Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mart '18

 
Kategori
Deneme
 

Suskunluklarımız Benlik Direncimizi Aştı 5

Ölü kuşların sessizliği doluşuyor içime…
Gök kızarıyor, yapraklar yeni filizleri ile dallarında uzuyor…
Bir yanda vedasız gidişler, bir yanda hoş geldin mutluluk diyemediğimiz zaman kırıklığı…
Uzayan yıllara yığılmış acılar ve özlemin rengi dönüşmüş belirsizliğe…
Sadece öksüzleşmiş bir bekleyiş ve kırık bir mevsim zamanı bu ayazların tükendiği, gecelerin parladığı yaz ile bahar karışımı özlenen zaman…

Durmayasıya yalnızlaşıyoruz, söz geçiremiyoruz artık duygularımıza, küskün zamanların içinde boğuluyoruz adınla yazılan adımız vardı yüreğime kazınan, nefesler hep dokunur geçerdi her seferinde adlarımıza, biz kırık akşamüstlerinde hep ağlardık birbirimize…
Sahiplendiğimiz duygular, vardı birbirimiz için. Biz yorgun düşüncelerin yorulmuş zamanlarını yaşardık…

Ama en çok da biz ağlardık hep birbirimiz için…

Biz hep ilkbaharlarda birbirimiz için güler, sonbaharlarda da kışa saklardık ağlamalarımızı…
Ama en önemlimiz vardı veya en çok önemsediğimiz vardı, “biz sevgimizin kalp atış sesini dinlerken uyurduk…”
Artık zaman çok eksik kaldı bizde ve biz zamanda eksilerek yok alırken yaşamda bu eksilmeyi hep gecenin geçinde hissettik…
Belki de biz gecelere geç kalıyorduk artık…

Öfkelerin bakışlarını eklemişken yüzümüze, huzuru arayan içgüdü isteklerimizle, sert adımlarla yürümekti ayakta kalma amacımız…
Elbet bir gün dünlerin acınılası korkaklığından kurtulduğumuzdadır yüreğimizin sevme hissi büyümüş bakışlarımızla, yer yüzünden adımlarımızla volta atarken, bile saygın sevginin masumluğu ile adımlarımız yavaşlayacak yürüyüşlerimizde…
Sevgide saygıdır ki yürüyüşlerimize hafiflik veren…

Kaç yıllık ilkbahar bu bana göre ve ben kaç yıldır bu mevsimde kendimden geçer geçmişin duvarlarına çarparım sanki kafamı…

Uzun yıllardır bir yol döngüsü bu ve ben hep bu ayın ortalama, ortalarına doğru, kendimi atardım yeni yetme, yeni yeşerme otların, yosunların arasına…
Bu sene Kaç bedenimde anormal hisler taşıyorum, yolların yoksunluğuna, yollardaki yaşamımın soğukluğuna dair…
Nedense kendime güvenemiyorum, sesime, nefesimdeki çatlaklara, takılıyor aklım.
Hoş olmayan zaman yolculuğu bu, sanki bir şeyler sonlanmak istercesine, içimde parçalanıyor. Aklım hep uzakların karartılarında ve içimdeki dermansızlık hislerinin yol kenarlarına yapışırcasına ayrılıyor bedenimden…

Aklım, çoğu imkânsız düşüncelerde, baharla beraber yollar ve yolculuklar yaz öncesi gidilmeyen yerlerde olma heyecanı ve yalnızlığıma sanki vurulacak bir posta pulu damgası gibi içimdeki duygulara hükmedeceğim…

Aracımın garip bir özlem şarkısı gibi tempolu sesleri ile hız kontrollerimin içinde dudağımdaki müzik temposu ve yeni yetme ağaç yapraklarının genç parlaklıklarının arasında otobanın gizemli görüntüsü ve kokusu ile gitmek istediğim yön ve zaman içindeyim…

Tempolu bir Kayahan müziği Emrin Olur haykırışlarının içine sığan, öfke ve yakarış tempoları ile mırıldanırken, rahmetle andığım bir müzik adamının bu şarkı ile gözlerimde canlanan sahil kenarı görüntülerindeki haykırışı ile gözlerim ıslanırken, dudaklarıma süzülen tempo vurgunluğu ile yılları geride bırakıyorum sanki...
Yaşam daima tekrarlarla doluydu… Ve bu tekrarlarla hüzün süzülürdü içimizden…
Olmadık duyular, yaşam tekrarı çok zor olan hislerle nefes almalar oldukça zorlaşıyordu…

Bir sahil kıyılığı veya ısınmamış kumsalın nemli kumlarında yürümede oldukça soğuk duygular yaratıyordu garip bir buruklukla…
Aşkta yarın yoktur sevgili diyordu Cezmi Ersöz, elbette yoktu ama yaşa gör deniliyordu ama dünler vardır derken…

Ama dünler vardı, yaşanmış tüm anılarla beraber beyin diplerinden süzülerek dudaklardan çene kemiklerime dökülen ıslak sızılarla düşündüğüm dünler…
Göz göze gelinip de uzun bir duraksamadan sonra, vedasız bir zaman yaşamından hırpalanan benliğimizle tekrarlanan zaman düşüncelerinde yaşamak yarı yarıya özlem ve biraz da ilave olarak pişmanlıkla yüklenilmiş bir bedenle kendime hükmetme zamanını yaşamam da pek kolay olmuyordu…

Vaat edilmiş bir yaşama söz verilmiş gelecek ilave edildikçe, korkuların azma noktasından sonrası ise pek de yaşanacak zamanlar değildi kendi kendine hükmedilse de…
En çok sorulan iç sorulara verilen cevaplardı yaşamını zorlaştıran ve ben hâlâ neyin peşindeyim sorusu hep cevapsız kalıyordu…
Kaybettiğim günler boşa sayılmış zamanlar vardı yaşamımda ama özlediğim zamanlar da vardı...

Çoğunun bedeli ödenmiş öyküler var yaşamımızda bize ait…
Belki daha da ödenmemiş bedellerle öykülerim var…
Çoğunda son pişmanlık duyduğum düşünceler yaşamın içinde var oldukça, tüm yanlışların nefes almalara yapışması pişmanlık yaşatmasına rağmen, hâlâ içimde var olmaya çalışan pişmanlıklar ve öykülerin, acıların içindeki yaşam savaşı bu…

Beklenmeyen zamanlarda gelen yaşam öykülerimdir ki çoğu beklenmeyen zamanın ansızında çıktı öyküsü ile yaşamımdan…

Oysa aşk yaşanmış bir serüvenin, her bir an öncesi zamanı, yıllar sürecek bir nefes almalar içinde, her bir an öncesini, düşünme zamanı içinde geçecek, bir ömre dağılmasıydı…

Yaşam bu, bizim kanımızın dolaştığı damarlarımızla, içinde var olduğumuz değişken yapımızla biz ve ardımızda kalan sevgiye dair tüm nefes almalarla beraber yaşadığımız tüm var oluş şartları…
Her şey bizim kontrolümüzdeki isteklerimiz ve içinde kaldığımız tüm değişimlerin geçip gitmesi ve arkada kalan değiştiremediklerimizle pür telaş yaşam şartlarındaki kendi benliğimiz…

Ve bu benliğin içinde en öne çıkan özlediklerimiz ve de gün güzelliklerimiz dediğimiz huzurlu ve mutlu olabildiğimiz çok az zamanlardaki elimizde kalanlarla sıçrayanlar arasındaki doyum halimizdir belki de ben de varım, ben de en azından biraz mutluyum diyebildiğimiz ve çok kısa zamanlarda nefes almalarımız…
Elbette en uğraş verdiğimiz özlem olgusu ve onun ardına düşen hasrete bağlı içsel yanışların hepsinin toplamı ben de seni özledim cümlesi…

Aslında çok yakınlarda yaşıyormuşum gibi hislerle acılarda uzaklarda yaşam yaşamları düşleyerek büyüttüm acılanmalarımı…
Önce o çok önem verdiğim sevmeyi öğrenip yıllarca yaşadığım bir aşkın içindeki oydu benim acılanma sebebim, sonraları ve yıllara yayılan küskünlüklerim ve özlemlerim kendi kendime acılanmalarla doluştu benliğim…

Sadece sahipsiz düşlerdi rastgele zamanlarla basan sisler gibi, yoğunlaştı içim kendine yabancı korkulara açık, kaybetme korkularının dönüşüp acılanmaların limiti aşıldı durdurulamayasıya güçle…
Ve yalnızlık bir bunaltıydı içinde binlerce çözümsüz sorular olan bir değişim korkularını yaşamın içine sokmam…
Belki de ben başıboşluk düşlerin içinde var olmaya çalışıyordum sevgi adına…

Geceye bir çift göz çakılı kalarak, düşünceler hapsolur yılların ardından gelen anılara.
Kaç mevsim başı bu yaz yolculuklarının art arda tökezlenmeden hatırlanması?
Kaç sahipsizlik zamanları sanılan bir hayatın bedensel bulantıları bu, nefesleri dar eden zamanları düşünerek haykırmak istenilen?
Yaşamın içinde tek başına kalmak, var oluşla beraber bu yalnızlık öyküsüydü aslında bir gün tek başına kalabileceğini düşünmeden o güne kadar geçen günleri nefeslenmek pek de endişesiz geçmiyordu…
Dünü, yarınlara uğurlarken, yaşamın içindeki dikenlerin ayak tabanlarına batması gibi, ruhun yapısında bıraktığı izler de pek silinen gibi değildi…

Bir günah çiçeğiydi unutmak istediğim günlerin düşlerini yakama iliştirdiğim…

Tepelerin uzağında, kayaların arasında, kendi kendine akmaya, hafifçe fışkırmaya zorlayan bir su sızıntısı gibi mecalsiz ve de kendine güçsüz bir yaşamın nefeslerindeki kesiklerdi artık zoraki yaşamı…
Sadece koyu bir öfke ve dinmez acılanmalardı yaşamına eklenen şartlar…

Bazen elini gözlerine gölgelik yaparcasına uzaklara ve geri gelemeyecek beklentileri ile kendi kendine konuşurdu düşüncelerini kesintisiz sessiz tekrarlarken…
Bir garip yol ayrımıydı vazgeçemedikleri ile vedalaşma istek zamanları…

Geçmişe ne kadar özlemi vardı ve ne kadar saygısı vardı ve ne kadar saygısı vardı?
Sadece kendine azalan saygısı ile nefes alma istekleri vardı…
Hiç de övünülecek bir sevgi yaşamı yoktu. Her anısının ardına yapışan pişman olamadığı anıları vardı… Sadece bağımlısı olduğu bir parçalanmış aşk yaşamıştı…
Kendini, aşkının kahramanı saymaz, sadece saygı duyuyordu…

Her yaşanmışlık anıları, bu aşkla uzaklarda, hatta uzakların ötesinde kalmıştı…
Arı yarıya öfke, yarısına yakını vazgeçiş ile kararsız kalan düşüncelerle yaşamına zorlanmaları katmış, bir yaşamın ardına düşüş korkusunu düşünmeden var oluş sebebine bakılmadan bu aşkın acılanmaları sürdükçe garipsenecek duygular veya yarısı sevinç diğer yarısı özgüven yüklenmiş bir yaşamın içinde kalan nefes almalarla sürüyordu, durdurulamayasıya…

Oysa mutlu son imkansızlığını baştan sona biliyor, yaşamla zorlukları arasındaki imkansızlıklarla kendi kendine savaşımı yaşıyordu…
Aslında beklentisiz ve de özlem doluşmuş içinde sadece kendi özgüveni ile var olmaya çalışıyordu…
Aslında kendine bile gizlediği öfke patlamaları yaşıyordu. Ve bu patlamalarla yaşamı ileriye doğru devam ettikçe, bir türlü özgün ve dingin bir yaşamı olamıyor ama şikayet bile edemiyordu…

Mustafa yılmaz
Mustafa Yılmaz 4

 
Toplam blog
: 53
: 110
Kayıt tarihi
: 21.10.11
 
 

Hayat mı hırçındı yoksa yazı mı? ..