- Kategori
- Aşk - Evlilik
Su - ekme - sevgi

Aşkı anlat dediler bana; sen bilirsin, sen söylersin, kelimelerden anlamlara aşkı sen konuşursun, sen dillendirirsin. Biliriz seni, sen sevgiyi cebinde taşırsın, zaman gem vuramaz avuçlarına, kum gibi döküp ziyan etmezsin. haydi aşkı anlat bize dediler... sustular: ne dinleyecekseler..
- Görüyorum. Hepiniz saklanmışsınız ormandaki koca kavakların arkasına. Nefes alışınızı duyuyorum. Havada uçuşuyor bakışarınız. Siz beni göremeseniz de ben sizleri görüyorum, dedim. Size aşkı anlatmamı istiyorsanız çıkacaksınız ormandan ve gelip oturacaksınız yanıma...
Geldiler, oturdular ve ne hikmetse dinlediler...
- Önce bulutlar geldi siz gelmeden buralara, dedim. Bulutların da bir hikayesi var elbet. Onu da anlatacağım ama sırayla. Eskidendi bütün bunlar, ne olup bittiğini kimse anlamadı zaten. Birden yağmur yağdı. Bir hüzün çöktü bu ovaya; yağmur yaprak gibi düştü dalından, bir kırılma oldu yukarıda sular boşaldı üstümüze. Kalplerde bir korku sorma... Birden -heyyyy dinleyin beni, diyen bir ses: Size can vermeye geldim, bilirim can nedir bilmezsiniz ama biliniz ki iyi birşeydir. Tabii ki kıymetini bilirseniz. Ve bir gün verdiğim canı sizden geri alacağım. Neden mi? Çünkü sizi size emanet edeceğim. hayatta sahip olabileceğiniz en kıymetli emanetinize ne kadar sahip çıktığınızı sizlere göstereceğim. Tabii cebinizdeki o sarıları size unutturabilecek mi bu can meselesi, bunu da sizler göstereceksiniz.
Kimse cevap veremedi.... ovayı bir korku daha sardı şimdi, elde var iki korku; yağmuz ve ses. İnsan doğarken bulutların altından, güneş çoktan doğmuştu bulutların üstünden. Başaklar güneşe döndü yüzünü, güneş öptü gözlerinden. Rüzgar esti, yel değdi dudaklarına başakların, insan geldi, eli değidi taze bedenine ve koptu kafaları başakların bedeninden. Biraz su biraz ezilmiş başak ve iki sevgiliyi sevgili eden ateş. ateş yandı ikisinin altında. Piştiler. Ekmek oldular.
Su ile başlayan hayat, ekmek ile devam ettirildi. Zira ekmek olmaksızın hayat da devam edemeyecekti dolayısıyla can'a, o mukaddes emanete iyi bakılamayacaktı. Şimdi sırada can'ı mtlu edecek bişey kalmıştı. Ekmeğini ekmeği olmayanlarla paylaşmak. Araya sevgiyi aldılar, ekmeklerini paylaştılar. Sevgi; paylaşmanın azameti karşısında dayanamadı ve parçalandı içinden, her bir parçası büyüdü, büyüdü ve dağıldı yeryüzüne bu ovadan. Atwş koştu peşinden her bir parçanın, öyle ki sevginin düştüğü yerde bir iz kalsın diye. Ve ateşlendi sevginin düştüğü her yer.
İnsanlar ve canlılar, o ateş ile yanmaya, ateşe yan diyen güce itaat etmeye alışmışken ve yaşarlarken aşkı içlerinde her türlü maddeden bağımsız, ta ki emanetin en güzel şekilde saklanması ve sonunda geri verilmesi şartına riayet ederlerken, birden zaman girdi araya. Zamanı temsil eden sözler türedi, sözler ki dudaklardan çıkında kalbe inmedi, muhabbet derdini taşımayan, habbeye ulaşmayan sözler üretildi; anlamdan ve manadan yoksun.
İşte bu sözler maddeye şekil vermeye başladı. Mana buhar olup uçarken maddenin varlığına tapmaya başlatıldı insanlar. Ve insanlar emanetin sahibini unutmaya da başladı böylece... Sahi bir emanet vardı ama ne zaman nereye bırakılacaktı, yoksa sahibi gelecek mi bir daha?
Su, ekmek ve sevgi yaradılışın va dünya hayatının hem maddi hem de manevi yaşamı için vazgeçilmez üç arkadaştı. Ama ne zaman ki mana silinip yeni sözler maddiyata, piyasaya, el attı iş o zaman bu üç kavram da piyasanın eline düştü. Satıldılar pazarlarda birer mal gibi, binlerce yıl bu ovada üretilen bu anlamlar şimdi hazır fabrikalarda üretilmeye başlandı.
İşte bu yüzden bana aşkı sen iyi bilirsin anlat dediğinizde size hep aynı şeyi söylüyorum: AŞK PAZARDA SATILAMAYANDIR.
14 Şubat gününde hatırlanmadığı için küsüp gitmeyendir, iyi ki doğdun nağmelerinde küçük bir paketten fırlayan şahaserler değildir. Bilirim cevabınızı, ben ne zaman size bunu söylesem sizer hep oradan; - iyi de aşk karın doyurmuyor, dersiniz. Haklısınız ki. Aşk karın doyursun diye üretilmedi ki, bırakın karnınızı ekmek ve türevleri doyursun, siz AŞK İLE RUHLARINIZI DOYURUN.