Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Eylül '19

 
Kategori
Edebiyat
 

Söğüt Ağacı (10)

        Bir buçuk yıla yakın zamandır, aşklarına tanıklık etmeyen söğüt ağacının çevresindeki çalı çırpıların her biri bir yere dağılmıştı. Kışa doğru yapraklarını döken ağacın dalları hala çıplaktı. Çıplak dalların arasında kuşlara yakalanmaları kaçınılmazdı. Belki de kuşlara yakalanmaları aşklarına heyecan katacaktı. Yine de tedbiri elden bırakmak doğru olmazdı. Aysel, gerektiğinde birilerinden gizlenmek için yeni çalı çırpılarla söğüt ağacının çevresini kapattı. Geçmişte işe yaramıştı. Bir defasında Cevo’nun Hasan’a yakalanmaktan çalı çırpıların arasında saklanarak kurtulmuşlardı. Gerçi Hasan’ın gözleri net görmüyor, kulakları iyi duymuyordu. Yanı başlarında bile olsaydı âşıkları çalı çırpı sanırdı.

Çevresini çalı çırpılarla kapattığı söğüt ağacının altına kilim ve benzeri şeyler serdiğinde aşk yuvaları hazır olacaktı. Gelirken getirdiği kilimi söğüt ağacının altına serdi. Mevsim gereği toprağın ıslaklığı bir tarafa buzlu alanlar vardı. Bu durumda kilim yeterli gelmeyecekti. Tayadan bir horum yonca getirerek kilimin altına yerleştirdi. Yoncayı da yeterli görmemiş olacak ki iki tane de minder getirdi. Çetin’i geldiğinde her şeyi hazır olsun istiyordu.

Aşk yuvaları hazır olduğuna göre Çetin’in gelmesini bekleyebilirdi. Soğuk havaya aldırış etmeden üç gün evinin avlusundan ayrılmadı. Her günün sonunda üzgün halde başını yastığına koymak zorunda kaldı. Yün yastığı taş gibiydi. Yorganı yüz kiloluk ağırlık gibi üstüne çöküyordu. Yorganından farklı olmayan yatağı Aysel’i uyutmuyordu. Aslında uyutmayan ne yastığı, ne yatağıydı. Uyutmayan, beyninden silemediği düşünceleriydi. Aklından çıkmayan Çetin’e olan özlemiydi.

Umutlarının tükendiği dördüncü günde Aysel yine avludaydı. Zaman zaman bulutların arasına saklanan güneş, tepeye tırmanmış, öğlen vakti ezanı okunmuştu. Namazını kılan Uykucu Ayşe, divanda uyumak üzereyken, Aysel özlediği, tekrar tekrar duymak istediği ıslık sesini duydu. Ne kadar çok özlemişti. Tereddüt etmeden ıslık sesinin geldiği yöne başını çevirip baktığında Hasan’ın evinin iki adım ötesinde duran Çetin’i gördü. Koşup özlemle boynuna sarılmak için iki adım attıktan sonra kendini frenledi. Olacak şey değildi. Son günlerde Hasan evden dışarı çıkmıyor, köy meydanına gitmiyordu. Cam kenarında oturuyorsa, yakalanabilirdi. Göz işaretiyle “bahçeye gel” dedi.

Çetin, arka taraftan dolaşırken, Aysel, heyecanla, kalas köprüden söğüt ağacına koştu. Her zamanki gibi aşk yuvalarına yine ilk gelen Aysel’di. üç dakika kadar sonra gelen Çetin’in boynuna atılarak sıkı sıkı sarıldı. Söğüt ağacı ilk defa bu denli sarılmalarına şahitlik ediyordu. Geçmişte Çetin Aysel’in dizlerine başını koymuştu. Aysel Çetin’in saçlarıyla oynamış, yüzüne dokunmuştu. Ellerini ellerinin içine almış; ama bir defa olsun bu kadar içten sarılmamıştı. Bu sarılış, söğüt ağacının başka şeylere şahitlik edeceğinin işaretiydi.

Dakikalar sonra dudakları birleşti. Göğüslerinin temasıyla, soğuk havada yaz sıcaklığının ateşi bedenlerini sardı. Yavaş, yavaş oturdukları mindere uzandılar. Ceketini üzerinden atan Çetin’in, önce yelek, sonrada gömlek düğmeleri bir, bir çözüldü. Zaten ince giyinen Aysel’in göğüsleri ortaya çıkacak kadar bluzunun düğmeleri açıldı. Tam manasıyla kendilerinden geçmişlerdi. Sağ elinin parmakları Aysel’in saçlarının arasında olan Çetin’in, sol eli kalçasındaydı. İç çamaşırına dokunmak istediğinde kendine gelen Aysel, Çetin’in elini tuttu. Diğer eliyle sertçe iterek kendinden uzaklaştırdı. Neye uğradığını anlayamayan Çetin, buzları yeni çözülen toprağın üstüne yuvarlandı. Bu kadar sertçe iteceğine dur diyebilirdi. “Bu kadarı fazla, çok ileri gittik” dedi. Çetin:

-Farkındayım; ama sen başlattın ve çok istekliydin. Bu isteğine kayıtsız kalamadım. Özür dilerim.

-Asıl ben özür dilerim. Sadece öpüşmek istemiştim. Göğüslerimiz temas edince bir anda salıverdim kendimi. Nasıl yaptığımı hala anlamış değilim. İtmeden durdurabilirdim. İtişim doğru olmadı. Devam etseydik istemediğimiz şeyler olabilirdi. Evlenmeden… Neyse…

-Anlıyorum. Evlenmeden önce hamile kalmaktan korktun. Samimi olarak söyler misin; ileri gitseydik, terk ederse ne yaparım düşüncesine kapıldın mı?

-Ne demeye çalışıyorsun? Ayrılmak gibi bir düşüncen mi var?  Yoksa…

-Yoksa ne?

-Beni sevmiyor musun? Sevmiyorsan istismar etmeye kalkışma. Gönül eğlendirmek gibi bir düşüncen varsa hemen şimdi yollarımızı ayıralım. Şu an yaşadıklarımızı yok sayarım. Şimdi seviyorum deyip de bugünden sonra, yarın, başka gün, hevesimi aldım, ne halin varsa gör demeğe kalkışırsan yemin ediyorum seni öldürürüm.

-Sevgimden şüphen mi var?

-Bugüne kadar yoktu.

-Yani…

-Terk ederse ne yaparım düşüncesine kapıldın mı sorusunu soran sensin. Seviyorsan ne diye terk edeceksin? Seni sevdiğim, güvendiğim için kendimi kollarına bıraktım. Ölünceye kadarda seveceğim. Ama güven… Güvenimi kaybedersen sevgimi de kaybedersin.

-Bana güvenmiyor musun?

-Bu konuşmayı daha fazla uzatmayalım. Bir süre görüşmeyelim diyeceğim; ama askere gideceğinden zaten görüşemeyeceğiz. Bol bol düşünmeye vaktimiz olur.

-Yirmi günden fazla iznim var. Görmeye gelmeyeyim mi? Görüşmek istemiyor musun?

-Bakarız… Hadi sen şimdi git.

 
Toplam blog
: 45
: 180
Kayıt tarihi
: 17.04.13
 
 

1961 Erciş doğumluyum. İlk öğrenimimi Erciş Emrah ilkokulunda tamamladım. Konya Ereğli İvriz Öğre..