Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '10

 
Kategori
Siyaset
 

Tansu Çiller dönerse (4): Basın özgürlüğü

Tansu Çiller dönerse (4): Basın özgürlüğü
 

Tansu Çiller'in basınla ilişkileri...


İddia: Çiller dönerse, basın özgürlüğü ile ilgili problemler artarak devam eder.

Yanıt: HAYIR.

"Avrupa Birliği'nin 2010 ilerleme raporunda AKP hükümeti, anayasa değişiklikleri nedeniyle övgü alırken basın özgürlüğündeki gerilemeye de atıfta bulunuldu. AB, Youtube ve internet yasakları konusuna da tepki gösterdi." (Basından)

Ne kadar anayasa değiştirirseniz değiştirin, çok sık kullanılan "yasak" ve "özgürlükte gerileme" ifadeleri, bu değişikliklerin önemini azaltır. AKP hükümeti döneminde oto sansürü artıran kimi yaklaşımlarla karşılaştık. Liberal Siyasetin Türkiye zaferi başlıklı yazımızda da belirttiğimiz üzere Türkiye büyük değişimler yaşadı, yaşamaya da devam ediyor. Dünden daha kötü bir noktada değiliz. Ancak bu, bugünün herşeyiyle dört dörtlük olduğu anlamına da gelmiyor. AB İlerleme Komisyonu da bunu dile getiriyor zaten.

Gelelim basın özgürlüğünden ne anladığımıza ve Çiller'in olası tutumuna.

Tansu Çiller'in basınla ilişkilerini 3 ana dönemde inceleyebiliriz:

* 1990-1994: Yükseliş Dönemi. "Leydinin Topuk Sesleri" manşetlerinin atıldığı, "Sarışın Güzel Kadın" nitelemelerinin yaygınca kullanıldığı bu dönemde Çiller, "Siyah Kurdele - Radyomu İstiyorum" kampanyası ile özel radyo ve televizyonların önünü açan bir sürece öncülük etmişti. Bu, çok önemli simge bir kampanyaydı. Bu dönem, Çiller'in basınla ilişkilerinin oldukça iyi olduğu bir dönemdi. Basında kendisini öven köşe yazarları kadar yeren ve eleştiren yazarlar da vardı. Yasemin Yalçın, "Başbayan" parodilerinin bizzat Tansu Hanım tarafından izlendiğini dile getirmişti bir gün. Levent Kırca, parodilerinde Çiller'i ve uygulamalarını sert şekilde eleştirirdi. Bir çok karikatüristin de doğrudan hedefindeydi Çiller. Buna rağmen sanatçılara, karikatüristlere devamlı dava açan, onlarla polemiğe giren bir siyasi olmadı.

* 1995-1999: Duraklama ve Gerileme Dönemi. Çiller'in başbakanlığı döneminde basınla ilk problemleri aslında medya gruplarının kendi sektörleri dışına çıkmak istemesiyle başladı. Çiller, medya grupları ile GSM lisans hakları ve banka alım satımları üzerine problemler yaşadı. Bu problemler yaşanır yaşanmaz medya grupları hükümete yönelik eleştirilerini sertleştirdiler ve muhalefetteki partilere alenen destek vermeye başladılar. Burada kim haklı, kim haksız, medya grupları başka sektörlere de girmeli mi, girmemeli mi tartışmasına girmiyoruz. Sadece durum saptaması yapıyoruz ki siyasilerin basınla problemlerinin temeline sağlıklı bir şekilde inebilelim.

Hal bu iken siyasi iktidar istese de istemese de kendisine yandaş bir basın oluşmaya başlar. Nitekim Çiller'in başbakanlığının son döneminde Doğan ve Uzan grupları Çiller'e karşı iken Sabah, Akşam ve İhlas grupları Çiller yanlısı görünüyordu. Medya savaşlarının bir gereğiydi bu. O dönem medya grupları arasındaki savaşların ana sayfalarda, manşetlerde günlerce sürdüğünü hatırlamayanımız yoktur zannımca.

Medya desteği, 28 Şubat sürecinde Çiller'in iyice aleyhine döndü. Medya grupları, TÜSİAD gibi sermayeyi yönlendiren gruplar, sivil toplum örgütleri 28 Şubat sürecinde Refahyol'un yıkılması ve yerine Anasol-D hükümetinin kurulması yönünde baskı yaptılar. Bu halkın talebi değildi kesinlikle, toplum mühendisliğinin bir gereğiydi. Nitekim başarılı da oldular. Bu süreçte Çiller'le ilgili malvarlığından, Susurluk kazasına kadar bir çok farklı noktadan sert eleştiriler getirilmeye devam edildi. Hatta bu eleştiriler kimi zaman hakaret boyutuna bile varmıştır. Kimi köşe yazarları sistematik olarak Çiller ailesini hedef alan yazılar yazdılar. Hedef netti: Çiller DYP'sinin siyasi arenadan yok edilerek merkez sağda Mesut Yılmaz ANAP'ı ile yola devam edilmesinin sağlanmasıydı.

O nedenle ki Anasol-D hükümeti dönemindeki bir çok yanlışa medya grupları ses çıkarmadı, hatta Korkmaz Yiğit'in bir kasetle açığa çıkardığı ilişkiler, çok sert eleştirilmediği gibi, Deniz Baykal CHP'si Anasol-D hükümeti tarafından verilen gensoruya EVET dediği için bazı köşe yazarları tarafından eleştirildi.

Bu arada 18 Nisan 1999 seçimlerine yaklaşılırken hem Çiller hem de basın cephesinde gerginlikler iyice arttı ve bu Çiller'in televizyon ekranlarında medya patronları ve köşe yazarlarıyla tartışmasına kadar sürdü. Dünya tarihinde belki de ilk kez bir siyasi parti genel başkanı ile bir medya patronu canlı yayında tartıştılar.

Bu sırada BTV kanalı ve Öncü Gazetesi de karşı taarruza geçti. Ve medya savaşlarına adını yazdırdı. Sonuçta ne mi oldu? Gazete ve televizyon kanalı kapatıldı, çalışanları tazminatlara mahkum edildi, hapiste yatanlar oldu. Burada basının kendisine yönelik yok etme yaklaşımına bu şekilde karşılık verilmemeli idi. Basının yanlışlarına halkı ikna edecek sağduyulu politikalar izleyerek yanıt verilmeli idi. Halk gerginlik istemiyordu, kavga istemiyordu. Dolayısıyla kavganın taraflarını süreçte cezalandırdı.

* 2000-2002: Toparlama Dönemi. Basınla gergin ilişkiler Nisan 99 seçimlerinde DYP'nin oy oranındaki gerileme nedeniyle yerini toparlanma sürecine bıraktı. Özellikle 2002'de MHP'nin devre dışı bırakılarak DSP-ANAP koalisyonuna DYP'nin dahil edilmesi senaryolarında medya gruplarının başrol oynadığı iddia edildi.

Basın özgürlüğü kavramının altını çizmek için bunları hatırlattım. İçlerinde doğrular vardır, yanlışlar vardır. Ama bendeki ve halkın bir kesimindeki algı budur.

Basın özgürlüğü, köşe yazarlarının siyasi ideolojilerine göre taraf tutma özgürlüğü değildir. Ya da kendi sektörleri dışında iş yapma özgürlüğü de değildir. Ya da hükümet düşürmek, hükümet kurmak gibi görevleri, rolleri de yoktur basının. Haa bütün bunlara hakları vardır belki yasalar ve etik kurallar dahilinde... Ama bunlar, basın özgürlüğü kapsamındaki haklar değildir.

Basın özgürlüğü, yasalara ve etik kurallara saygılı, olabildiğince hür şekilde fikir beyan edebilmenin, eleştirebilmenin gereğidir. Gerçekleri ortaya koymanın gereğidir. Yanlışları saptama gereğidir. Ama bunu yaparken de kişilik haklarının gaspedilmemesi, hukukun ayaklar altına alınmaması ve kamuoyunun rencide edilmemesi şarttır. Ve biraz da nesnel olmak şarttır.

Basın özgürlüğü kavramının ne olduğu iyice anlamazsak siyasilerin basın özgürlüğüne yaklaşımları konusunda ihtilaflara düşeriz dostlar. Önce bu konu üzerinde mutabık olmamız gerekir.

Rahmetli Yavuz Gökmen, Tansu Çiller'i severdi ve yazılarında da bunu dile getirirdi. Bu, çok doğal. Mustafa Balbay da, Tansu Çiller'i yarı mizahi şekilde de olsa devamlı eleştirirdi, bu da çok doğal. Doğal olmayan ise yazılara nefretin, hakaretin karışmasıdır. Ve burada gazete yönetimlerinin, televizyon yöneticilerinin uyguladığı çifte standartlardır.

Yukarıda anlatılanların ışığında Tansu Çiller - Basın ilişkilerinde özellikle bir dönem yanlış bir şeyler olduğunu görüyoruz ve bu yanlış, sadece Çiller'den kaynaklanmıyordu. Basının da bu gerginlikte sorumluluğu büyüktür. Tüm iktidar-basın ilişkilerinde karşılaşılabilecek yanlışlardır bunlar. Yine de Çiller'in de bir çok noktada daha soğukkanlı olması ve gerginlik politikalarından uzaklaşması hem kendisi, hem de partisi için daha doğru olacaktı. Basınla tartışmanın kendisini de güçsüzleştirdiğini sayın Çiller bugün çok net görüyordur.

Bugün siyasete döndüğünde, bambaşka bir medya ile karşılaşacak. Artık toplum mühendisliği ile hükümet indirip hükümet çıkaran bir medya yok, çok sesli bir medya var. Herkesin birbirini eleştirdiği, hakaretin kabul görmediği bir medya var. "Yandaş" diye sıfatlandırılan medyanın büyük çoğunluğu Avrupa Birliği ile ilişkilere, demokratik gelişmelere destek verir nitelikte. Yandaş olmayanlar da aynı değerlere üç aşağı beş yukarı sahip. Bugün en çok eleştirilen köşe yazarları kendileri ile de muhasebe yapabiliyor, kendilerini eleştirebiliyor. Dün, köşelerinden saygı sınırlarını aşar şekilde siyasilere senli benli konuşan bir çok köşe yazarı ya emekli olmuş, ya kulvar değiştirmiş ya da üsluplarını değiştirmiş durumda.

Ama hala internet siteleri yasaklı, hala bir çok sitenin üzerinde kılıçlar sallanıyor, hala hapishanedeki gazeteciler gerçeği var, hala bazı gazetecilerin neden hapishanede olduğu bilinmiyor. Hala başbakanların dolaylı yoldan da olsa medya patronlarına baskı yaptığı iddia ediliyor.

İşte bugün Çiller'e "Beyaz Kurdele kampanyası başlatınız" derken söylemek istediğimiz bu... Basın özgürlüğünün tanımının netleştirilmesi, basın mensuplarının bu tanımda mutabakatı sağlanmalıdır ve sonrasında da o özgürlüğün kazanılması için uğraş gösterilerek geçmişteki gerginliklerin üstünün çizilmesi ve bir temiz sayfa açılması mümkün olmalıdır.Geçmişte yaşananlardan sonra Tansu Çiller'in bu konuda başarılı olacağına inanıyorum. Basın kendine çeki düzen veriyor, siyasiler de veriyor, verecektir. Ve siyasetçiler eleştirildikçe var olduklarını ve daha iyiye yol aldıklarını bilmeliler.

Yazı dizimizin 5. yazısı, Çiller'in Dış Politika Yaklaşımı üzerine olacak...

 
Toplam blog
: 78
: 1198
Kayıt tarihi
: 12.10.10
 
 

Alice'in harikalar diyarındaki cennet bahçesinden sesleniyorum sizlere. Burada önyargı, olur olma..