Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Temmuz '09

 
Kategori
Anılar
 

Sulama kanalından sulama müdürlüğüne

Sulama kanalından sulama müdürlüğüne
 

Adanalı olup da Cemalpaşa Mahallesini bilmeyen yoktur herhalde. Çok büyük bir mahalledir. Büyük mahalledir ama 1960–70’ lerde bugünkünden daha geniş bir alanı kaplayan bir mahalleydi. Sonradan böldüler ve içinden Ziyapaşa Mahallesi çıktı. Kasım Gülek köprüsü ile sulama kanalı arası Ziyapaşa Mahallesi oldu ve biz de bu bölümde otururduk. Baraj birinci durak…

Mahallenin içinden DSİ sulama kanalı geçerdi. Bugün hala aynı kanal Tarsus ovasına can vermeye devam ediyor. Bu kanal Eski Baraj dediğimiz regülatörden başlar, bizim mahallenin içinden geçer ve Tarsus’a doğru dolu dolu akardı. Kenarında cumartesi öğleden sonra başlayıp, pazar akşamına kadar devam eden mahalle pazarımız vardı. Bağlar polis karakolunun önünde kurulurdu. Kanalın karşısı ise çoğunluğu eski ve baraka olan dükkanlarla kaplıydı. Kanalın üzerindeki köprüden sağa yani güneye doğru ise Öğretmen Okulu ve Tatbikat İlkokulu yer alırdı. Eski Barajdan Tarsus’a giden kanal gibi Karşıyaka tarafına da benzer bir kanal giderdi. O zamanlar yani 1970’lerin başında henüz on onbir yaşlarımda o kanal bizim oyun alanımızdı. Kanalın boş olduğu dönemlerde kenarlarındaki eğimli betonlardan (şevlerdeki anolardan) aşağıya, altımıza bir teneke alır, kayardık. Altı üstü 3–5 metre ama dağ görmemiş, kar görmemiş bizlerin kayak hevesimizi giderirdi. Tenekenin o betona sürtündükçe çıkan sesi hala kulaklarımdadır. Yine kışları içinde su yokken patlak lastik toplarla maçlar yapardık betonun üzerinde. Koşardık betonlarda. İner çıkardık. Eve de çoğunlukla sıyrılmış ve yara bere içinde kol ve bacaklarla giderdik, dayak yemeyi göze alarak. Çocukluk işte.

Ama yaz gelip de kanal su ile dolunca bir başka olurdu kanalın zevki. Çünkü kanalda yüzmek müthiş bir şeydi bizim için. Kanalın bir noktasına gelir, elbiselerimizi çıkarır, kanalın kenarında yetişen dikenli otların altına saklar ve suya girerdik. Kanalda müthiş bir akıntı olurdu. Yüzerek karşıya geçmeye çalışırdık ama akıntı nedeniyle yüzlerce metre ilerden çıkabilirdik ancak. Tekrar yürüye yürüye geri gelir ve tekrar atlardık suya. Bu arada zaman zaman hemen yakındaki Bağlar polis karakolundan polisler kanala kontrole gelirlerdi. Yüzmek yasaktı çünkü. Bulabilirlerse elbiselerimizi alır karakola götürürlerdi. Sonra elbiseleri almak için ne zorluklar yaşardık. Bir şekilde polis amcaları ikna eder, bir daha girmeyeceğimize söz verir, elbiselerimizi alırdık herhangi bir cezaya uğramadan. Ama kurtulamadığımız bir ceza vardı tabi ki. Annem… Eve geldiğimde koluma tırnağını şöyle bir sürerdi, bembeyaz bir çizgi oluşurdu. Kanala girdiğimi anlar ve tokadı patlatırdı. Ya da tokattan kurtulursam elinde ne varsa fırlatırdı üzerime. O kadarına razıydım cezanın, yeter ki akşam babama söylemesin. Aslında tabi ki büyük bir hataydı yaptığımız. Çünkü o kanal boğulma riski çok fazla olan bir kanaldı. Nitekim boğulan çocuklar gördüm. Dahası kendim boğulma tehlikesi atlattım. Eski Barajdan Karşıyaka’ya giden kanala atladığımda ayağıma giren kramp nedeniyle boğulmadıysam, bunu suya aynı anda girdiğimiz arkadaşlarıma ve kanalın kenarından suyun içine sarkan dikenli dala borçluyum. Her ne kadar avucumun içi dikenler tarafından parçalanmış olsa da hayatımı kurtarmıştı o dikenli dal.

Aradan yıllar geçti. O kanallarda telef olmadan üniversiteyi bitirdim, ziraat mühendisi oldum ve DSİ’ de işe başladım. Hem de henüz bırak sulamayı, suyun damlasının zor bulunduğu Şanlıurfa’da. Arazilerde, içindeki toz toprak ve canlıların tülbentle süzüldüğü, sarnıç sularından yapılmış ayranlar çaylar içtim. Yıllarca çalıştım oralarda. Bu süre zarfında Harran ovasında sulama tesisleri yapıldı ve 1995 ‘de de sulamalar başladı. Suyu görmemiş insanlar birden bire dev gibi kanallardaki korkunç bir suyla karşılaştılar. Ve kader beni bu sulamaların başına müdür yaptı. Yıllarca sulamalar şube müdürlüğü yaptım. Tabi ki müdür olmak hoşuma gitmişti ama yıllarca önce çocukken yaptığım şeyleri yapan çocuklara kızacağım ve onları engellemek için ekipler kurmak durumunda kalacağım, önlemler geliştireceğim aklıma gelmemişti. Suyu bilmeyen çocuklar suyu görünce, tepede insanın beynini kaynatan bir de güneş olunca önünü arkasını düşünmeden kanallara giriyorlardı. Ancak kanallar çok büyük, çok derindi ve içindeki su çok hızlı akıyordu. İçim titrerdi, bir boğulma haberi gelecek diye. Ama gelirdi. Hem de sık sık gelirdi. Üstelik bazen günlerce uğraşırdık cesetleri sudan çıkartmak için. Ortalık ana baba gününe dönerdi. Ağlayanlar, bayılanlar, suyun kesilmesi için baskı yapanlar ve hatta çok üst düzey insanlar; O dev kanallardaki suyu kesmemizi isterlerdi, cesetleri bulabilmek için ama o kadar olanaksızdı ki. Çünkü kanaldaki suyun boşalması, yeniden doldurulması ve kanalların düzene girmesi uzun zaman alırdı ki, bazen bir hafta on günü bulurdu. Bu kadar süre o ovada, o sıcakta kanalların akmaması mümkün değildi. En azından benim yetkimde değildi. Okul ceketi üstünde çocuklar, şalvarıyla yemenisiyle genç kızlar, daha yeni yürümeye başlamış bebeler, bazen de büyükler… Çok kişiyi yuttu o kanallar. Çırpınırdık kimse girmesin kanallara diye ama önlemek ne mümkün. Bir gün birkaç çocuk gördüm suyun içinde. Arabayı durdurdum ve sudan çıkmalarını, ölüm tehlikesi olduğunu söyledim. Dinlemediler, önlem aldıklarını söylediler. Önlem dedikleri de ayaklarına ip geçirmişler, ipin diğer ucunu da köprüdeki demir korkuluğa bağlamışlardı. Ben de o ipin kendilerini boğulmaktan kurtarmayacağını ama boğulurlarsa bizim onları kolaylıkla bulabilmemizde fayda sağlayacağını söyledim ve arabaya binip uzaklaştım. Dikiz aynasından arkama baktığımda sudan çıktıklarını gördüm. Bu şok sözler onlara yetmişti. Ama ne kadar süreyle… Eminim ertesi gün gene girmişlerdir suya. Çocukluk böyle bir şey işte. Onları gördükçe suda hep kendimi görüyorum zannederdim.

 
Toplam blog
: 28
: 2362
Kayıt tarihi
: 27.05.08
 
 

Yıl 1960. Adana. Çığlık çığlığa geldim bu dünyaya, niyeyse? İlk, orta lise ve Çukurova Üniversitesi...