- Kategori
- Gündelik Yaşam
Sokaklarda insanlar, insanlarda yaşamlar vardı-2

Bu "sokaktaki insanlar" konusunda daha önce de yazmıştım. Ama bugün dikkatimi daha başka şeyler cezbetti. Bilmediğim bir ayrıntıydı belki bu. Meğer o sokak her seferinde farklı bir sokak, insanlar her seferinde farklı insanlar ve benim bakış açım da her seferinde farklı bir insanın bakış açısıymış.
Bugün yine balkona çıkıp etrafı izlemeye başladım. Biliyordum ki aşağıda hayatlarını sürdürmekte olan insanlar, yine bana bir şeyler öğretecek, düşünmeye ve yazmaya değer eylemler yapacaklardı.
Güneş havadaydı bu kez, batmaya da niyeti yoktu. Günler uzuyor diye herhalde. Biraz bulutluydu gökyüzü ama aşağıdaki insanların içini karartacak kadar değil, belki biraz heyecanlarını söndürecek kadar kapalıydı. Nereden anladım bunu? Aşağıda bekleyen insanların hiçbiri sıkılmıyordu. Sıcak bir yaz günü terleyerek ve gözleri kamaşarak beklemeyi sevmedikleri için, daha bir dakika olmadan sıkıntı belirtisi göstermeye başlayan insanlar, bu sefer gayet sakin ve huzur doluydular. Kimi sevgilisini bekliyordu, kimi mal getirecek olan kamyonu. Bir diğeri içeride alışveriş yapmakta olan arkadaşını bekliyordu. Hepsi birbirine gülümsüyor ve anlık bakışmalardan sonra gözlerini kaçırıyorlardı.
Aşağıda bir beyaz eşya dükkanı vardı. Müşterilerle ilgilenmesi gereken çalışan, işi gücü bırakmış, sokakta çocuklarla futbol oynuyordu. Diğer çalışan da, müşteri olamdığından, onalrı izliyor, arada sırada taktik vermekten de geri durmuyordu. Çocuklar şen şakrak bağırışıp gülüşerek topun ardından koşuyorlar, hızlı hızlı yürüyen ve top oynayan çocukalrı görünce suratlarına ciddi bir ifade takıveren sevimsiz insanların arasında çocukluklarını doyasıya yaşıyorlardı. Tazgahtar genç de en az onlar kadar mutluydu. Kızlı erkekli o kocaman grup, cılız bir çocuğun koruduğu, yarısı ykılmış tuğla bir duvardan ibaret kaleye gol atmaya çalışırken, dünyanın tüm dertlerinden uzaktı.
Sokağın bakşa bir ucundaki beyaz eşya dükkanından çıkan el arabası da, esnafa sataşarak ilerliyordu. Her laf attığı esnaf gülerek bir şeyler söylüyor, el arabalı adam da bir yandan çamaşır makinesini düşürmemeye çalışarak, ona cevap yetiştirmeye çalışıyordu. Her şeye rağmen insanların güldüğünü görmek güzeldi.
Karşıdaki bir büroda insanlar çalışıyordu. Ama ben bilgisayarı dönük olanın oyun oynadığını pekala görebiliyordum. Belki de kaytarma isteğini dizginleyememiş, ya da belki işini bitirmiş ve bir mola vermişti. Kim bilir, belki doyasıya yaşayamadığı çocukluğunun acısını çıkarıyor, ya da oyun oynayarak geçen çocukluğunu özlüyordu.
Uzaktaki bir parti binasının klimaları çalışıyor, pencerelerin önünden kel ve göbekli amcalar geçiyorlardı. Pek çoğunun da ensesi bacağımdan kalındı. Politika iyi para bırakıyor mu acaba? Belki de gençlerimiz ÖSS'ye bu kadar yoğun hazırlanmakla aptallık ediyorlardır.
Aşağıdan geçen yaşlı çift birbirlerine dayanarak yürüyorlardı. Amcamın saçları seyrelmiş ama dökülmemişti. Hatta neredeyse, hayatın erken yıpratıp saçlarının bir kısmını aldığı bendenizden bile daha sık saçlıydı. Teyzem de sağ eline bastonunu almış, sol eliyle de amcamın koluna girmişti. İki ihtiyar, tıpkı bir kemeri andırıyordu. Hayır, bel kemeri değil, eskiden binalarda kullanılan kemerlerden hani. O kemerlerdeki taşlar ayrı ayrı konursa bina yapılmadan yıkılır. Ama o şekilde kavisli biçimde üstüste koyulan taşlar hem kendi ağırlığını taşır, hem de binanın ağırlığını taşır. Belki bu yaşlı çift de birbirlerine tutunarak birçok zorluğa göğüs germiş, birkaç çocuk büyütmüştü. Yıllar sonra hala birbirlerine tutunarak ayakta dimdik duruyor olmaları ise saygı uyandıran, ibretlik bir tabloydu benim için.
Aşağıdaki güvenlikçi, döner ustasıyla sohbet ediyordu. Ne dediklerini duyamıyordum ama güvenlikçinin hareketlerinden havadan sudan konuştuklarını anladım. İkisi için de günün tenha bir saatiydi ne de olsa ve can sıkıntısı, bu iki insanı aynı paydada buluşturmuştu. Güvenlikçinin silahının olmaması ve dönercinin yanıbaşındaki bir metrelik döner bıçağı, küçük bir ayrıntı ama büyük bir tezattı.
Karşıda, bir liralık yünler ve beş liralık dantellerin başında oturan adam ise dalgındı. Küçüçük olan yüncü dükkanına sığmayan bu mallar, sokağa çıkarılmış biri tezgahın üstünde duruyordu. Adam da, tezgahın yanına koyduğu tabureye oturmuş, derin derin düşünüyordu. Neydi derdi acaba? Bir sonraki ayın kirasını nasıl ödeyeceğini mi düşünüyordu, yoksa eve giderken marketten alacaklarını mı hatırlamaya çalışıyordu bilmiyorum. Ama o da gözünü bir noktaya dikmiş, en azından benim kadar dalgın, düşünüyordu.
Bir motorlu kurye motosikletinin ince, rahatsız edici korna sesini çıkararak yayalardan yol istiyordu. Başında kask vardı, ama ben onun işini ciddiye aldığını davranışlarından anlamıştım. Aslında motosikletin üstünda adamın pek davranma şansı olmadı ama ne bileyim, ben öyle olduğunu düşündüm işte. Sanki dünyanın en tehlikeli, en zor işlerinden birini yapıyormuş gibi dikkatli ve özenliydi. Aslında herkesin öyle olması gerekir. Ama gelin görün ki çoğu insan işini sevmiyor. Üzücü.
Yine sokağa veda ettim. Bu kez güneşten önce... Ama bırakıp gittiğimde hala insanlarla, yaşamlarla doluydu. Hala anlayacak, anlatacak bir şeyler vardı. Ama benim ne vaktim, ne gücüm vardı. Her şeyi göremem ki zaten, her şeyi ben anlatamam insanlara. Ben gördüğüm kadarını yazdım ve çekildim. Belki hikayenin geri kalanını başkalarından dinlerim.