Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Şubat '17

 
Kategori
Sinema
 

Sophie'nin seçimi; Gerçekle-hayal, Yaşamla-ölüm arasında...

Sophie'nin seçimi; Gerçekle-hayal, Yaşamla-ölüm arasında...
 

'Her seçim bir kaybediştir' der Pascal, 'Birini seçer diğerini kaybedersin, yada hiçbir şeyi seçmez, herşeyi kaybedersin.'
 
'Sophie'nin seçimi' filminin başkahramanı Sophie'nin hayatı; iki çoçuğu ile birlikte Auschwitz toplama kampına götürülüdüğünde, sadece bir çocuğunun hayatta kalıp diğerinin öldürüleceği yada her ikisinin birden öldürüleceği seçimi karşısında, kızını ölüme gönderip oğlunu kurtarması ile şekilleniyor. İnsanın hayatında öyle anlar vardır ki o anda yaptığımız 'seçim' sizi öldürebilir; ama daha da kötüsü bazen 'öldürmez' Sophie'de ölmüyor, kızını ölüme göndermesine rağmen, oğlunu da kurtaramıyor, ama kampta hayatta kalmayı ve kurtulmayı başarıyor. İşte o zaman yaşamla-ölüm, geçmişle-gelecek, hayalle-gerçek arasında bir boşlukta hapsolup kalıyor. Böyle bir seçim yapmak, bir daha hiç seçim yapamamaktır. Ama hayat seçimlerden ibarettir, hatta ölmek bile bir seçim meselesidir çoğu zaman. Seçim yapamayan
Sophie'de muğlak bir bir boşlukta takılı kalır. 
 
Nazi subayının Sophie'yi karşı karşıya bıraktığı seçim, her ne kadar o sırada raslantısal olarka gerçekleşmiş gibi gözükse de aslında özellikle Nazilerin ama genelde bir çok işkencecinin uyguladığı bir işkence metodudur. Nazi subayı kendi cinayetine, işkencesine vs. kurbanı da ortak ederek hem kendi ruh halini rahatlatmakta, hem  de kurbanın direnci tamamen kırılmaktadır. Çünkü, kurbanın kendi moral ilkelerine, duygusal bağlarına ihanet etmeye zorlanması onu tamamen bir yıkıma sürükler; güven, bağ kurma, anlam verme gibi sistemlerinin tamamı çöker. Artık böyle bir insana 'istediğinizi' yaptırmak, boyun eğdirmek çok kolaydır.
 
William Styronun cok satan romanindan uyarlanan 'Sophie'nin Secimi' filminde Polonyalı Sophie Zawistowski'yi canlandıran Meryl Streep, 120 dakika boyunca sergilediği inanılmaz bir performans ile 1982 yılında En İyi Kadın Oyuncu Oscarını almıştır. Kevin Klıne de sinemaya adım attığı ilk film olmasına rağmen oyunculuğu ile akıllara kazınıyor. Film Spohie'nin öyküsünü genç bir yazarın ağzından bize aktarıyor; bu yazar ise Stingo.. Film genç yazar Stingo'nun yazar olmak ümidiyle güneyden Newyork'a gelmesiyle başlıyor. Yıl 1947'tir, ikinci dünya savaşının tam 2 yıl sonrası. Stingo Manhattan'a yerleşmek için zar zor biriktirdiği parası ile Vetta'nın dışarıdan bakıldığında bir masal köşkünü andıran evinden bir oda kiralıyor. Bir süre sonra bu evin hayal alemini andıran yapısıyla üst komşuları Sophie ve Nathan'ın 
sığınağı olduğunu farkedecektir. Önce Sophie ve Nathan'ın çılgınca sevişmelerine sonra aynı şiddete kavgalarına şahit oluyor. Nathan kıskançlık krizleri geçirmektedir. 
Ertesi sabah eve geri dönen Nathan kendisini bekleyen Sophie'ye 'Görmüyor musun Sophie? Biz ölüyoruz' der. O zaman bu tutkulu ilişkinin doğasını daha iyi anlarız. Aralarındaki cinsellik ve tutku aslında içlerindeki 'ölüm' duygusunun telafi edilme çabasıdır. Filmin sonunda Sophie İle sevişen Stingo'da benzer bir anlatımda bulunur; Sophie için der, sevişmek 'şehevi bir suya dalmak, hatıra ve kahırlardan uçmak gibiydi. Herşeyin ötesinde şimdi anlıyorum ki çılgın bir safahat içinde ölümü geri püskürtmeye çalışmak gibiydi.' 
 
Edebiyat tarihinde de cinsellik-aşk-ölüm bağlantısı sıkça işlenmiştir; mesela Japon edebiyatında bu konu ile ilgili çok çarpıcı örnekler bulunabilir. Bu bağlantı bir çok kere 'dil'e de yansımıştır; Fransızlar  orgazm için 'la petite mort' derler, bu 'küçük ölüm' demektir, ama aslında orgazm kastedilerek kullanılır. 
 
Stingo, kısa sürede çok yakın dost olduğu Sophie ve Nathan'ın bohem hayatlarının büyüsüne kapılmadan edemez. Ama onlarla vakit geçirdikçe,dışarıdan muhteşem gözüken bu çiftin, Nathan'ın paranoyak krizleri ve manik ruh halleri, kontrolsüz bir neşe ve öfke patlamaları arasında gidip gelmelerinin, 'ölüm isteğinin' yadsınma şekli olduğunu farkedecektir. Geçmişin acısından kaçmaya çalışan Sophie ve Nathan, yaşadıkları güven, anlam yitimi dolayısıyla geleceğede bakamamaktadır. Bu nedenle hayallerin rengi olan bu pespembe evde bir faztezi dünyası içinde sonsuz bir şimdide takılıp kalmışlardır. İlk tanıştıklarında Nathan biyolog olduğunu, ünlü bir ilaç şirketinde dünyanın kaderini değiştirecek bir ilaç üzerinde çalıştığını anlatmıştır. Sophie ise ünlü bir profesör olduğu ve nazi karşıtı propaganda yürüttüğü için, aynı zamanda babasının asistanı olan kocası ile birlikte öldürüldüklerini anlatır. Sophie'nin aslında inanmak istediği budur belkide. Sophie'nin Nathan'a olan koşulsuz bağlılığı, onun hayatını kurtarmasıyla ilgili abartılı algısı da babasının kişiliği ile bağlantılıdır. Ama gerçek olan babasının nazilerin 'imha' planını desteklediği ve bu konuda bildiriler yazdığıdır. Babası ve kocası nazileri desteklemelerine rağmen Polonyalı oldukları için öldürülmekten kurtulamazlar. Aynı şekilde Sophie'de bu katliamlarda tüm sevdiklerini kaybeder, üstelik babası da bir gün bu katliamın kendisine de ulşacağına bilmeden bu fikrin desekçisidir, yani aynı zamanda bir 'parçası'dır. Belkide o yüzden Sophie kafasında nazi karşıtı bir baba hayaline tutunur, çocukluğunun ne kadar güzel, babasının ne kadar muhteşem olduğunu anlatır hep. Çünkü yalanlara inanmak, gerçeklere katlanmaktan daha kolaydır çoğu zaman. Sophie kocası ve babası öldürüldükten sonra, belkide babasının yaptıklarını teleaif etmek amacıyla, nazilere karşı olan bir direniş örgütünden bir sevgilisi olur, ama o da gestepo tarafından öldürülür. Sonuçta Sophie'de komunist olmak suçlaması ile çocukları ile birlikte tutuklanır. Sophie oteriter, soğuk ve mesafeli babası sayesinde bir çok dil öğrenmiştir, bu da onu kampta ayrıcalıklı biri haline getirir. Bir Nazi subayının sekreteri olur, oğlunu kurtarmak için Nazi subayı ile yakınlaşmayı dener, ama başaramaz. Ayrıca direniş örgütünün subayın evinden çalmasını istediği radyoyuda çalamaz. Sonuç olarak Sophie, kampta insanlar çok zor koşullar altında işkence görürken daha ayrıcalıklı olmaktan, kızının ölümüne sebap olmalarına rağmen oğlunu kurtarmak için nazi subayı ile yakınlaşmaktan, kızı ve oğlu ile birlikte ölüme gidememekten ve daha bir çok şeyden doğan suçluluk duyguna hapsolup kalır. Nat Zaman geçtikçe Stingo'da yeni dostları ile ilgili gerçeklerle yüz yüze kalır, Nathan'ın aslında bir paranoid şizofren olduğunu, Sophie'nın ise kendisini kurtardığını düşündüğü Nathan'a olan bağlılığının aşktan farklı bir yapısı olduğunu farkeder. Nathan bir yahudi, özellikle de Nazileri takıntı haline getirmiş bir paranoid şizofren; Sophie için Nathan kampta yaşadıkları ile belki çocukları ile 'bağ' anlamını taşıyor, özellikle onca insan kurtulurken kendisi hayatta kaldığı için pişmanlık duyan Sophie için Nathan bir tür 'kefalet', aynı zamanda da 'ölüm' demektir. Nathan ile birlikte olmak Sophie için mazoşist bir anlam taşımaktadır; kamptaki yahudilere yardım edemeyen, daha rahat koşullarda yaşayarak belki de onlara ihanet eden Sophie, Nathan'ın sürekli olarak onu cezalandırmasına izin vererek bu kefaleti ödemektedir. 
 
Filmin final kısmında ise, Nathan'ın geçirdiği son kıskançlık krizi sonrası Stingo ile Sophie daha güvenli olması için otele giderler. Burada Stingo'nun Sophie'ya aşkını ilan etmesi üzerine Sophie kendisi ile ilgili tüm gerçeği anlatır ve geçirdikleri geceden sonra bir mektup bırakarak Nathan'a döner. Daha evvel hiç kimseye yaşadıklarını anlatmamış olan Sophie, yaşadıklarını 'söz' e döktükçe onlarla yüzleşmek zorunda kalır. Çünkü söze dökmek, o şeyi 'somut' kılmaktır, 'gerçek' kılmaktır. Ve Sophie buna dayanamaz. Sophie'ya yı aramak için birlikte yaşadıkları evlerine dönen Stingo, Nathan ile birlikte Sophie'nın birbirlerine sarılmış cesetlerini bulur. Birlikte intihar eden çift, Stingo için büyük bir üzüntü yaratır ama şaşkınlık yaratmaz. Çünkü zaten hayatın her saniyesini tüketircesine yaşayan çiftin aslında 'ölüm' e dönük olan yüzleri açıkça görülmektedir. 
 
Toplam blog
: 7
: 3276
Kayıt tarihi
: 05.11.15
 
 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü mezunuyum. Uzun yıllar muhabirlik ve edit..