Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ağustos '22

 
Kategori
Tiyatro
 

Tanıdığım Hidayet Sayın

Türk Tiyatrosu’nun büyük oyun yazarlarından Hidayet Sayın’ı (d. 1929, Karahayıt, Aydın) ve değerli yapıtlarını tiyatroseverlerimiz yakından bilirler. Ancak kendisi aslında bir tıp doktorudur. 1954 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olmuştur. Çocuk hastalıkları konusunda uzman doktor olduktan sonra, Aydın Ana ve Çocuk Sağlığı Merkezi Baştabibi olarak 21 yıl görev yapmış ve emekli olmuştur. 

Çocukluğundan beri tiyatroya özel bir ilgi duymuş, okul sıralarında oyun yazmaya başlamıştır. İlk sahnelenen oyunu “Topuzlu” Ankara Devlet Tiyatrosu’nda başarıyla oynanmıştır (1963). İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda da sahnelenen oyun geniş çevrelerin ilgisini çekmiştir. Daha sonra Kent Oyuncuları’nın (Kenterler) sahnelediği “Pembe Kadın” adlı oyunu daha büyük ilgi görmüş, her iki oyun da Türkiye’nin birçok il ve ilçesinde amatör topluluklarca günümüze dek sergilenmeye devam etmiştir. “Pembe Kadın”ın 1960’larda Yıldız Kenter, Ekrem Bora ve Sema Özcan’ın baş rollerini paylaştığı bir filmi çekilmiş ve balesi de yapılmıştır. Her iki oyunda köy gerçekleri içinde toplumsal sorunlara değinmiş, insanımızın yaşam koşullarına ışık tutmaya çalışmıştır.

Sonraki yıllarda “Kördüğüm”, “Küçük Devler”, “Uzak Dünyalar”, “Kim Haklı”, “Yabancılar”, “Köklerdeki Kurtlar”, “Köşe Kapmaca”, “Yıldırım Bayezid”, “Fiyasko” ve “Düş Yüklü Bulutlar” adlı oyunları İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Kayseri illerimizde devlet ve şehir tiyatrolarında ve Kent Oyuncuları gibi özel tiyatrolarda sahnelenmiştir.

Kendisini hem bir sanatçı hem de insan olarak anlatmak sayfalara, ciltlere sığmaz. Eminim ki yapıtlarıyla tartışılmaya, hakkında tiyatro ve edebiyat alanında nice akademik çalışmalar yapılmaya devam edilecektir. Bununla beraber, anı olarak kalmasını tasarladığım bu mütevazı yazımda sizlere kişisel olarak tanıdığım Hidayet Bey’den bahsetmek istedim. Bu yazıyı siz değerli Blog okuyucuları ve özellikle yazmaya hevesi olan gençler, Hidayet Bey’in söz arasında uzun bir zaman dilimi içinde verdiği yazarlık üzerine bazı tavsiyeleri ve yaşama dair görüşlerinin özet bir derlemesi olarak da ele alabilirsiniz.  

Dev Yazar Gabriel García Márquez bir bakıma anıları da sayılabilecek “Anlatmak İçin Yaşamak” adlı kitabında: “Hayat, insanın yaşadığı değildir; aslolan, hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır” demektedir.Tanıdığım Hidayet Bey de tıpkı Marquez gibi anlatmak için yaşıyor, “Ömrüm olduğu sürece yazmaya devam edeceğim. Yazmazsam yaşayamam, soluk alamam. Bu can bedende durdukça tiyatro oyunu yazmaya devam edeceğim" diyor. 

Hidayet Sayın, rahmetli dedemin köylüsü ve gençlik arkadaşı. Lise ve üniversite yıllarında köyde olduğu yaz gecelerinde dedem de dahil olmak üzere tüm arkadaşlarına Shakespeare’den oyunları canlandırarak okuyan bir tiyatro sevdalısı. Babam da 1970’lerin başlarında köyümüzde ilkokul öğretmenliği yaparken okuldaki duvar gazetesi için kendisinden yazılar istermiş, o dönemde artık adı duyulan ünlü bir yazar olarak tüm alçakgönüllüğüyle babama okul gazetesi için yazılar yollarmış. Bu yönüyle bugün de genç kuşaklara ne güzel örnek oluyor. Hidayet Bey’in değişmez nezaketi ve alçakgönüllülüğü Mahatma Gandhi’nin “Nezaketle dünyayı yerinden oynatabilirsiniz” sözünü getirir hep aklıma.

 

Aydın Ana Çocuk Sağlığı Merkezi baş hekimliği yaptığı dönemde bizim Aydınlı kuşağın çoçukluktaki doktor amcası oldu. Yaşıtlarımdan ve onların ailelerinden Hidayet Amca’yı tanımayan yoktur diyebilirim. Sevecen, cana yakın bir doktordu. Tüm Aydın onu çok severdi. Çocukken 4-5 yaşlarımdayken annemlerle ona muayenem için gittiğimizde yaramazlık yaparak ortalığı birbirine kattığım için bana “Fırtına Abi” lakabını takmıştı.  

 

Uzun yıllar içinde Hidayet Bey ile onun emekli olduktan sonra ikamet ettiği İzmir’de, memleketimiz Aydın’da, Kuşadası’ndaki yazlığında ailecek görüşerek bağlantımız hep sürdü. Ancak son yıllarda yazılarım aracılığıyla, belki son 4-5 yıldır tekrardan akademik dünyaya dönmemden de kaynaklanmıştır, kendisiyle aramızda daha da özel bir iletişim oluştu. Sözün özünü söylemek gerekirse, sağolsun varolsun bana yazma konusunda âdeta akıl hocalığı yaparak büyük destek oldu ve olmaya da devam ediyor.   

 

Gözlemlerime göre yalnızca beni değil, tanıdığı tüm yazma hedefi olan gençleri her zaman yüreklendiriyor. Eleştirilerinde şeffaf, dürüst, yapıcı ama gördüğü eksikleri de cesurca iletiyor.  Cesurca diyorum, çünkü bizim kültürümüzde eleştiri yapmak kolay değildir. Duygusal milletiz, doğrudan bir eksiğini karşı taraftaki muhataba aktarmak yanlış anlar diye çoğunlukla zordur ülkemizde. Yapıcı eleştiri olsa da söylemek zordur. Keşke bu alanda kendimizi toplum olarak geliştirebilsek. Eleştiri yapmak ve eleştirilmek kuvvettir, hem kişisel hem de toplumsal ilerleme getirir. İşte Hidayet Bey bu zorluklara rağmen nazikçe ve yapıcı şekilde eleştirebilmeyi başarıyor. Ondan aldığım en büyük derslerden birisi bu dengeli tavrıdır.  

 

Yazılarda öz Türkçe kullanılması konusunda oldukça hassastır. Bu konuda sevgili çocukluk doktorumun yoğun eleştirisini alıyorum. Umarım bu konuda iyi bir düzeye gelebilirim bir gün. Bu duyarlılığı aslında Hidayet Bey’in Atatürk devrimlerine bağlılığının göstergesidir. Kendisine ait eski yazılarında ve oyunlarında kullandığı bazı eski sözcükleri hâlâ ayıklamaya çalışan biri olarak, yeni Türkçemiz’e saygının tüm yazanlarda ortak bir çaba olmasını istediğini söylemiştir bana. Çünkü kalıcılığın orada yattığını düşünür.

 

Kendisi dünya gündemini de izleyen, değerlendiren bir yazardır. Bu doğrultuda onunla paylaştığım bir yazımda eğer bir dünya meselesi ile ilgili yazdıysam onun üzerinden evrensel görüşlerini cömertçe sıralar, hem dünya hem Türkiye siyasi gerçeklerine uygun şekilde geri bildirimler yollar bana. Bir bakmışsınız onunla emperyalizmi, Filistin sorununu, Ortadoğu'daki kargaşayı, dünya barışını konuşmaya başlamışız.  

Heves ve azmi takdir eder ve alkışlamasını bilir. Genç yazar adaylarına usanmadan ve severek işlerini sürdürmesini öneririr. Yazma işinin uzun soluklu çaba istediğini, kısa zamanda sonuç almanın heyecanıyla yazarlarsa düş kırıklığı yaşayabileceklerini, yayınevlerinden tiyatrolardan vs. karşılaştıkları ilgisizlikler nedeniyle kızıp küsmemelerini gerektiğini söyler hep. Kendisi davranışlarıyla da bu yönde örnek olmaya çalışır, yılmadan gece gündüz çalışmayı sürdürür.  

Gelecekte yazma konusunda yapabileceklerimle ilgili de değerli tavsiyeler yollar. Gençlerle genç olmasını bilir, kısa bir telefon konuşmasında bile bu enerjisini hissedersiniz.  Araştırmacı ruhu her zaman teşvik eder. Okumayı sevdiği gibi, okumayı seveni de sever. Bir gün bu doğrultuda bana yanıt olarak şöyle özel bir not yollamıştı: “Okumak, bilmek, eleştirmek, sorgulamak...o kadar uzaklaştı ki bizden, neresinden tutulacağı belli değil.

Eğitim sisteminin durumu ortada. Ne diyelim ki? Sen okumayı, eleştirmeyi ve düşünmeyi sürdür. Kazançlı çıkan sen olacaksın.”

Ülkemizin kanayan yaralarına parmak bastığım yazılarıma gerçekçi yorumlarıyla eşlik eder. Yine bir yazımla bağlantılı olarak Türkiye’nin tarihten bugüne yönetimleriyle ilgili yaptığımız bir sohbetimizde bana; “Her devirde mitler yaratmaya hevesli ve yatkın olan halkımız, liderlerine gereğinden çok anlam yükleyerek, onu halktan uzaklaştırmış ve böylece büyük yanlışlar yapılmıştır. Eskiden olan buydu, şimdi de olan bu. Yazık ki, bu karmaşada doğruyu söyleyenlerin sesi arada kaynayıp gidiyor” demişti.

Hidayet Bey’e sağlıklı, uzun, gönlünce güzel yapıtlar oluşturmaya devam edeceği ve her zaman sevgi çemberinde yaşayacağı bir ömür diliyorum. Tanrı onu bizlerin başından eksik etmesin. Ondaki ve onun kuşağındaki vatanseverliği, çalışkanlığı, idealizmi ve üretkenliği gelecek kuşaklara bir köprü olarak aktarabilmemizi diliyorum. Size en kalbî sevgilerimi ve benden esirgemediğiniz tüm desteğiniz için gönülden teşekkürlerimi iletiyorum Hidayet Amca. 

 
Toplam blog
: 30
: 349
Kayıt tarihi
: 06.01.18
 
 

Aydın'da dünyaya geldim. İlk ve orta öğrenimimi Aydın'da tamamladıktan sonra İstanbul Teknik Üniv..