- Kategori
- Gezi - Tatil
Sinop (1)

GÖLGE ETME BAŞKA İHSAN İSTEMEM SENDEN
GÖLGE ETME BAŞKA İHSAN İSTEMEM SENDEN Diyojen ( MÖ 412 - MÖ 323 )
“elinde feneriyle arar gibi şehri
yanında köpeği, perperişan
insanı aydınlatıyor gündüz vakti ”GÇ
Yaşadığı mevsim, gündüz ya da gece… İlk kez ayak bastığınız şehre ne zaman gittiğiniz önemlidir.
Ağustos’un ilk günlerindeyiz. Kızgın güneş, susuz kalacağız korkuları üretmemize neden oluyor. Sinop’a yıllar önce sıcak bir yaz gündüzü gelmiştim. Yine yaz ve yine gündüz. İlk gelmişliğimden aklımda kalan: “ Ne tarafa gidersen git, arkanı dönmedikçe kollarını açar deniz. ” Çocuğuna uzanan anne gibi. Ne güzel!
Ülke haritasına baktığınızda minik ve şişkince kitle gibi duran Sinop, yarım ada olma özelliğinden dolayı denizden en çok da çok nem kapıyor. Bu mevsim nem tavan yapıyor olmalı. Sıcak çok ıslak burada. Gözlerimin bile terlediği kalacak bu kez aklımda. Su perisi Sinope gülümsüyor olmalı bir yerlerde.
İki yıl eğitim gördüğümüz Bolu’ya üst üste iki yıl gidince değişiklik olsun istedik ve ondan talep ettik. Bizi kırmadı. Doğduğu ve yaşadığı şehre davet etti bu yıl. Bolu Eğitim Yüksekokulu’ndan sınıf arkadaşım o.
Neşeyi çoğaltan enerjisi ve hak etmek istediğimiz özverisiyle mezun buluşmamızı organize eden Orhan Durur “Mutluluğun Başkenti” diyor Sinop’a. Oysa Sinop bir şehir. Yani, sonradan inşa edilesi değil, önceden geleni korunası kadim bir yerleşim.
Otogarda sabaha ayak bastığımızda güler yüzlü insanların yardımseverliği bize kılavuzluk ediyor. Tam da aklımda kaldığı gibi. Orhan ve eşi Tülay’ın güneş açmış yüzleri ikram ettiklerinin en güzeli. Kendi elleriyle yaptıkları, emekleriyle ürettiklerini sunuyorlar evlerindeki kahvaltıda. Biz ilk gelenler çok şanslıyız. Bunun ayrıcalığından yararlanıyoruz; Sevim, Gültekin ve ben.
Hoşgörüyle trafik akışının sağlandığı şehir, diye okumuştum bir yerlerde. Bunu düşündüğümü fark etmiş gibi şehir merkezinde hiç trafik ışığı olmadığını, insanların birbirine olabildiğince saygılı davrandığını anlatıyor Orhan. Buluşma yerine gidiyoruz.
Bazı arkadaşlar önceki yıllarda da aramıza katılmıştı. Bu yıl yeni gelenler var. Uğrayıp giden de. Toplananların öğretmen olduğunu duyup gelen öğretmenler de… Otuz yıl sonra karşılaşınca garip bir sıcaklık yayılıyor ortama. Deniz kenarındaki parkta çoğaldıkça çoğalıyoruz.
Toplanma ve merhabalaşmanın sonrasında karadan Sinop turu yapıyoruz. Eskiden Amerikan üssünün olduğu yere çıktığımızda bayram ediyor gözlerimiz. Karadenizle Akdeniz sohbet ediyor sanki körfezde. Bir taraf süt liman, diğer tarafta hırçın dalgalar… Nükleer santral kurma gayretinin huzurlu bu coğrafyayı yok edeceği çığlığı kulaklarımızı sağır ediyor.
Geç de olsa otelimize yerleşiyor, akşam yemeği için hazırlanıp tekne turuna çıkıyoruz. Sinop’a denizden bakmak ne hoş. Bir de yanımda birlikte staj yaptığımız arkadaşım Sündüs olunca… Geçmişe ait hiçbir şey sormasak, hiçbir şey anlatmıyor olsak da birbirimizde konaklıyoruz. Arada heyecanla memleketini dillendiriyor Sündüs. Aslında fazla söze gerek yok görünen şehir kılavuz istemiyor. Yeşile de maviye de doyuyoruz. Ormanın denizi, denizin ormanı kucakladığı bu şehri fark edenlerin acelesi yoksa da bilinci olmasını dileyerek.
Çocukken evli evine diye başlayan o tekerlemeyi söylediğimiz saatlerdeyiz. En çok da gözlerimize bakıp bakıp gülümsüyoruz. Aklımızdan yıllar geçiyor. Güneş denizdeki evine çekiliyor.
Gerisi Nihavent!
Gülgün Çako
SİNOP / 2 Ağustos 2014 Cumartesi