- Kategori
- Sağlıklı Yaşam
Sınırsız çocuk
Çocukları olan ailelerle bir arada olduğumuzda, çocuklar karşılıklı konuşmaya izin vermezler, sürekli araya girerler, masanın düzenini bozarlar, masanın üzerine çıkarlar. Anne ya da babaları ise bu çocuklara nasil davranılacagını bilemiyorlar. Günlük hayatta olağan olarak yaşanan bu sahne, göründüğünden daha öğreticidir; çocuğun bu tavrı, ailenin otorite karşısındaki güçsüzlüğünün bir kanıtıdır.
Bu güçsüzlüğün bir nedeni, anne ya da babanın kendi kişisel hayat hikayesinde yatmaktadır. Muhtemelen; ebeveynler kendilerinde sınır koyma hakkı görmemekte, ebeveynlik rolünde kendilerini “meşru” hissetmemektedirler. Ayrıca kendi ebeveynleri de geçmişte ebeveynlik kapasitelerine r kiil davran güven duymalarını sağlayacak tarzda davranmamışlardır.
Eğer gevşek eğitim vermiş bir aileden geliyorsak, sahip olamadığımız sınırları ya da kararliği çocuklarımıza aktarmamız zordur. Tam tersine, çok baskıcı bir eğitim söz konusuysa, maruz kaldıklarımızı çocuklarımıza yaşatma korkusu da sınır koymamızı engeller. Çoğu zaman bilinçaltında olan bu korku, birçok problemin temelini oluşturur. Eğer yetişkin, çocukların karşı koymalarına sınırlar koymada yetersiz kalıyorsa, onları uyarmıyorsa, çocuklar bu karşı koymaların onaylandığını hatta hoşlanıldığını düşünerek tutumlarını pekiştirirler. Yetişkinin koyduğu sınır ya da kurallara inanmadığı ya da kendisini suçlu hissettiği durumlarda da sonuç aynıdır.
Bu tür yanlış anlamalar, daha sonraları terapilerde gündeme gelir: ”Babanız sizi engellemekte zorlanmış. Bunu sizin yaptıklarınızdan memnun olduğu için değil ama çocukluğunda kendisine çok sert davranıldığı için yapmış. Çünkü size de aynı şekilde davranırsa mutsuz olacağınızdan (kendisi gibi) korkmuş”.
Çocuklara sınır koyarken, bu sınırların neye yaradığını da bilmemiz gerekir. Günümüzde çocuk eğitiminde sınırların çoğu zaman ihmal edildiğine şahit oluyoruz. Bu açıdan aileler bu sınır ve kuralları kendileri için, kendi rahatları için koyduklarını düşünüyorlar. Çocuklarına şiddet uyguluyormuş gibi hissetme, özgürlüğünü kısıtlama, kişiliğini baltalama korkuları da cabası.
Halbuki tam tersine sınırlar, çocuğun gelişimi için son derece önemli ve gereklidir. Sınır konulmayan bir çocuk özgür değildir. Çünkü güdülerinin esiri olmuştur. Mutlu bir çocuk değil endişeli bir çocuktur. Çocuk doğası gereği ”hemen”, ”şimdi” memnuniyeti hedefler. Bir şey mi istiyor? Hemen onu alır. Memnun değil mi? Vurur ya da kırar. Bu kısa vadede hoşlanılan bir durum olabilir ancak uzun vadede bedeli ağır olur. Sınır konmayan çocuk kendi kendini kontrol etmeyi öğrenemez, isteklerinin hemen gerçekleşmesi ön plandadır, endişelidir, ”düşünmek” ve yapmak” zihninde bütünleşmiş iki eylemdir. Bu da onda suçluluk duyguları oluşturur: ”ya kardeşimin ölümünü istersem ve onu öldürürsem (çünkü şimdiye kadar bana hiçbir şey yasaklanmadı)!”.
Yasaklar ve sınırlar koymayan ebeveynleri yüzünden çocuk, dünyayı başına her şeyin gelebileceği ihtimalinin oldugunu algılar.
Eğer en güçlü bensem düşmanı yenerim. Ama eğer ben düşmandan daha güçsüzsem beni kim koruyacak (kural ya da sınır da yok). Buradan da kolayca sınır konulmayan çocukların neden kabuslar gördükleri, karanlıktan, geceden ya da hırsızlardan korktukları anlaşılabilir. Eğer babam bana sınırlar koyarken bile güçsüzse (benim kendisine itaat etmem konusunda bile başarılı olamıyor) beni hırsızlara karşı nasıl koruyacak?
Çocuklar pek bilincinde olmasalar da sınır ya da kural konmasını isterler. Zaten yetişkinleri, onların dayanma sınırlarını zorlayarak sınır koymaya doğru iterler. Bu tutum, sınır talep etmenin bir yoludur. Eğer gerçekleşmezse kendileri bir çare bulurlar ve genellikle “bedenlerini” kullanarak bunu yaparlar: düşerler, yaralanırlar vb. Böylece kendi kendilerine sınır koymuş olurlar.
Gerekli sınırları koymak için çocuklara şunları öğretmelidir:- Kim olduğunu bilmek: O, bir “hayvan” değil bir insandır. Dolayısıyla tırmalayarak, ısırarak vs. davranamaz. İnsanlar konuşarak anlaşırlar.- Yerinin ne olduğunu bilmek: O, anne ve babasının çocuğudur, bir yetişkin değil. Aile hayatını kendi istediği gibi yönetemez, anne ve babasıyla arkadaşlarıyla konuştuğu gibi konuşamaz. Çocuk, anne ya da babasıyla evlenemeyeceğini, onların kendisi doğmadan önce de “çift” olduğunu, zaten bu sayede kendisinin dünyaya geldiğini anlamalıdır. Böylece çocuk, anne ve babasına, onların özel “an” ve “mekan” larına saygı duymayı öğrenir. Onların yatak odalarına kapıyı vurmadan girmez, onlarla birlikte yatmaz.
- İçinde yaşadığı toplumun kurallarını anlamak: Her istenilen yapılamaz, her şeye hakkımız yoktur ve her istediğimizi anında elde edemeyiz. Bunları öğrenen çocuk, markette her istediğinin alınması için kendini yerden yere atmaz. Ve bir şey elde etmek, amaca ulaşmak için her zaman ödenecek bir bedel vardır. Bol antrenman yapmadan iyi bir sporcu olunmaz. Çalışmadan okulda iyi notlar alınmaz, ve en önemlisi çocuk, sınır ve kuralların sırf kendisini sıkmak, rahatsız etmek için yetişkinler tarafından icat edilmediğini anlamalıdır. Yetişkinler, kendileri de bu sınır ve kurallara uymaktadır. Çünkü hayat böyledir.
- Her istediği anında olmadığı için çocuk, sınır ve kuralları sevmez ve acı çeker. Ancak bu acıyı çekmeden de kendi yolunu bulamaz ve kendisini geliştiremez.
Sınırları kim koyacak?
Şöyle diyebiliriz: Kuralları ve sınırları babalar koyar; anneler bu sınırları hatırlatır. Çocuğa, babası yanında değilken de bu sınır ve kurallara uyması gerektiği, onun eğitimi ile ilgili her şeyde babanın söz sahibi olduğu anlatılmalıdır. Niçin? Çünkü bir ailede çocuklara sınır ve kurallar koymanın amacı, onların sosyal hayatta var olan kuralları, yasaları anlamasını ve bunlara uymasını öğretmektir.
Kural ya da yasanın iki belirgin özelliği vardır:
- Bireyler arasında anlaşmazlık olduğunda çözüm için başvurulacak kaynaklardır. Komşuyla ben birbirimize silahla ateş açmayız çünkü yasalara başvururuz. Çocuk ile annesi de bir anlaşmazlık halinde babanın koyduğu kurallara atıfta bulunarak bunu çözerler.
- Kural koyucu ve denetleyici ortamda bulunmasa bile kurallara uyulur. Trafik polisinin olmadığı hallerde de kırmızı ışıkta dururuz.
Bir anne çocuğuna:
“Baban burada değil ama sana bunu yasaklıyorum çünkü baban bunu yapmamanı söyledi” derse çocuk kuralı anlar. Baba da çocuğa açık ve net bir şekilde bu kuralları kendi zevki için koymadığını, bu kurallara kendisinin de uyduğunu anlatırsa çocuk, kuralın hiç kimseye ait olmadığını ve herkesin o kurala uyduğunu anlar.
Yanılmadığımızı anlayabileceğimiz kesin reçeteler var mı? Maalesef yok. Ancak belki aynı durumlarda, farklı ebeveynlerin de aynı kural ve sınırları koyduğunu görmek ve gözlemlemek bir ölçü olabilir. Kural ve sınırları, kendi kişisel heveslerimiz, kendi olumsuz yaşantılarımız etkisi altında koyuyorsak yanılabiliriz.
Çocuklardan sebze yemelerini istemekte anormal hiçbir şey yoktur. Ancak pırasa yemeleri için zorlamak itici olabilir ve bu zorlama, hiç de normal değildir. Çocuk eğitiminde uygulanan şiddete ve bu şiddetin “senin iyiliğin için” maskesi altında yapılmasıda insanın tüylerini diken diken eden prensiplerdir.
Mustafa Uçman