Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '21

 
Kategori
Felsefe
 

Spinoza'nın Tanrısı...

 

Sosyal medya paylaşımlarında rastlamışsınızdır.

"Ben Spinoza’nın Tanrı’sına inanıyorum” diyenlere…Yaklaşık 75 yıl önce Albert Einstein de; bir soru üzerine şöyle demiş. “Ben, dünyanın yasalara dayalı uyumunda kendini açığa vuran Spinoza’nın Tanrı’sına inanıyorum, insanlığın işlerini yapan ve kaderi belirleyen bir Tanrı’ya değil.”

“Deus sive Natura”-Tanrı ve Doğa birdir- der Spinoza.(1632–1677)

Spinoza’nın yaşadığı 17. Yüzyılın Avrupa’sı bir değişimin içindeydi. Feodal yapı zayıflamaya yüz tutmuş, burjuvazi yükselmeye başlamıştı. Bir mezhep savaşı olan 30. yıl savaşları yaşanmıştı. Vestfalya antlaşmasıyla da Avrupalılar mezheplerini seçme özgürlüğüne kavuşmuşlardı. Reform ve Rönesans’la birlikte akıl çağına-aydınlanma çağına- girilmiş, bilimsel gelişmelerin önü açılmış gibiydi. Tüm bunlara rağmen Kiliselerin, kilise babalarının ağırlığı ve baskısı hâlâ devam ediyordu…

Bu yüz yılda yaşayan Spinazo; 45 yıllık kısa yaşamına çok şeyler sığdırmış, kimine göre de filozofların filozofu, Alman idealistlerine göre Tanrı sarhoşu, Yahudilere göre; her türlü din ve ahlak için tehdit olarak görülen,  18. yüzyıl materyalistlerine göre ateist ve materyalist olan Spinoza’nın yaşam öyküsü de bir roman gibi…

Ailesi İspanyol Engizisyonun dehşet saçtığı bir dönemde; Hollanda’ya kaçmış bir Yahudi ailesiydi…

1632 yılında Amsterdam’da mütevazı bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelmiş… Spinoza, daha bebekken annesini kaybediyor. Çocukluğunda İspanyolca ve Portekizceyle yetiştirilen Spinoza, daha sonra akademik amaçlı olarak Latince ve İbranice öğreniyor…

Daha sonra da; Musevi dininin Talmud ve Eski Ahit gibi büyük dini metinlerini, yorumlarıyla birlikte öğreten Haham okuluna gönderiliyor… Hızlı öğrenen biri olan Spinoza, kısa sürede metinlerdeki “sorunları” görmeye başlıyor. Sorunları görmekte iyi olan Spinoza; metinlerin Tanrı kaynaklı değil, çeşitli yazarların çelişkili yazılarından ibaret olduğunu belirtiyor… Özellikle Hz.Musa’nın ölümünü ve sonraki olayları anlatan bölümün onun tarafından nasıl yazılmış olduğunu merak etmişti. Spinoza, geleneksel dinlerin batıl inanç ve aldatmacadan oluşan bir karışım olduğunu, buna da ancak sorgulamadan – düşünenlerin inanacağını belirtiyordu… Spinoza’nın Tanrısı “Deus sive Natura” idi…

24 yaşındaki Spinoza’nın bu tür düşünceleri Sinagogun büyüklerine artık gına getirmişti ve Yahudi cemaatinden şu şekilde aforoz edilmişti: 

“Uyguladığı ve öğrettiği menfur sapkınlıklarına dair, hem de korkunç eylemlerine dair her geçen gün daha da ciddi bilgiler geldiği için heyet adına adı geçen Spinoza’nın İsrail halkından aforoz edilmesine ve kovulmasına karar verilmiştir. Meleklerin hükmü, kutsal adamların emri ve Tanrının rızasıyla Baruch de Spinozayı aforoz ediyor, kovuyor, aşağılıyor ve lanetliyoruz. (Mübarek olsun.)”

Bu aforoz, gerçekte Spinoza’nın dini metinlere yönelik “eleştirel okuma”  yaklaşımına bir tepkiden kaynaklanıyordu…

İsrail halkından ve Yahudilikten aforoz edilerek kovulan Spinoza daha çok özgürleşmişti bir ölçüde ve felsefeye daha çok yoğunlaşmaya başlamıştı. Felsefesi, aklın kullanımını engelleyen ve insanı edilgen bir varlığa dönüştüren, insanı tutsak eden önyargıları ve bu yöndeki yanlış düşünceleri, yaşam tarzlarını sorgulamaya yönelikti. 30 yaşına geldiğinde, arkasında görüşlerini benimseyen ve tartışan önemli bir topluluk vardı… Geçimini nasıl sağlıyordu derseniz,  O günlerinin önemli bir kısmını Amsterdam’da optik ve fenni lensler yaparak, gözlük camı yontarak geçiriyordu. Bu arada, eleştirel okumayla,  Descartes felsefesinin ilkeleri üzerine kitabını yazıyordu…

Heidelberg Üniversitesinden Felsefe Kürsüsü kurmak için teklif aldı ama o kabul etmedi. Kabul etmemesinin nedeni, Üniversite tarafından  -din adamlarının- rahatsız edilmeme koşuluydu…

Aradan yüzyıllar geçmesine rağmen, felsefi düşünceleri tartışılıyor ve etkileyiciliğini de sürdürüyor. Spinoza Felsefesinin,  Etik, politika, antropoloji, edebiyat, psikoloji, fizik ve matematik gibi birçok farklı alanlara da yansımaları olmuştur.  “Deus sive Natura” anlayışıyla Tanrı ve doğayı özdeşleştirmesi o zamanlar Tanrı tanımazlık (ateistlik) olarak algılandığı için ondan nefret edenler olduğu gibi önemli destekçileri de olmuştur. Asırlar sonra H. Bergson’un “Her filozofun, iki felsefesi vardır, kendininki ve Spinoza’nınki” sözü bu bakımdan çok önemlidir.

SPİNOZA’nın tanrısı, Tanrı ve doğanın bir-aynı- olduğu tanrıdır… Doğadaki her şey Tanrının bir görünümüdür… Tanrı; Evren ve doğanın işleyişinden başka bir şey değildir.

Ona göre; bütün varolanlar, Tanrının özünden matematiksel ve mantıksal bir zorunlulukla türemişlerdir; dolayısıyla tanrı ile yapıtı özdeştir… Doğaya bak tanrıyı gör gibi… Bu aynı zamanda, Tanrı herşey, herşey Tanrı demek olan panteist bir düşüncedir de…

Bu arada Spinoza’nın bu Tanrı anlayışını önceleyen Türk bilgini Hallac-ı Mansur’dan da(858-922) söz etmek gerekiyor, hatta ona günümüzde “Türk Spinoza” diyenler de vardır… Hallac-ı Mansur “Enel Hak”- Ben hakkım- ben Tanrıyım- anlamını içeren sözü ve “Tanrıyla ben bedenimde iki ruhuz” felsefi düşüncesi Spinoza’nın Tanrı anlayışıyla önemli ölçüde örtüşüyor…

Spinoza’ya göre evren, sıkı bir matematiksel ve mantıksal bağlılıklar dizisidir… Zaten ona göre felsefe de genelleştirilmiş bir matematiktir…

Spinoza felsefesinin genel amacı aklın kullanımını engelleyen ve insanı edilgin bir varlığa dönüştüren yaşam anlayışına karşı sorgulayıcı bir duruştur.  Ona göre:

* Tanrı, Evrenin biricik tözüdür ve her şey bu tözden türemiştir. Doğadaki her şey, Tanrının bir görünümüdür. Tanrı var olanlardan ayrı değildir.

*Doğa tektir ve var olan her şeyi kapsamaktadır.

*Her şey, Tanrıdadır. Tanrı her şeydedir. Tanrı ile doğa özünde tek varlıktır.

* Bilginin 3 türü vardır: 1- En altta duyu deneyimlerinden elde edilen duyusal bilgi 2-Aklın oluşturduğu, ortak kavramlara dayanan bilimsel bilgi 3-En üstte ise sezgi yoluyla elde edilen sezgisel bilgi.

* Her insan var olmak ve varlığını sürdürmek için bir çaba (“conatus) gösterir.

* İnsan, doğanın özsel bir parçasıdır.

* Tözsel olarak iyi ve kötü yoktur. Hoşlandığımız ve istediğimiz şeylere iyi hoşlanmadıklarımıza kötü deriz. İyilik ve kötülük öznel bir değerlendirmeyi gerektirir.     

* En ussal devlet, en özgür olandır.

* Demokrasi, tüm hükümet biçimleri içinde en doğal olanı ve bireysel özgürlükle en uyumlu olanıdır.

*Mutluluk, erdemin ödülü değil, erdemin kendisidir,

*Sevgi, ne kadar derinse acısı da o kadar büyük olur.

*Önemli olan yargılamak değil; anlamaktır.

Spinoza, insanlara yönelik davranışlarını da; “İnsan eylemlerine gülmeye, onlara gözyaşı dökmeye, onlardan nefret etmemeye ama onları anlamaya çalıştım” şeklinde ifade ediyor… Bu arada İbranice “Baruch” olan ön adını kullanmayıp aynı adın Latincedeki karşılığı olan “Benedictus’u” kullandığını da belirtelim…

Bertrand Russel: Batı Felsefesi tarihinde, “Spinoza, büyük filozofların içinde en asil ve mütevazısıdır”derken, Nietsche de; Spinoza'nın matematiksel hokus pokuslarla felsefi sistemini kurduğunu söyler ve onu "hasta münzevi" olarak tanımlar…

Kısaca Spinoza’nın düşünceleri, Tanrısı kendine özgüydü ve mevcut dinlerin Tanrılarına da benzemiyordu.  Bu özgünlük onu günümüzde de çok önemli ve unutulmaz yapmıştır…

B. Russel’ın;  en asil ve mütevazı filozof kavramı da tam ona göre…

Mercek yontucusu olarak para kazanmış ama cam tozlarının ciğerlerini hasta etmesi üzerine 45 yaşında(1677) Akciğer hastalığından – veremden- hayatını kaybetmiştir…

“Deus sive Natura”

Erdoğan Şahin

Kaynaklar: Felsefenin Evrimi- Prof. Macit Gökberk, Felsefe Masalları - Martin Cohen,  Modern Felsefe–1 Anadolu Üniversitesi Yayınları,  Felsefe Sözlüğü - Ahmet Cevizci

Çağın Bir (Tez çalışmasından)

 
Toplam blog
: 1410
: 1053
Kayıt tarihi
: 04.11.06
 
 

Emekli öğretmenim ve  emeklemeye devam ediyorum.  Emeklilik yaşamın sonu değil, yaşama yeni amaçl..