Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Nisan '18

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sınger Dikiş Makinası

Sınger Dikiş Makinası
 

Benim çocukluğumda yaşadığımız evin içinde ne mobilya nede bizi eğlendirecek televizyon ya da başka bir şey vardı. Radyo bile yoktu, sadece köy kahvesinde vardı.  Elektrik yoktu zaten. Kimsenin derdi de değildi cafcaflı eşyalar. “Buzdolabı gördün mü?” diye sorsak birisine, şeklini tarif edemez. Yiyecekler günlük tüketilirdi. Yemek kalmışsa, güneş görmeyen yere bırakılırdı. Ya da bırakılmaz evin köpeğine kedisine verilirdi. Et kurbandan kurbana, kavurma olurdu, küpe basılırdı. Kemikli etler fırınlanırdı filan. Toprak kaplarda saklanırdı, salça, peynir, turşu gibi yiyecekler.

Mağdur olma gibi bir durum varmış gibi görünse de, borç taksit yapılarak alınan insanların belini büken hiçbir beyaz eşya yoktu. Yeni evlilerin işi iyiydi yani. Bak, yokluk bu yönden iyiydi. Ekmek ve katık olsun, diğer ayrıntılar önemli değildi.

Zamanla ağır ağır değişimler olmaya başladı köylerde. Camilerde, minarelere hoparlör takıldı. İmamalar mikrofondan ezan okuyup, minarenin merdivenlerinden kurtuldular. Köylüler “gâvur icadı bu ses düzeni, şeytanın sesi” deyip, iki gruba ayrılıp köy meydanında, ‘Ankara Meydan Savaşı’ yapıp birbirlerinin kafalarını kırdılar. Ses cihazı isteyenler, gâvur oldu, diğerleri İslam askerleri. Kürekle sopayla, kafası çatlak adamlar dolaşır oldu köy meydanında.

“Değişim” kavgaya tutuşturdu insanları.

Köylerde, “komünist düzeni” olarak anlatılan kooperatifler kurulmaya başladı. Bazı köyler, köyle ilçe arasında gelip giden otobüsler aldılar. Sonrada ön koltuğa oturma yarışları (kavgaları) yapıldı. Düdüklü tencere çıktı. Her eve girdi düdüklü. Kimleri tencerede düdük aradı. “Aşa yinge almış. Benim niyim eksik” rekabetler başladı ağırdan ağırdan. Maşıngalar, saç sobalar… Perdeler, kornişler… Birbirleriyle yarışan kadınlar, para bulmak için beli kırılan erkekler…

Açıldı saçıldı köylüler. Bu açılma o kadar ileri gitti ki, şimdi köylerde yaşayan kimseler yok. Herkes şehirlerin kenarlarındaki varoşlarda, gecekondularda pinekleyip, asalak gibi yaşarken şehirli olduk zannediyorlar kendilerini. Üreten değil, tüketen birer asalak olduklarını fark etmeden yaşayıp gidiyorlar.

Ütüsüz yaşamak süperdi. Sonra kömürlü ütüler süper oldu. “Tüplü ocakla ni gıda goleylik” olmuştu filan. Köylere elektrik gelince, köylünün elinden parasını almak için kurulan düzende yer alan eşyalara, “beyaz eşya” dediler. Beş liralık dolabı, bin liraya satıp milletin iliğini kuruttular. Babaların hayatı, taksit oldu.

Demezler mi hep. “Köylünün malı enayi, zenginin malı sanayi.”
İliğini kurutup, kanını emdiler insanların taksit taksit.
Neyse.

Çok eskilerden yeni evlenecek güzel kız, damattan dikiş makinası istemiş. Kırk koyun satıp bir dikiş makinası almış damat babası. Gelinle damat, gerdek gecesi sabaha kadar dikiş dikmekten, diğer dikme işini unutmuşlar. Yengeler kapıda makine takırtısı dinlemişler.
*

Çocukluğumda hatırlarım. Terziler vardı. Hem de kasabaların her sokağında. Bizim köyde bile birisi bir terzi dükkânı açmıştı. Seri imalat yapıyordu sanki mübarekler. İşleri hep yoğundu. İnsan bedeni, S-M-L-XL-XXL-XXXL gibi kotlamalara maruz kalınca, hazır giyim çıktı. Terziler nalları diktiler. Şimdi paça yapıp, sökük dikiyorlar.

Ancak, konfeksiyondan önce köylerde kızıştırılan rekabet sonucu her eve dikiş makinası girdi. Başköşeye oturdu. Artık kadınlar iğne ile değil, makinayla sökük dikip, yama yapmaya başladılar. Ferace diken, fistan ve don gömlek dikenler çoğaldı. Nazilli basması, Sümerbank pazenleri poplinleri, çiçek gibi açtı, kadınların kızların üstünde.

İşte bu dikiş makinalarının en muteber olduğu günlerde, bir gün köy meydanına bir kamyon yanaştı. Köylüler toplandı başına. Araçtan inen üç kişi, vakit kaybetmeden araçtan bir büyük kutu indirdiler. Kutuyu açıp bir dikiş makinasını kuruverdiler, düz bir zemine. Üzerinde “SINGER” yazan makinayı, öyle bir tanıttılar ki. Evinde makine olan ikinci bir makine alır hale geldi. Adamlar bir fiyat söylediler, bu parayla bir çift öküz alınır. Her öküz 200 kilo et çıkarsa, iki öküz 400 kilo. Et 50 lira olsa, şimdiki para 20 bin lira. Tokata bak!

Adam ardından da patlattı kampanyayı. “Para pul istemiyoruz. Tam bir yıl vade. Bu gün al, seneye bu gün öde! Siz sadece bizden makine aldığınıza dair bir borç senedi imzalayın yeter.”

Köylüler, sürü gibidirler bazen. Birbirlerinin hareketlerine bakar dururlar. Akılları durur. Birisinin almasını beklerler. Birisi bir alsa, almayan kalmaz köyde”

Adam bağırıyor. "Bu sene bir liraya al. Seneye iki liraya sat. Siz dikiş makinasını aldığınıza pişman olursanız, seneye iki katına geri alırım, Allah hakkı için!”

Kadınlarda toplandı makinanın başına. Çaput dikenler.
“Eyi dikiyo. Bak galın gumaşları da dikiyo. İne de gırmıyo. Bunla aba potur bile dike isan. Para gazanılır bu makinele…” gibi laflar uçuşuyordu.

Köyden birisi, çıktı geldi. Eve gitmiş, eşiyle konuşmuştu. “Ben alıyom bi tene.” deyip allınca, gerisi çorap söküğü gibi geldi, herkes sıraya girdi. Araçta makine kalmadı. Mübarekler, sanki dikim fabrikası kurup seri üretim yapacaklar. Bireyselliğe ve bencilliğe bak. Köyde bir dikiş makinası olsa, hepsinin işini görür. Ben! Benim! Sahip olma egosu!

Adam kahvedeki masada, açıp çantasını çıkardığı bir cilt borç senedi tek tek imzalatıp verdi makinaları. Sonrada en önemli açıklamayı yaptı.
“Biz seneye belki gelir belki gelmeyiz. Senetlerinizi bankaya vereceğiz. Siz ilçenizdeki banka şubesine seneye bu gün gidip borçlarını ödersiniz.” deyip, çekip gitti. Adam kurmuştu kapanı. Yarın başka bir köye gidecekti.

Köylülerin birçoğu, günü gelince ödemişlerdi borçlarını. Bankada para aldığına dair bir makbuz vermişti onlara. Altı ay sonra gelen mektupla, şapşallaştı köylüler. “Dikiş makinanızın parasını ödemediniz. Vadesini geciktirdiniz. Ödediyseniz makbuzu ibra ediniz. Ödemezseniz hakkınızda icra takibi yapılacaktır” gibi. Köylü dayım kaybetmişse makbuzu, yeniden ödedi makinayı. Makinanın iki yönündeki çekmecelerine, ödenti makbuzunu koyanlar kurtuldular bu işten.

Anneler babalar çok oldu rahmetli olalı. Terziler tarihin sayfalarına gömüldü. Hala o makinalar çalışıyor. Kimileri saman damına indirildi. Kimileri hurdacılara satıldı.
O yokluk yıllarının en önemli araç gereçleri mazi oldu, solgun fotoğraflarda. Kaybolup gittiler.

Patates, soğan, ekmek, yoğurt, yumurta alan köylü olur mu?

Üretmeyip satın alan köylü tipi türetildi günümüzde.
Doğal olarak, köylülerde kayboldu. Ancak virane haldeki köyler, yerlerinde bir deve gibi diz çökmüş halde bekliyorlar.

Kaybolmayan, yeniden türeyen sürekli taktik değiştirenlerde, değişmeyen bir zihniyet var. Her dönemde, işbaşında onlar.
Üç kağıtçılar, hırsızlar, arsızlar, madrabazlar… Ticareti hırsızlığa çevirenler… Kısacası yasal soyguncular… İnanç sömürücüleri… Artık bilişim yoluyla dümenler çeviriyorlar.

Saygın hırsızlar çoğaldı velhasıl!
Bunların yırtık vicdanlarını, hiçbir dikiş makinası dikemez.
Bize, garibana batırılan hep “çuvaldız”
Bu insanlar, çuvaldıza da alıştırıldı azizim!
Çuvaldız bizim köylü bizim!
Kime ne!


Şuayipodabasi…

01.03.2018/Kepez/Çanakkale


 

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..