Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mart '16

 
Kategori
Deneme
 

Son kışta yalnız ölüm...

Son kışta yalnız ölüm...
 

SON KIŞTA YALNIZ ÖLÜM


Pencerenin yanındaki koltuğuna oturmuş, artık saydamlığını kaybetmiş olan camdan  dışarıyı seyrediyordu. Bulutsuz açık mavi saten gibi parlayan gökyüzüne baktı. Yazdan kalma pırıl pırıl, huzur dolu bir hava vardı dışarıda.                

Bir zamanlar hemen yakınında ki parkta dolaşırdı. Kenarında lalelerin, sümbüllerin  açtığı yürüyüş yolunda yürür, spor aletlerinin olduğu alanda spor yapardı. Ahşaptan yapılmış çardağın altında oturup,  evden getirdiği yiyecekleri yerken,  çocuklarının çimenler üzerinde yavru kuzular  gibi zıplayışlarını seyrederdi.                 

Geçmişle ilgili duyguları kopuk kopuk dağınık bir haldeydi. Hem işinden hem de hayattan emekli  olalı epey olmuştu. Sanki anılar sonsuzluk kadar uzak ama elini uzatsa dokunacak kadar yakındı.                      

Sokağın karşısındaki berber dükkanı, dürümcü ve bitişiğindeki  boş dükkan her zaman olduğu gibi orada duruyordu. Güneş ışıklarının aralarından geçtiği  çıplak ağaç dallarının gölgeleri oynaşıyordu yerde. Hafif esen rüzgarla yaprakları dökülmüş dalların birbirine değerek çıkardığı takırtıları duymuyordu  camın ardından. Kendisine arkadaşlık eden yegane ses kim bilir kaçıncı tekrarını izlediği dizideki ev arkadaşlarının sesiydi.                           

Üç çocuğunu da evlendirmişti. İkisini şehir dışına diğerini de yurt dışına yollamıştı. Herkes hayatın kendisi için yazdıklarını yaşıyordu.               

Başını çevirip  odanın içine doğru baktı ışığı solmuş gözleriyle. Bir zamanlar burası mutluluk ve huzur dolu bir yuvaydı. Kuş cıvıltıları gibi sesler yayılırdı ortalığa. Çocuklar  oradan oraya koşuşur, bir yerlere tırmanır, birlikte oyun oynar bazen de birbirlerine sataşıp kavga ederlerdi.

Kapının hemen yanında televizyon sehpası vardı. Tek yoldaşı... Karşı duvara dayalı kanepe yıllar önce konduğu yerde duruyordu hala. Balkonun penceresinin önündeki masada kaç kere mutluluk yemekleri yemişlerdi kim bilir.             

Dudakları sağ yanağına doğru hafifçe büküldü. Yanaklarından süzülen gözyaşlarının üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu. Elini yüzüne götürdü. Gözyaşlarını silmek için değil. Aynaya bakmadan da hissedebiliyordu derin çizgileri. Ütüsüz beyaz bir çarşaf gibi  buruşuk yüzünde gezdirdi yorgun parmaklarını. İlk ne zaman dokunmuştu gümüş kar taneleri saçlarına?  Hangi zaman yaşamıştı baharı? Yaz ne zaman geçmişti? Hatırlamıyordu. Hatırlamak istemiyordu belki de. Sonbahar bitmiş, kara kışı yaşıyordu artık.                  

Anıların sayfalarını çevirdi usul usul. Sonsuzluk kadar uzak gelen umutlarını, hayallerini aradı. Bir resim aradı. Suratı olmayan, baktıkça yabancılaşan. Biri karnında üç çocuğuyla çekip gitmişti bu dünyadan. Tekrar çevirdi umutla, bir tek kayda rastlamadı ona ait güzel olan. Kaç kez okudu bu sayfalara, kaç kez yaşadı zihninde anılarını. Kim bilir kaç zaman oldu kimse kapısını çalmayalı. Özlem dua olmuştu artık dilinde. Kaç kez hatmetti sevgiyi yüreğinde.                            

İçerideki hava ağırlaşmıştı. Bütün gücünü toplayıp pencereyi açtı. Hafifçe esen rüzgar temiz havayı  savurdu içeriye. Ciğerlerinin en kuytu köşelerine kadar yavrularının, torunlarının kokularını çekti içine.                

Akşamın gittikçe koyulaşan karanlığı içeriyi doldurmuştu. Sokak lambasının ışığı altında koyu gölgeler oynaşıyordu. Kalkıp ışığı yakacak gücü ve isteği kendinde bulamadı. Odadaki tanıdık görüntüler yok olana kadar oturdu koltuğunda. Derken içerideki tüm kuytular gecenin karanlığına büründü. Gece çekmişti artık siyah örtüsünü üzerine.             

Sonsuz ve karanlık bir boşluktan birisi ona sesleniyordu. Issızlığın derinliklerine doğru sesi takip etti . Bu ses kime aitti bilmiyordu. Koltuğuna iyice gömüldü yaşlı bedeni. Artık ne açlık, ne susuzluk, ne sevdiklerine özlem ne de hasret hissediyordu. Kollarındaki, dizlerindeki ağrılar da yok olmuştu, kalbindeki sızı da.                     

Derin bir uykuya dalma isteğiyle ağırlaşan göz kapaklarını,  mavi gözlerinin üzerine kapadı usulca. Ölümün huzur dolu  kokusu yayılmıştı içeriye. Eli yanına doğru döküldü. Yüreğinin üzerine bastırdığı fotoğraf usulca ayaklarının yanına savruldu.  Ağlayıp çığlıklar atarak geldiği bu dünyadan, sessizce gidiyordu işte.

Kim bilir kaç gün sonra, birileri başında hıçkırıp feryat ederek ağlıyordu. Ama o bunları artık hiç duymuyordu. Emanet bırakmıştı ihtiyarlığın yalnızlığını, geri dönüp alamayacağını biliyordu.

 
Toplam blog
: 10
: 783
Kayıt tarihi
: 17.02.16
 
 

Bolu İzzet Baysal Üniversitesi  Gaziantep   ..