Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Kasım '08

 
Kategori
Doğa Sporları
 

Soyun da gir koynuma 2. bölüm

Soyun da gir koynuma 2. bölüm
 

Fotoğraf: Nur


Bolu’da Hasan Abi’nin tavsiyesiyle Kebap 14 isimli bir restoranda yemek yedik. Ben Lahmacun ve çorba yedim. Nur’la beraber 1 ekmek kadayıfı ve 1 fırında sütlacı yarım yarım paylaştık. Yemekler güzeldi ama burada asıl değinmek istediğim tatlılar…Ekmek kadayıfı, üzerinde taze olduğu hem kokusundan hem de tadından çok net anlaşılan kaymak ile beraber ağzımda eridi gitti, keskin tatlıları da sevmeme rağmen bu tatlı o kadar hafif ki. Fırında sütlaç üzerinde bal ve kırılmış fındıktan oluşan bir üst sosla beraber servis edildi. Her iki tatlıda o kadar güzeldi ki, söylenecek tek bir söz var muhteşem hayır hayır söylenecek üç söz var;

Muhteşem, muhteşem, muhteşem…

Yemek ve küçük alışveriş molasından sonra rotamızı güneye çevirdik ve biten ovanın devamında görünen Aladağlar’a doğru tırmanmaya başladık. Çam ormanlarının arasında ilerleyen yolumuz üzerinde geniş düzlükler kenarına kurulmuş yaylaların yanından geçiyordu. Yine böyle çok uzaklardan gördüğümüz bir yaylanın yanında durduk ve etrafında kamp yapmaya müsait bir yer baktık. Kızıkgün yaylasındaydık ve kuzeydoğudan gelerek yaylanın içinden geçen yol, yaylanın sonuna doğru yükselen çamlarla kaplı tepenin önünden, güneydoğuya doğru bir dönüş yapıyordu. Bu köşeyi tamamlayan dörtgen alanın içinde bulunan yayla evleri ile yolun dönemeçten önceki bölümünün kuzeybatısında kalan bölümünde ki evler ikiye ayrılmış olarak yaylayı oluşturuyorlardı. Kuzeydoğudan gelip güney batıya doğru yaylayı geçen küçük çay, yaylanın içinden geçen yolu sınırlandıran çamlık tepenin hemen güneyinden yaylanın düzlüklerini terk ediyor ve iki tarafı heybetli çamlarla kaplı bir boğazda ormana giriyordu. Çayın ormanla buluştuğu bu bölümde iki yakasında da çimenler kaplanmış taşkın setleri oluşmuştu. Kampımızı tam buraya suların pırıltıları ile çamların yeşilinin, otların üzerinde buluşarak çimen yeşilini oluşturdukları bu setlerden birinin üzerine kurmaya karar verdik. Hızlıca çadırlar kuruldu, ateş yakıldı. Yemek hazırlıkları yapılırken Demet, ben ve Sevil gün içinde pazardan alınan sebzelerle beraber hem sebzeleri yıkamak hem de yaylanın güzel içme suyundan almak için Ahmet Kaptan ile beraber yaylaya döndük. Kaplarımızı doldurduk, kamp ortamı için fazla temiz olacak şekilde J sebzelerimizi yıkadık, döndüğümüzde yemek tencereleri ateşin üzerinde yerini almıştı bile. Çay boyunda ilerleyerek ormanın içinde kısa bir yürüyüş yapmaya karar verdik.

Ormanın derinliklerine doğru batıya doğru ilerledikçe artık iyice alçalan güneş, ışıklarını suların üzerinden yansıtarak bize doğru yöneltiyordu. Gördüğüm manzara kelimelerle anlatılamayacak kadar muhteşem bir manzaraydı. Alaska’da bir orman içinde, insanların elinin hiç değmediği bakir bir ormanın ortasındaymışım gibi rahatlamış ve huzur dolmuştum. Güneş tam karşımızda batıyordu. Akşam kızıllığına henüz bürünmemiş ışıkları, altınımsı gümüş renkli ışıklarını ortada çay, kıyılarında ise akyeşil tonlara bürünmüş otlara yansıtıyordu. Bununla da yetinmeyen güneş kıyıların arkasında, yarattığı muhteşemliği izleyen çam ağaçlarının karayeşiline gümüş ışıklarını gönderiyor ve adeta ışıklarının rengini yeşile çevirmeye çalışıyordu. Güneş, yıllardır taşıdığı kızılımsı altın sarısı ve gümüş beyazı renginden sıkılmışta, yeşilin bütün tonlarını kendi rengi ile birleştirmek ve yeni bir görüntüye kavuşmak istiyordu. Çayın üzerinde bir aşağı bir yukarı uçan böcekler, sivrisinekler ve sinekler yüzlerce, yüzlerce arka arkaya sıralanmış güneş orduları gibi, güneşten aldıkları ışığı küçük pırıltı noktaları olarak, ağaçlara, otlara, yerdeki kırk dallara ve kozalak tanelerine ve kayalara taşıyor her yeri önce güneşin beyazlığına sonra ormanın yeşiline boyuyorlardı.

İlerledik, ilerledik ve daha ilerledik. Muhteşem manzaraya doyamadan ilerledik. Ne var ki yemek saati gelmişti ve kampta yemekler pişmek üzereydi. Dönmek zorundaydık ve sabah erkenden bu gezinin bir benzerini yapmaya karar verdik.

Akşam yemeğinden sonra ateş başı muhabbetleri ile akşama ısınmaya, akan çayın içinde de biraları soğutmaya başladık. Bundan sonrasını şu kadar ifade etmek istiyorum,

Şarkı söyledik. İçtik. Türkü söyledik. İçtik. Türkülerimiz, şarkılarımız bitti. İçtik. Müzik dinledik. İçtik. Çiftetelli oynadık. İçtik. Deniz Feneri dönüşü, Banu Alkan yatışı, Cüneyt Arkın tafrası olduk. İçtik. Çok eğlendik.

Sabah erkenden uyandığımda yine Necdet Abi uyanıktı. Toplanan arkadaşlarla beraber çay boyunca batıya doğru ilerlemeye başladık. Çay, akşam kıyafetini çıkarmış, uykusundan sonra duşunu almış sabahlığı üzerinde kahvaltısını yapar gibi duru ve sakin, pürüzsüz güzelliği ile karşılamıştı bizi. Akşam ki çılgın geceden geriye biraz yorgunluk aksetmişti ama duruluğu her şeyi kapatıyordu. Batıya doğru ilerledik ve çay üzerinde uzaklardan görünen köprünün yanına geldiğimizde çayın kuzey kıyısında, Kızıkgün yaylasının aşağısına düşen başka bir yaylada olduğumuzu anladık. Buradan Kızıkgün’e doğru döndük ve yayladan geçerek, kamp alanımıza döndük. Kahvaltı sonrasında toparlanma hazırlıkları ve sonra hareket saati. Hızlıca toparlanmıştık. Saat 09.00’a kadar hem kamp toplanmış, hem kahvaltı edilmiş hem de arada biz küçük bir grup kısa ama çok keyifli bir yürüyüş yapmıştık.

İstikamet Bolu üzerinden Mengen, düşünsenize aşçılar diyarı Mengen ve Hasan Abi’nin doğup büyüdüğü eve uğrayacağız. Aladağlar’ı kıvrıla kıvrıla inen yoldan tekrar Bolu’ya indik, alışveriş molası sonrasında Mengen’e doğru yönümüzü doğuya çevirdik. Saat 12.00 sularında vardığımız köy 5 veya altı evden oluşan küçük şirin bir köydü. Önünde sağa ve sola doğru uzanan vadi boyunca vadinin karşı yamaçlarında ve köyün olduğu yamaçlarında irili ufaklı pek çok köy evi, yemyeşil bir coğrafyanın ortasında ağaçların arasına saklanmış, ardındaki tepeye doğru sırtını yaslayan köyün ilk evi Hasan Abi’nin eviydi. Hasan Abi’nin amcası ve Annesi tarafından karşılandık. Dışarıda gürül gürül akan bir çeşmede, sonra evin salonunda, bütün vadiyi oturarak izleyebileceğiniz pencere önünde hem serinledik hem de dinlendik. Hasan Abi ve annesi Hasan Abinin doğum yeri konusunda ( Tarlamı? Ev mi? ) pek anlaşamadılar ama, Hasan Abi’nin içinde ki doğa sevgisini nereden aldığını anlamak için çok zorlanmadık açıkçası. Tabi birde bitmek tükenmek bilmeyen enerjisini ve kondisyonunu nasıl kazandığını parmaklarımızı da yiyerek anlayacaktık birazdan. Biz geldiğimizden beri hummalı bir şekilde, bizim için kapının önüne kurulan sacda, odun ateşinde gözleme hazırlanıyordu. Birazdan afiyetle mideye indireceğim gözlemelere iştahla bakarken fırından yeni çıkmış kıymalı su böreğinin de eşlik edeceğini nereden bileyim ben. Sofra evin önünde bulunan çayırda açık alana kuruldu ve gözlemeler, domates, biber, ayran ve tabi su böreği. Çatlayacağım sandım, yedikçe yiyesim geliyordu. Bu son dilim, bu böreği de yiyim bırakacağım.

Gözleme az oldu ama bir çeyrek içine biraz domates biraz biber dürüm yapayım.

Ayran içelim.

Su böreğinin köşesi de ne güzel görünüyor.

Daha fazla yememeliyim,

Elerimi yıkadım tekrar yağlanacak, yağlanırsa yağlansın.

Bir dilim daha su böreği alayım bu son söz…

Ama gözleme…

Yeter, yeter, yeter…

Sofranın yanından artık kaçıyordum ki çay geldi…

Yeter diyemeden bir dilim daha börek kaşla göz arasında mideye…

Kimden istedim hatırlamıyorum son dürüm daha ve bu sefer gerçekten sofradan kaçtım.

Yürümeye mecalim kalmamıştı ki baştan yürüyeceğini söyleyenler arasında firelerimizi verdik, onlar açık hava uykusuna bizlerde yürüyüş için son hazırlıklarımızın ardından ev sahipleri ile vedalaştık ve başladık yürümeye.

İnanın ilk bir saatin nasıl geçtiğini hatırlamıyorum bile. Hasan Abi’nin dedesinin arkadaşlarının olduğu başka bir köye geldik ve buradan devam eden yürüyüşümüz aşağılarda çayın yanında bulunan Kömür işletmelerinin orada son buldu. Muhteşem bir vadi içinde bahçeler arasında ilerlemiş ve yaklaşık 2, 5 – 3 saatlik bir yürüyüş sonunda aracın, yürüyemeyenlerle beraber bizi beklediği yerde buluşmuştuk. Yol üzerinde bir çeşme başında durduk ve üzerimizi değiştirdik. Sonra dönüş yolculuğumuz başladı. Yavaş yorulanların uyuduğu diğerlerinin de tatlı tatlı sohbet ettiği keyifli bir yolculuğun sonunda İstanbul’a döndük.

 
Toplam blog
: 17
: 869
Kayıt tarihi
: 24.07.08
 
 

Dağların doruklarında geven otlarının dikenlerinde, Tepelerin arasında sıkışan ovalara sarka..