Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Nisan '15

 
Kategori
Edebiyat
 

Stefan Zweig: Hümanizmin Faşizme Yenilgisi

Stefan Zweig: Hümanizmin Faşizme Yenilgisi
 

“Bazen ölmeyi beceren ve ölümden bir şiir yaratabilen biri de bulunmalıdır.”

Sanatçı olmak elbet belli bir duyarlılığı gerektirir. Ama insanı en naif, en savunmasız yönleriyle ele alarak onun derinliklerine inen yazarlar daha aşırı bir duygusallığa sahiptirler. Bu duygusallık onların en zayıf noktalarıdır aslında. Hep aynı yerden kırılmaları, yalnızlıkları, öfkeleri ve bir yerde tükenmişlikleri duygularının üstesinden gelemeyişlerindendir.

İçinde bulundukları dünya, yaşamak istedikleri, görmek istedikleri dünya değildir. Ama bunu değiştirmeleri de mümkün değildir. Bunun huzursuzluğuyla, yaşamın onlara sunduğu tek seçeneği değerlendirirler: İntihar!

İntihar, Stefan Zweig’ın kırılgan ruh yapısına hiç yabancı olmayan bir kavramdı. Ve o yaşamın kendisine sunduğu tek seçeneği kullanmakta hiç tereddüt etmedi. İnsan ruhunun katmanlarına inerek yazdığı  eserlerinde,  kendi içinde yüzleştiği korkularını, açmazlarını kahramanlarına da yaşattı. Örneğin “Amok Koşucusu”ndaki öykülerin ortak özelliği intihardır. 

Kimdir Stefan ZWEİG? Geçtiğimiz yüzyılın tartışmasız en usta biyografi yazarı Zweig, 28 Kasım 1881 de Viyana’da dünyaya geldi. Küçük yaşlardan itibaren ciddi bir eğitimle yetiştirilen Zweig yirmi üç yaşında felsefe doktoru oldu. Yaşamı boyunca uzun seyahatler yaptı. Paris’te, Londra’da, Roma’da, Floransa’da, Afrika’nın çeşitli ülkelerinde yaşadı. Gittiği ülkelerin önemli yazarlarıyla tanıştı. Seyahatleri boyunca sürekli yazdı. Bu geziler onda diğer ülkelerin edebiyatlarına da ilgi duymasına sebep oldu. Özellikle Fransız edebiyatıyla ilgili çalışmaları ve Baudelaire, Verlaine, Rimbaud’dan çevirileri çok ilgi gördü.  Üretken bir yazar olan Zweig, roman, şiir, deneme’nin yanı sıra oyunlar da yazdı. Ama biyografileriyle daha çok öne çıktı. Onun başkalarının acılarını, umutlarını, çaresizliklerini içten hissedebilmesini sağlayan güçlü empati yeteneği ve içindeki sonsuz merhamet duygusu, yazdığı biyografileri eşsiz kılıyordu.

Zweig’ın Rusçadan Çinceye  varan yaklaşık otuz dile çevrilmiş kitapları dünyada milyonlar sattı. Hikayelerinden uyarlanmış filmler çevrildi. Yaşadığı yılların en popüler yazarlarından biri oldu.

 Birinci Dünya savaşı sonrası yerleştiği Salzburg’da evlendi, en güzel eserlerini burada yazdı ve en mutlu yıllarını burada yaşadı. Aralarında Thomas Mann, Romain Rolland, James Joyce,  Paul Valery’nin de bulunduğu birçok ünlüyü evinde ağırlayıp sıkı dostluklar kurdu. 

İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla büyü bozuldu. 1933 de Nazilerin yasakladığı kitaplar arasında onun da eserleri vardı. Yahudi kökenli yazarların kitapları meydanlarda yakılırken bunun Zweig’da yarattığı üzüntü ve derin umutsuzluk hayatının bundan sonraki yıllarında hiç peşini bırakmayacaktı. Zira Yahudi olmayı kendi seçmemişti neticede. Hiçbir dine inancı yoktu. Milliyetçilik yapmaktan  ve siyonizmden nefret ediyordu. Ama bu Nazilerin umurunda bile değildi. Daha sonra Gestaponun villasını basıp arama yapması üzerine ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Londra’ya yerleşti, İngiliz vatandaşlığına geçti ama artık huzuru kaçmıştı. Bu arada karısından ayrılıp Lotte Altman adında çok genç bir kadınla evlendi. Birlikte New York, Arjantin,Paraguay ve Brezilya’ya gittiler. Zweig buralarda konferanslar verdi. Petropolis tepelerinin iklimi Lotte’nin astımına iyi geldiğinden  Brezilya’ya yerleşmeye karar verdiler.

 Avrupa’nın içinde bulunduğu durum ve savaşın yıkıcı etkisi Zweig’in burada da peşini bırakmadı. Çünkü o, kendi halkı ölürken, kendini güven içinde hissetmeye dayanamıyordu. Bu ona göre bir çeşit korkaklıktı. Oysa, kitaplarını yakan, yasaklayan ülkesinde, insanları öldürme hakkına sahip olduğunu düşünenler, ölme hakkına bile el koyuyordu. Ama o , hakkını saklı tutmaya kararlıydı.

 Yıllardır cebinde taşıdığı küçük bir şişe “Veronal” bir gün onun kurtarıcısı olacaktı. Asla Nazilerin eline geçmeyecek, onu aşağılayarak öldürmelerine izin vermeyecekti. Onun ve onun gibilerin tek müttefikiydi Veronal.

Brezilya’da yaşadığı zaman içinde Dünün Dünyası-Avrupa Anıları- adlı otobiyografisini tamamladı. Bu arada umutsuzluk içinde okumak için bir şeyler ararken Montaigne geldi eline.  Montaigne, “Ölüm karşısında özgür olmak” gerektiğini yazmıştı denemelerinin birinde. Bu satırlar Nazilerden kurtulmanın tek çaresinin ölüm olduğunu bir kez daha düşündürdü ona. Artık umudunu iyice yitirmişti…

 Bazı yazarlar kendi sonlarını bilmeden eserlerinde dile getirirler. Zweig, sevgilisiyle intihar eden Alman şair Kleist’in biyografisinde aynen şu satırları yazmıştı: “Bazen ölmeyi beceren ve ölümden şiir yaratabilen biri de bulunmalıdır!”

23 Şubat 1943 de karısı ile birlikte intihar ettiğinde ölümünden bir şiir  yarattığını bilemezdi…

 

Melek Koç / Yaba Edebiyat/ Kültür Sanat Der. Sayı 92 Ocak-Şubat 2015

 

 
Toplam blog
: 235
: 2079
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

Burada yazarken kim olduğumuzun, ne olduğumuzun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan yaz..