………… ……………………………………
Kahraman Theseus ‘un hikayesi burada bitmez tabiî ki. Aynı Odeseus ‘un İthaka’ya sevgili karısına dönmek için verdiği savaş gibi savaş verir Theseus ‘da Atina’ya dönebilmek için.
Ancak gemilerine döndüklerinde bir tek şeyi unuturlar . Neden sonra evlerine ulaşacak olmanın zafer sarhoşluğu içinde Theseus ve diğer on genç unuturlar seyahatlerinin başında kar gibi yıkanıp , hazırlanmış ve umutla bir kenara konulmuş beyaz yelkenleri gemilerine asmayı.
Uzun zaman geçmiştir aradan ama Kral umutla beklemeye devam etmiştir oğlunun dönüşünü . Zaten o umutla her gün yenilenerek kalkıp giyinmiş ve limana girişi gören yüksekçe bir tepeye çıkıp denizi gözlemiştir. Ufku binlerce defa , yüzlerce gün taramıştır gözleri. Kral başını tekrar mağrurca kaldırmasını sağlayacak olan oğlunun zaferini simgeleyen kar gibi beyaz yelkenli geminin gelişini beklemektedir her gün .
O gün …..
O gün gider tepesine tekrar. Neden sonra gözleri ufukta ufak bir noktaya takılır. Heyacanla soluğunu tutar . Bekler , bekler ve bekler. Ufak nokta zamanı durduracak denli yavaşça büyümektedir. Kral gemiyi tanır tanımasına ama. Tanıdığı anda aynı Minoutor’un oğluna saldırırken attığı gibi bir çığlık atar. Acılı sesi şehrin dört bir yanından duyulur. Yaşlı Kral Aegeus tepenin üzerinden bırakır bedenini . Atar kendisini mavi ve soğuk sulara…….
.............................................................
Şimdi EGE ‘desiniz sevgili dostlarım . Serin sular vücudunuzu okşuyor.Tıpkı binlerce yıl önce adını aldığı Kral Aegeus’un vücudunu sarmaladığı gibi sizide şefkatle sarmalıyor EGE……