- Kategori
- İlişkiler
Sus ve dinle lütfen...

Bir süre sonra konuştuklarını duyamaz hale geliyorum. Gözlerim kesintisiz kıpırdayıp duran dudaklarına takılı kalıyor. Duymamamın pek bir önemi yok çünkü sürekli aynı sözleri tekrarlayıp duruyor. Onunla sohbet etmekten çoktan vazgeçtim. Bir süredir bunun mümkün olmadığını anlamış durumdayım. Ortaya bir konu atıldığı vakit bir şekilde sözü ele geçiriyor ve asla kimseye konuşma hakkı tanımıyor. Sunulan karşıt fikirleri duymuyor bile. Çünkü konuşurken dil dışında tüm algılarını kapatmış durumda. Duymuyor, dinlemiyor dahası dinlemek istemiyor. Onun için önemli olan bir konu üzerinde tartışmak, yeni bakış açılarına sahip olmak, öğrenmek değil, onun için önemli olan tek şey kendi fikirlerini kesintisiz olarak sunmak.Karşıdaki ağzını açtığı vakit ise onu kesilmeyen cümlelerle susturup bezdirmek. Göz açtırmayan bir sağnak gibi cümleleri...
Gazetede bir haber okuyorum. Haber üzerine sohbet etmeye başlıyoruz. O ise susuyor sadece izliyor. Sonra başlıyor konuşmaya. Basit bir haber üzerine yarım saat konuşuyor. Hiç birimiz onu dinleyemez oluyoruz. Haberi öyle garip ve gerçekdışı bir noktasından yakalamış ki bir kaç kişi onun yanlışlığı düzeltmek için ağzımızı açıyoruz ama o bizi her zamanki gibi geri püskürtmeyi başarıyor. Dudaklarının üzerinde bıyıkları büyük bir hevesle titreşiyor.Kendini konuşmasının heyecanına öyle bir kaptırmış ki, ne etrafını görüyor ne de seslerimizi duyuyor. Bir süre sonra yenilmiş halimizle dudaklarımızı kapatıyoruz. O ise uzun konuşmasını tamamlamış ve kendini dinletebilmiş olmanın hazzını yaşıyor. Gözlerinde zafer pırıltısı var.
Sessizce oturuyoruz. Sessizlik iyi geliyor hepimize. Başını önüne eğmiş gazeteyi okuyor. Kendi kendine okuduğu haberler hakkında yorumlar yapıyor. Kimse ona bakmıyor, kimse fikrini belirtmiyor. Kendi kendime düşünüyorum. İnsanların gözlerine bakıp bakmadığını, o konuşurken yüzümüze yansıyan ifadeyi görüp görmediğini, konuşma çabalarımızı böylesine bencilce savuştururken aslında ne çok şey kaybettiğinin farkında olup olmadığını merak ediyorum. İnsanları dinlemeyerek fikren zenginleşmek gibi bir şanstan kendini mahrum etmesinin sebebinin kendi zekasına olan hayranlığı olup olmadığını anlamaya çalışıyorum. Sabit bir noktadan, kendi merkezinden baktığı hayatına yeni olan hiç birşeyi almamasının sebepleri kavramaya çalışıyorum. Fakat bu mümkün olmuyor. Onunla tamamen zıt bir şekilde bakıyoruz konuya. Dinlemek, konuşmak, karşıdakinin fikirlerini duymak ve o fikirler üzerine yeni fikirler inşa etmek ortak bir nokta bulunmasa bile (ki bu çok zorunlu değil) sohbet sonunda zenginleşmiş ve yenilenmiş olmak değilse nedir sohbetin amacı? Oysa o bu konu üzerine pek düşünmemiş olsa gerek. Bunları ona söylememin ve bu konuyu tartışmaya çalışmamın bir anlamı var mı? Yıllardır değişmediyse bu insan ve yıllardır geri püskürttüyse farklı fikirleri şimdi bu konuyu tartışmaya çalışırken yine beni susturup kendi fikirlerini söylemeyecek mi?
Kendi kendine konuşmasını sürdürüyor. Ona bakarken aklımdan şunlar geçiyor: "Belki de, senin gibi kapalı kapılar yüzünden bu durumdayız. Çünkü en doğru, en akıllı kendimiz olduğunu sanıyor ve etraftaki herşeye kulaklarımızı tıkıyoruz. Kimbilir belki sen de kapını açarsın bir gün. Kapını açar ve içeriye hayatın dolmasına izin verirsin.Kim bilir?"
RESİM: Andrew Gable