Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '08

 
Kategori
Blog
 

Simyacı ile blog söyleşisi (2)

Simyacı ile blog söyleşisi (2)
 

Simyacı'nın Güncesi sergisinden bir Bülent Göncü resmi


- Siz o zaman çok özel birisiniz.

- Aslında her insanda müthiş bir kapasite var. Ve özel, özgün ve aynı zamanda diğerleriyle benzer özelliklerle donatılmıştır. Basitlik, mükemmelliktir der evren. Bir pirenin midesi, kalbi ve diğer organları bir pirenin basitliğinde mucizevi bir mükemmellik değil midir?

- Evet, basit gibi gördüğümüz çok hayvanın özellikleri, evren tarafından mükemmel olarak tasarımlanmış.

- Güzel söylediniz. Tasarımcı, gözle göremediğimiz canlı varlıklara dahi yaşamlarını sürdürebilecek harika organlar tasarlamıştır. O yüzden diyorum ki, basitlik mükemmelliktir.

- Simya literatüründe şu söz önemlidir. ‘’Yukarıda ne varsa, aşağıdaki gibidir. Aşağıda ne varsa yukarıdaki gibidir.’’ Yani mikrocosmoz ve makrocosmoz.

- Evrende her şey ve herkes birbirine zincirlenmiştir. Siz bu zincirin halkası olarak evrenin bütünlüğünden sorumlusunuz. Aynı zamanda bağımsız bir bireysiniz. Evrende en özgür ve evrenin her noktasında yaşayabilecek bir donanıma sahipsiniz.

- İlginç bir tespit. Hem zincire dahil olmak, hem de özgür olmak.

- Simyada altını bulmak neyse insanın içindeki tanrısal tözü bulması odur. Maddenin saflaşması gibi insanda kendi içindeki atık maddelerden arınarak, içindeki gizlenmiş felsefe taşına ulaştığında evrensel bütünlüğe uygun bir mükemmellik yolculuğuna başlamıştır.

- Yani daha net bir açılımla nasıl ifade edebiliriz.

- Bir şeye ulaşmaya çalışırsınız, ona ulaşabildiğiniz anda, o şeye ihtiyacınız olmadığını anlarsınız. Dünyanın ve kendi derinliklerinde kendi zenginliğini simgeleyen felsefe taşını arayan insan, altın yaparak zengin olmak yerine kendinin altın olduğunu çok net algılar ve kendi servetinin dışında bir zenginliğe ihtiyacı olmadığını görür.

- Peki, bu felsefi bakış açısını resimlerinizden yola çıkarsak, nasıl yorumlayabiliriz?

- Biliyorsunuz, kişisel sergilerimden biriydi. ‘’Simyacı’nın güncesi. Daha sonra ‘’Aşk’ın Simyası’’ ile sürdü. Bu iki sergi öncelikle ilgiyi Simya’ya çekmekti.

- Bu iki serginizin ilgi gördüğünü biliyorum. Resimlerinizin ‘’özgün’’ bir hikayesi vardı ve izleyenler bu hikayenin bir parçası gibi hissediyorlardı.

- Tabii, sanatçı izleyicileri hikayenin içine çeker, izleyici o hikayenin içinde daha önceden bildiği ama zamanla unuttuğu bir kendinle yüzleşmeyi hatırlar. Sembollerin izlerini takip ederek, içine doğru, öz’e doğru bir yolculuğa başlar. Kolay anlaşılır değildir semboller. Kulakları ve gözü tırmalayan o kadar çok sembol üretilir ki çağımızda, insan kendi içindeki saflığa yolculuk ederken evrensel sembolleri ilk bakışta ayırt edemez.

- Siz resimlerinizde yaşam döngüsünün temalarını yansıtıyorsunuz sanırım.

- Bir tohum düşünelim. Dıştan bakıldığında renksiz ya da tek bir rengi olduğunu görürsünüz. Oysa onun içinde çok renkli bir canlı yaşamaktadır. Tıpkı ipek kozası içinde çok renkli bir kelebek gibi. İnsan da tohum halindeyken renksiz ve tek renk gözükse de hayat süreci başladığında çok renkli hale gelebilir. Bu renkli yaşamın içinde insanın amacı içindeki felsefe taşını bularak, yaşamını ‘’altına çevirmek’’ sorumluluğu vardır. Bir insan bu sorumluluğu eline alamadığı takdirde yaşam onun için anlamsızlaşır ve bu renkli yaşamın içinde renksiz bir yaşam süreci deneyimler. İçinden çıktığı tohumda kendisi için çok özel bilgiler vardır. Bu bilgiler bedenindeki her noktaya yazılmıştır. Ben resimlerimde insan oluşumunun bir bölümünü yansıtıyorum ve diğer bölümünü tamamlamaları ise onların sorumluluğunda olduğunun bilincindeyim.

- Hikayenin tamamını neden vermiyorsunuz?

- Birilerinin yapması gereken işin tamamını siz üstlenirseniz, ona iyilik etmiş olmazsınız. Bakın çevrenize herkes, bir başkasının yapması gereken şeyi, iyilik adına üstlenen çok sayıda başkasını görebilir. İnsan tüm bu bilgiye rağmen hayatının sorumluluğunu bu gönüllü insanlara verdiği takdirde kendi hayatını yaşamıyor demektir ki, zaten o yaşamıyordur. Ben hikayenin bana ait sorumluluğunu yerine getiriyorum, o kadar.

- Ve bunu resimsel bir dil ile ifade ediyorsunuz.

- Evrensel yasa iki şekilde harekete geçer. Yap ve Ol. Bu iki kelimeye eklenecek her engel takı ki; bunlar OL/MA ya da YAP/MA takılanmış kelimeleridir. Ben resim dilinin sınırsız zenginliğinde YAP ve OL kelimelerini renklendiriyorum.

- Sizin resimlerinizden bir şey anlamayanlara ne diyorsunuz?

- Onların kendi anlayış sınırlarına dahil olmak yerine ben kendim için YAP ve OL kelimelerinin resmini yapmaktan mutluluğuma katkı sağladığımı söyleyebilirim. Sabancı müzesindeki Picasso resim sergisinde iki kadın yanımda konuşuyordu. Biri diğerine dedi ki; ‘’ Ne saçma resimler, bunları ben de yapabilirim.’’ Diğeri de ‘’ Ben sana söylemiştim, gelmeyelim diye’’ dedi. Ben de kadınlara döndüm dedim ki, ‘’ siz böyle saçma resimleri yapma ihtiyacı neden duyuyorsunuz ki hanımefendi’’. Kadınlar biraz şaşkın ve mahcup bakakaldılar. Zaten ünlü sanatçılar, herkesin saçma bulduğu ve yaparım dediği ama yapamadıkları resimleri üretenlerdir. İşin sırrı buradadır. Sanatçı OL der ya da YAP der. Gerisi yaşamın döngüsü içinde kendi yerini bulur. Çocukluktan bu yana başta ailesi olmak üzere toplumda yüksek sesle dile getirilen YAPMA ve OLMA nidalarından etkilenmemiş bir sanatçı, yaşamın simyasını iyi kavramıştır.

- Yani dünyaya gelirken OL ve YAP diye geliyoruz, sonra OL/MA ve YAP/MA çığlıkları ile özümüzü bir şekilde kaybediyoruz.

- Aynen öyle oluyor. Daha sonra öz’e doğru yolculuk isteği bizi yeniden OL ve YAP’a doğru güdülerse bu yaşamdan kazançlı çıkıyoruz.

- İlginç bir tespit bu.
DEVAM EDECEK

 
Toplam blog
: 137
: 1054
Kayıt tarihi
: 05.01.07
 
 

1951 İstanbul doğumluyum. Bireysel ve Kurumsal Gelişim Danışmanlığı, Moda Tasarımı ve Marka Danışman..