Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '15

 
Kategori
Öykü
 

Süper Kedi Temel'in maceraları- 2 Hastane Kedileri

Süper Kedi Temel'in maceraları- 2 Hastane Kedileri
 

Bu sabah hiç beklemediğim bir şey oldu. Evin büyük oğlu aniden beni tutup yakaladı. Bir yandan sevip okşarken  bir yandan da küçük bir sepete tıkıp ağzını bağladı. Ben daha ne oluyor demeye kalmadan, kendimi evin biraz yukarısında bekleyen arabanın içinde buldum. Babası önde arabayı sürerken ben arka koltukta sepetin içinden görebildiğim kadar büyük oğlana bakıyordum. Öyle sanıyorum ki benimle göz göze gelmemek için camdan dışarısını seyrediyordu. Acaba beni nereye götürüyorlardı? Yaşlı kedilerin birinden, hastalandığında böyle arabaya konularak uzaklara götürüldüğünü, beyaz elbisesi bir adam tarafından muayene edilip karnına son derece acı veren bir iğne yapıldığını işitmiştim. Acaba ben de bilmediğim bir hastalık mı vardı? Herhalde böyle apar topar o beyaz elbiseli adamlara götürülüyor olmalıydım.

Epeyce bir süre gittikten sonra hiç de bizim oralara benzemeyen gürültülü bir yerde durduk. Büyük oğlan beni sepetten çıkarıp başımı okşadıktan sonra kapıyı açarak yere bıraktı. Ben beyaz elbiseli adamların gelmesini beklerken baba elinde kocaman bir ciğer parçasıyla çıkıp geldi ve önüme koydu. Ne yalan söyleyeyim, evde et dahil her şey yemiş ve hiçbir zaman aç kalmamıştım. Ancak böylesine büyük ve nefis bir ciğeri ilk defa tadıyordum. Ben ciğere odaklanmış, dudaklarımı yalaya yalaya mideme indirirken arabanın oradan uzaklaştığını fark etmemiştim bile. Tabii boş gitmemişti. Sahiplerim ben yemekle meşgulken kaşla göz arasında sırra kadem basmışlardı.

Yemeğim bitince tatlı tatlı gerinip şöyle bir etrafıma bakınca onları göremedim tabii. Acaba beyaz elbiseli adamları almaya mı gitmişlerdi? Gerçi çevrede birçok beyaz elbiselinin dolaştığını görüyordum ama hiçbiri benimle ilgilenecek gibi görünmüyordu. Aradan epey bir süre geçip de onları göremeyince telaşlanmaya başladım. Ortalıkta çoluk-çocuk bir sürü insan vardı ama bizimkiler yoktu. Derken gayri ihtiyari tuhaf bir panik duygusu içine girdim. Deli gibi adının sonradan hastane olduğunu öğrendiğim binaların çevresinde koşturmaya başladım. Ancak ne yaptıysam, nereye gittiysem onları göremedim. Çekip gitmişler ve beni burada bırakmışlardı. Biraz da koşturmaktan yorulduğum için kuytu bir köşede yere uzanıp  düşünmeye başladım. Galiba olup biteni anlamaya başlamıştım. Beni beyaz gömleklilere muayene ettirmeye değil buraya terk etmek için getirmişlerdi. Niçin burasını seçtiklerini bilmiyordum ama gerçek buydu işte. Ben kabul etsem de etmesem de buydu. Onlardan böyle bir şeyi asla beklemezdim. Basit bir hayvan olarak sahiplerimden devamlı iyilik göreceğime inandırmıştım kendimi. Tıpkı mezbahada kesilmeyi bekleyen danalar gibi. Zavallıcıklar kaçmayı asla düşünmezler çünkü insanlardan kötü bir şeyler ummazlar hiç.

Hemen çıkıp evime gidemeyeceğime göre uzunca bir süre yuvam burası olacaktı. Biraz dinlenince yavaşça ayağa kalktım. Artık bu çevrede yaşayacağım için burasını bir iyice tanımalıydım. Hastane binasına doğru yürürken:

- Oğlum Temel, dedim kendi kendime ,Bir süre burada kalacaksın. Sakın ezdirme kendini. Günün birinde eve döndüğünde, Temel olarak dön.

Galiba ilk öğrenmem gereken yer yemeklerin pişirildiği yerdi. Burada kimse beni tanımıyordu ki ‘’ pisipisi ‘’ çağırıp da önüme bir şeyler atsın. Kendi yemeğimi kendim bulacaktım. Havayı koklayarak mutfağın bulunduğu yere doğru yürüdüm. Kocaman binanın arkasında tenha bir köşeydi burası. Ortalıkta pek insan görünmüyordu ama bir sürü kedi vardı. Yanlarına yaklaşınca sanki sözleşmiş gibi tıslamaya başladılar. Anlaşılan yeni birisini burada istemiyorlardı. Üzerime çevrili birkaç çift hain gözün bakışları altında açık kapıdan içeri süzüldüm. Tam içeriden böyle güzel kokular gelirken, bunların dışarıda   kös kös beklemesine şaşıyordum ki sırtıma bir süpürge yedim. Neye uğradığımı şaşırmış bir halde yerde birkaç takla attıktan sonra can havliyle kendimi dışarıya attım. Tabii bizimkiler bunu görünce makaraları koyverdiler. Kendime daha fazla güldürmemek için çabucak oradan uzaklaşırken burada karın doyurmanın hayli tehlikeli bir iş olduğunu anlamıştım. Biraz ileride birkaç kedi bir çöp kümesinin üzerine çıkmış yiyecek bir şey araştırıyorlardı. Pis kokulu çöpler içinde yiyecek eşelemek…Hayır hayır, bu benim  yapacağım bir şey değildi.

 -Çok fazla acıkırsam kuş – muş avlarım,

dedim kendime.

-Ortalıkta bir sürü güvercin var. Üstelik hepsi de uyurgezer gibi. Fazla uğraşmam gerekmeyecek.

Bu defa hastanenin ön tarafına geçmiş, insanların arasında tembel tembel dolaşmaya başlamıştım. Acaba içlerinde bana yiyecek bir şeyler atan çıkar mıydı ? Gerçi aç değildim ama insanların durumunu da çok merak ediyordum. 

Anladığım kadarıyla insanlar buraya hasta olduklarında geliyorlardı. Ellerinde bir takım kağıtlarla bir odaya giriyorlar ve içinden çıkardıkları siyah levhaları beyaz gömleklilere gösteriyorlardı. Biraz sonra da kimisi gülerek, kimisi de asık bir suratla dışarı çıkıyordu. Anlaşılan gülerek çıkanın hastalığı hemen iyileşiyor, diğerinin ise herhalde daha da artıyordu. Hele birinin haline şu hayvan halimle ben de çok üzülmüştüm. İçeri girerken yüzü biraz endişeliydi. Ancak dışarı çıkarken baktım ağlamaklıydı. Bakalım ne yapacak diye izlediğimde, baktım ellerini yüzüne kapamış ağlıyordu. Yanına sokulup, ayakları arasında dolaşarak onu teselli etmeyi çok isterdim ama son olaylardan sonra insanlardan yılmıştım. Ya ‘’sırası mı şimdi ‘’ diye beni tekmelerse?

Koridorlarda dolaşıp canım daha da sıkılınca dışarı çıktım. Hastaneyi çevreleyen duvarın üzerinde kuşlar gibi tünemiş bekleyen birkaç kedi vardı. Bir sıçrayışta duvarın üzerine çıktım ve görünüşünden bir hayli yaşlı olduğu anlaşılan siyah bir kedinin yanına tünedim. Yaşlı kedi bir süre beni süzdükten sonra :

- Burada yenisin galiba?

diye sordu.

- Seni daha önce gördüğümü sanmıyorum.

- Evet, dedim, bu sabah geldim.

- Bu yakınlardan mısın?

- Hayır, uzaktan, çok uzaktan. Arabayla getirip bıraktılar.

Yaşlı kedi mırıldanır gibi konuştu. Sanki çok öncelere dalmış gitmişti :

- Tıpkı benim gibi. Beni de böyle arabayla getirmişlerdi. Bilmem kaç kış geldi geçti ama hala buradayım.

Birden içime soğuk bir şeyler döküldü. Ürperir gibi oldum. ‘’ Bilmem kaç kış…’’ Kararlı bir edayla:

-Ben o kadar uzun bekleyemem, dedim, İlk fırsatta evime döneceğim.

Yaşlı kedi hiç de  inanmamış gibi başını sallayarak:

-İnşallah, dedi, umarım yaparsın.

O gün akşama kadar beraber dolaşıp yaşlı kediyle iyice ahbap oldum. O bu yaşlı bilge haliyle benim aklım olacaktı. Ben de onun vurucu gücü…Karnımız acıkınca bir şeyler yemek için hastanenin kalan yemeklerinin döküldüğü yere gittik. Mutfaktan artan, bozulmaya yüz tutmuş yemeklerin bir bölümünü hayvanlar yani bizler için bir yere döküyorlardı. Ekseriya etli olan bu yemekler; gün boyu bu anı kollayan kediler için bir ziyafet vesilesi gibiydi. Sahiplerimin niçin beni buraya bıraktıklarını şimdi daha iyi anlamıştım.

Arkadaşımla yemeklerin döküldüğü yere gidince bir sürü kediyle karşılaştık. Yaşlı bilge :

-Sen burada daha yenisin. Sakın ileriye sokulup da aslan payını almaya kalkışma. Yoksa Karalar Çetesi paralar seni.

-Karalar çetesi mi? Onlar da kim?

-Hastane dışından gelen bir grup saldırgan kedi. Yemeğin iyi tarafı daima onlara aittir. Bu kuralı bozanı burada yaşatmazlar.

Anlaşılan bizim yaşlı bilgeyi bir hayli korkutmuşlardı.

-Görelim bakalım, dedim, kimi yaşatmıyorlar?

Yaşlı kedi beni tutamayacağını anlayınca geride kalıp endişeyle olacakları izlemeyi tercih etti. Kendimden emin bir tavırla doğruca yürüyüp etlerin bol olduğu kısma geldim ve iştahla yağlı etlerden atıştırmaya başladım. Önce hayretle bu cüretimi seyreden ‘’ Karalar Çetesi ‘’ üyeleri derhal etrafımı alıp kafalarını yana eğerek hırlamaya başladılar. Akıllarınca beni sindirip geri çekilmeye mecbur edeceklerdi. Aldırış etmediğimi görünce hep birlikte üzerime çullandılar. Bir an öncekiler gibi, ilk vuruşta korkutup kaçıracaklarını sandılar. Ancak daha ilk hamle yapan kedi pençemi suratına yiyip yere serilince durur gibi oldular. En iyi savunma saldırıdır diyerek soluk aldırmadan üzerlerine atladım. Artık havada uçuşuyor, canhıraş bağrışmalar arasında çılgınca döğüşüyorduk. Bu kadar kedi arasında biraz zorlanacağımı sanıyordum ama tam tersi oldu. Artık pençeleşmeyi bırakıp dişlerimi boğazlarına geçirmeye başlayınca pabucun pahalı olduğunu anladılar. Derken en güçlüleri kuyruğunu kısıp kaçmaya başlayınca bunu diğerleri takip etti. Meydan bana kalmıştı artık. Duvardan atlayıp kaybolduklarını görünce şöyle bir kasılıp birkaç adım attıktan sonra yaşlı arkadaşımın yanına gidip etlerden yemeğe buyur ettim. Ardından da geride duran diğer kedileri…

O gece hastane kedilerinin kahramanı olmuştum. Sevinçle miyavlayıp zaferimi kutlamaya çalışıyorlardı. Ancak giderek bunu abartıp gürültü etmeye başlayınca hastaneden çıkan bir adam, uzun saplı bir süpürgeyle üstümüze yürüdü. Aralara kaçıp zor saklandık. O günden sonra Karalar Çetesi pek ortalıkta görünmedi. Bir gün çekine çekine tekrar geldiler ama huzurumuzu bozmadıkları sürece onlara dokunmadım. Hatta etlerden yemelerine bile müsaade ettim. Bu davranışım kedilerin gözünde daha da büyüttü beni. Yaşlı bilge:

- Temel, sen çok büyük bir kedisin,

dedi bana bir gün.

-Yıllardır buradayım senin gibisini görmedim. Hep böyle kal emi ? 

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..