Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ağustos '10

 
Kategori
Güncel
 

Sümela'dan Ayasofya'ya

Sümelâ Manastırı birkaç sene önce restorasyona alınmış ve restorasyon yapılıyor görünümü altında, müteahhit firma tarafından, bazı ucuz ve yüzeysel işler ile zevahir kurtarılmaya çalışılıyordu. Sümelâ’ya gidenler çok iyi bilirler ki; oranın ıssızlığından istifade ile, duvar ve tavan resimlerinden, hatıra edinmek kastı ile turistler tarafından o canım güzellikler oyularak parçalar alınmıştır. Serseri aşıkların da duvarlarına isimlerini kazımış olduğu bir yerdir, Sümelâ. Yani o mübarek mekâna, her millet ve dinden insanlar, her tür rezilliği mubah görebilmişlerdir. Şu an icra etmiyor da olsam, mimarî mesleğinde bir miktar mürekkep yalamışlığın verdiği bilgi ile yapılan restorasyonun garabetini, yine bu ve birkaç başka sütunda, çok açık bir biçimde dile getirmemin hemen sonrasında, duruma bakanlık el koydu. Ve o noktadan sonra, neyi ne kadar düzelttirebildilerse, yapılan hataları da düzelttirerek, restorasyonun bakayasını sonuçlandırdı. Bu sebeple hem bu hükümetin bu tür konulara yaklaşımına, hem de Turizm Bakanının bu duyarlılığına teşekkür ederim.

Hükümetin anlayışı, bakanlığın açık seçik tavrı, bu noktada da kalmayıp; ilgililer çok daha önemli bir adım daha atarak: 15.08.2010 tarihinde, Meryem Anamızın, Hakk’a intikâlinin sene-i devriyesinde, eskiden yapılması olası görülen, ancak sonradan yasaklanmış olan, malum Ayin-i şerifin, tekrar yapılmasına da izin verdi. Bu durum tüm dinler adına, tüm dinlerin salikleri ile cemaatler ve cemiyetler tarafından, ayakta alkışlanması gereken bir neticedir. Ve Dünya’daki yankıları da bu şekilde olmuştur. Bu müspet şekilde olmaya da devam edecektir. Bu sebeple de, bu hükümet ve Bakanına, milletim ve Dünya milletleri adına teşekkür ediyorum.

Akdamar <ı>(Ağtamar) oluşumunda da izlemekte olduğumuz odur ki; bu hükümet, orada mevcut kiliseyi onarmak ve aslî sahiplerinin ibadetine açmakla: Aynen ceddinin yapmış olduğu gibi, herkese ve her dine aynı vasatta durmaya ve bu vasata göre de, her din salikinin mutlu olmasını temin etmeye çalışmaktadır. Eylül ayında, orada yapılacak olan Ayin-i şerifin de, Dünya üzerindeki müspet yankılarını, şimdiden duyar gibi oluyorum. Bu sebeple, fanatik yaradılışlılar Türkiye’ye karşı Ermeni meselesinde tutum değiştirmeyecek olsalar da; Oraya gelip ibadet edecek olan, halis yürekli insanların, evlerine döndüklerinde diyecekleri, insanlık alemi için, gerçekten kayda değer olacaktır. Bu sebeple de, Hükümet ve Bakanına milletim ve Dünya milletleri adına teşekkürü bir borç bilirim.

Ekümenik olduğunu savunan ve bu savunusu kendi cemaati nezdinde dahî kabul gören bir mercie, bizlerin ısrarla “Patrikhane” olarak bakmamız, ne denli doğrudur? Fener merkezini, Dünya Ekümenik olarak kabul ettiği gibi, bir başka sıfatla da kabul edebilirdi. O merkezin nasıl kabul edildiği, o merkezin kendini neye göre, kime ne ve nasıl ilân ettiği, bizleri bağlamaz. Tam tersine bizleri, Türkiye’de artan zirveler sebebi ile bu durumların bizatihî kendisi bağlar. Ne kadar zirve ve merkez artacak olur ise; O yöre ve ülkemiz, o kadar gündemde kalır. Karşılıklı güzellikler, alışlar verişler, gidiş gelişler, çok daha fazla yaşanır. Tabii bu durumlar şu anlama gelmez. Gelmemelidir de. Her yerin kendine has ve taraflarca mutlak bilinmesi gereken ve de bilinen bir tarihçesi vardır. O tarihçe orada olduğu gibi durur. Bu güzellikler de bir tarafta yürür, gider. Bu tarihçe üzerinden vehimler üretmek, delilerin işidir. Ancak bu sözüm, bazı konularda müteyakkız olunmaması anlamına da gelmez. Kaldı ki; her tür teyakkuz bu tür bir ülkede, her tarafın güvenliği için gereklidir de.

Ruhban okulunun açılması, yıllar sonra ilk def’a geçenlerde gittiğim ve değişmiş olan halkı ile içimi sızlatan Heybeli Adaya, yeni bir nefes getirmekle kalmaz; tüm adaların tekrar Dünya gündeminde, zaman zaman sözü edilir olmasını da sağlar. Değişik dış haberleri izleyenlerin bildiği gibi, bir ülkenin haberlerinde, müspet anlamda bir başka ülkeden bahsedilmesi, her aklı başındaki insanın dikkatini çeker ve insanlarda giderek o ülkeyi görme arzusunu uyandırır. Bu açıdan ben, yukarıda değindiğim meselelerin, insanî, vicdanî, dinî, mantıkî, siyasî, ticarî boyutlarının yanı sıra, çok ciddî manada turizm boyutlarının da olduğuna inanmaktayım. Kaldı ki; bir iktidarın bu konumlardaki muhataplarına, sadece mûktesep haklarını iade etmekle kalmayıp, hayâl dahî edemeyeceklerini vermesi, bir milletin dinî, kültürel, siyasî ve iktisadî iktidarının, azametini gösterir. Bunu göstermekle de kalmayıp, yurt dışındaki benzeri durumda bulunan Türk ve Müsliman’ların hak ve hukuklarının sağlanmasına de yardımcı olur. Bu sebeple de hükümet ve Bakanına milletim ve Dünya milletleri adına teşekkür ederim.

Ayasofya da tabii olarak, Doğu Roma kültürünün bir mirasıdır. Üstünde oturduğu topraklar, Islâmıbol olmadan çok önce, bir zelzele neticesinde yıkılan ama bir türlü onarılamayan kubbesinin, Papazların gördüğü rûyalara göre, Kâbe toprağı ve Zemzem suyu ile onarılabileceğinin anlaşılması sayesinde, (SAV) Peygamber Efendimizden, bu mealde bir recada bulunulmuş; Kendisi de bu isteği seve seve yerine getirirken, “- Ey Muhammet, Sen neden bir kilise kubbesine, Zemzem ile Kâbe toprağı verirsin?” suali ile karşılaşmıştır. Bu sual üzerine (SAV) Efendimiz “- Ben bir kilisenin değil; günü geldiğinde, altında namaz kılınacak olan bir camiinin kubbesine bu toprakla Zemzem’i veriyorum.” cevabını vermiştir. Kâbe’den Ayasofya kubbesinin onarımı için alınan bu toprak ve su, çok ciddi bir kervan yükü kadardır.

Hakeza, Fatih Sultan Mehmet Cihangir Han, İstanbul’u fetih ettiğinde, Dünya’nın gelmiş geçmiş ve halen en pahalıya mâl olmuş olan bu binasını, Doğu Roma İmparatorluğundan, camii olması adına, değeri olan o paha kadar, para ödeyerek ve rıza da alarak, satın almıştır. Salı günü Konstantinapolos’un İslâmıbol olması üzerine, Cuma namazı için Fatih Sultan Mehmet Cihangir Han, Ayasofya camiine, tüm vezir-i vüzera, vekil-i vükelâ ve üst rütbe askerandan oluşan cemaati ile girdiğinde, hocası Ak Şemseddin Hazretlerine dönüp, “- Hocam Kıbleyi nasıl tayin edeceğiz?” diye sormuş, Ak Şemseddin Hazretleri de, ayası birbirine bakar halde, ellerini bel hizasına kadar kaldırarak, Kâbe’ye doğru döndürmeye başlaması ile tüm Ayasofya külliyesi, Kudüs’ten Kâbe’ye doğru dönmeye başlamıştır. Lâkin genç Sultan birden endişelenerek, hocasının elini tuttuğu için, bu girişim yarı yolda akim kalmıştır. Aksi halde, bugün olduğu üzre, hele Ayasofya gibi bir yapıda, yanlış mihrap çatmak hatasından dolayı, gözünün yaşına da, nice mimar olduğuna da bakılmaksızın, her mimar orada idam edilirdi.

Cihangir Han, bu hadise üzerine, daha da tuz biber ekecek şekilde, eda edilen Cuma namazı sonrası, “- Bu şehr-ül Islâmıbol kim bakî kalanda, Beş vakit üzre bu camiide namaz kılına. Her ne zaman ki; bu camiide namaz kılınmayanda, Lânetim bu şehir üzre ola..” şeklinde bir vasiyette bulunmuştur. Dikkat edileceği üzre: Bu yapı üzerinde, önceden konulmuş manevî ipotekler çok fazladır. İlâhî tecelli bu kadarı ile de yetinmediğinden; Ayasofya aynı zamanda Hz. Hızır’ın da makamı olmuştur. Bittabi bu manevî ipotekler de, bilcümle hepimizi aşar niteliktedir.

Türk ve İslâm’ın öz malı olan bu mekân, restore edilmek üzere, Atatürk zamanında bakıma alınmıştır. O tarihten bu tarihe kadar da, içinde ibadet edilmemesine dair tek bir kayıt yoktur. Müze yapılması hususu bile, iş bilmezlerin siyaseti sayesinde, muhtemelen su üstüne yazılmış bir karardır. Ayasofya’nın O restorasyonu da benzerleri bilinen sebeplerden dolayı, çok uzun sürmüştür. Zaten ve esasen, başta Atatürk olmak üzre: Kim yukarıdaki olaylara karşı durma, hak ve hukukunu, kendinde görme cesaretine sahip olabilir ki? Dolayısı ile fikr-i acizanem şudur ki; Ayasofya camii de, tabii ciddi bir şekilde ve sürekli kontrol altında tutulmak kaydı ile “Müze Camii” şeklinde, mutlaka ibadete açılmalıdır. Bu durum binanın sıhhati ve ömrü için de gereklidir. Kaldı ki; tüm ibadethaneler, tüm Türkiye çapında bundan böyle takibe alınmalı, ne bir imam, ne bir haham, ne bir papaz, tüm bu binalar için, bir akademik kurula danışmadan, kendi lojmanına dahî, çivi bile çakamamalıdır. Ben bu hükümet ve Bakanına, İnşâallah ucu çoktan kaçmış olan bu ipi de toplamaları halinde, içtenlikle milletim ve şahsım adına teşekkür etmek isterim.

Küçüksu konusuna da kısaca değinmekte yarar görüyorum. Geçenlerde TV ekranlarında bir haber vardı. Yanılmıyorsam Küçüksu Turizm Derneği, Ramazan şenlikleri muvacehesinde, Küçüksu deresinde, içinde Osmanlı kıyafetleri ile saz heyeti de bulunan, bir kayık yüzdürecekmiş. Tabii çok iyi olur da, Dıral Dedenin düdüğü gibi, tek başına yapılan bu işten, ne hayır sadir olur? İşte bunu bilemiyorum. Küçüksu konusunda gerçekleştirmesini istediğim büyük bir proje için, Üç makalem muhtelif yerlerde, muhtelif zamanlarda yayınlandı. Ama ne bu hükümet, ne de Bakanından, bencileyin fakire tek bir sorgu sual çıkmadı. Bu hükümet ve Bakanı, bu fakîri arayıp, Türkiye’ye her sene ve sürekli Milyon Dollarlar kazandıracak bu proje hakkında, benimle ne zaman iki kelâm edecektir? Bunu doğrusu çok merak ediyorum. Zîra, o projenin meydana getirilmesi halinde: Dünya alem fakire de, Hükümete de, Bakanına da, Turizm şirketlerine de, Bu gazeteye de, ziyadesi ile teşekkür edecektir. Bundan son derecede eminim. Herkes de emin olsun isterim. Ve söz konusu bu proje, İki, Üç senede devreye sokulabilecek kadar da, tatbiki kolay, işletmesi rahat, ilk Beş senesini yok satabilecek nitelikte, bir projedir. İnşâallah birileri bendenizi arar da, bu projeyi gerçekleştirmek mümkün olabilir...

Gerçekle ve tarihle hiçbir ilgisi olmayan O Bazıları, her yapılan ve yapılacak müspet olandan rahatsız olmakla, malum ve meşhur olduklarından; bence bu türlerin seslerine kulak vermek, gerçekten Türkiye’yi gereğinden fazla yormuş ve de geri bırakmıştır. Türkiye’nin bu geri kalışı da, o bazıları ile şürekâlarını yeterince sevindirmiştir. Tabiatı ile de bu kösteklerin çağı da, şanı da, şöhreti de, son kullanım tarihleri de çoktan geçmiştir. Kendi dininden, dilinden, îmanından, ilminden, san’atından, siyasetinden, gücünden emin olanların, dışarıdan gelecek olan menfî meseleler karşısında, rahatsız olmaması gerekir. Bazı açılımlar, bazı müstebitlerce tabii yanlış kullanılmak da istenebilir. Birilerinin bazı fırsatları yanlış kullanması ya da kullanmak istemesi, bizden olanların bazı fırsatları yanlış kullanmalarından çok daha az ziyan vericidir. Asıl mesele, bizlerin nelere ve neye göre sahip çıkma akıl ve ahlâkına sahip olduğumuz meselesi ve gerçeğidir?!.

Haydar Volkan

Çiftehavızlar: 18.08.2010

 
Toplam blog
: 148
: 492
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Haydar Volkan: 21.05.944 Rebabi bestekar Sabahaddin Volkan ve Piyanist Mukadder Volkanın oğlu olar..