Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '10

 
Kategori
Tarih
 

Tanzimat'tan Avrupa Birliği'ne - 1

Tanzimat'tan Avrupa Birliği'ne - 1
 

Topkapı Sarayı'nın Gülhane'ye çıkışı...Tanzimat Fermanı, herhalde buralarda bir yerde okundu...


Başlarken...

Uzun zamandır düşünmekteyim; "Avrupa Birliği macerasının, 1839 Tanzimat Fermanı ile başladığını düşünüp günümüze getirsek ne olur?" diye...

Bazı tarih yazarlarının ya da geniş düşünen bazı kişilerin, Türkiye'de başlayan "Avrupa Birliği" sürecine "II.Tanzimat" demeleri boşuna değildir, bence..Çünkü, her iki girişimde de yapılmak ya da yaptırılmak istenenler birbirinden çok farklı değildir...Her iki süreçte de istenen şey, Türkiye'deki mevzuatın Avrupa standartlarına uygunluğudur.

x x x

Geçmişe, yani bir anlamda içine girdiğimiz Tanzimat dönemine daha iyi uyum sağlayabilmek için, tarihi filmlerde olduğu gibi, önce ayağımıza dar bir pantolon, sırtımıza bir "İstanbulin" giyelim ve başımıza da bir "fes" geçirelim. Aslında, II.Mahmut biraz daha cessur olsaydı "şapka" bile giyebilirdik ama, II.Mahmut, bütün otoriter kişiliğine rağmen, geleneksel ve dinsel düzenin sınırlarını fazla zorlayamamıştır...

Not -1: "İstanbulin", adını İstanbul şehrinden alan bir giysi türü. II.Mahmuti "sarığı" kaldırıp "fes"i getirdi; Tanzimat Dönemi"nde de fesin altına "İstanbulin" giydirildi. Bu kıyafet, I.Mesşrutiyet döneminde memurlar için zorunlu hale getirildi. Atatürk'ün kıyafet değişimini eleştirenler ve bu değişime ""gardırop devrimi" diyenler, Osmanlı'nın bu kıyafet mecburiyetini de unutmamalıdırlar.(Bu kıyafetle ilgili ayrıntı, "dipnot"ta)

Not-2: Topkapı Sarayı mahzenlerinde bulunan bir yığın şapkadan, "sarık" yerine "fes"i giydiren II.Mahmut'un, "fes" yerine "şapka" giydirmeyi de düşündüğü, fakat buna cesaret edemediği anlaşılmaktadır.(1)

Not-3: Bu konunun, Topkapı Sarayı Müdürlüğü tarafından kamuoyuna açıklanmasını isterdim doğrusu...

Laf, lafı açtı; konudan uzaklaştık...Neyse, devam edelim...

Bloğumuzun başlığı da..."TANZİMAT'TAN AVRUPA BİRLİĞİ'NE UZANAN YOL" olsun diyelim ve başlayalım...

x x x

Ama önce, izin verirseniz bu konudaki bir anımı anlatmak istiyorum. Üniversite eğitim almış olanlar bilirler; doktora eğitimi bittikten sonra, öğrenciler, farklı üniversitelerden gelen üç profesör karşısında, genel konularda, bir "yeterlilik sınavı"ndan geçirilirler. Ancak bu sınavda başarılı olanların "tez" hazırlamalarına izin verilir...

Benim de girdiğim böyle bir sınavda bana şöyle bir soru soruldu. "Ortak Pazar'a - sanıyorum o yıllarda "Avrupa Birliği"(AB) henüz söylenmiyordu- girmeli miyiz?"

O sıralarda, bu konu bu kadar canlı değildi. herkes bir şeyler söylüyordu. Ama, halk arasında, "Ortak Pazar'a girersek ulusallığımız ve egemenliğimiz zedelenecek ya da ülkemizde Türk bayrağı yerine Ortak Pazar bayrağı dalgalanacak...Bir Avrupa ordusu kurulacak, gençlerimiz orada askerlik yapacak..." gibi sözler dolaştığını hatırlıyorum...Çünkü, yine o yıllarda siyasi ve toplumsal düşünce olarak "Amerikancılığımız", "Avrupacılığımız"dan daha fazlaydı...Bu günkü duruma da siz karar verin...

O sıralarda, itiraf etmek zorundayım ki, benim "ulusalığım" da "demokratlığım"ın biraz üstündeydi. Kendim, "ulusal demokrat" olarak niteliyordum... Önce içimden biraz düşündüm; "yaa, " dedim, kendi kendime, "madem ki Atatürk, gerçekleştirdiği devrimden sonra Batı'yı ve çağdaşlığı hedef göstermiş; öyleyse Ortak Pazar'a girmekte bir sakınca olmamalı" diye karar verdim ve soruyu cevapladım.

Soruyu soran profesöre, aynen bugün Avrupa Birliği'ne girip girmemek arasında kalanların, daha doğrusu girmemek yanı daha ağır basanların verdiği türden..."Atatürk, çağdaşlık için hedef olarak batıyı gösterdiğine göre Ortak Pazar'a girmeliyiz; ancak ulusallığımıza ve egemenliğimize zarar gelmemesine de dikkat etmeliyiz" şeklinde bir yanıt verdim,

Bugün de, bu konuda kimilerince aynı tavır sürdürülmektedir; "Avrupa Birliği'ne karşı değilim ama..." diye başlayan cümlelerin, "ama"dan sonra gelen diğer cümlelerde, AB'ye girmenin nedenleri değil de, adeta girmemenin nedenleri sıralanmaktadır.

"Sadede gel kardeşim!", dediğinizi duyar gibiyim...Haklısınız ama, şu anda"sadet"in dışında gibi görünüyorsam da, aslında "sadet"in yani konunun içindeyim; sunduğum bu ayrıntıların, dün ile bugün arasındaki bağlantıyı göstermektedir; en azından bana göre...

x x x

"Batılılaşma, çağdaşlaşma ve laiklik" konularında yazdığını bildiğim dört kitaptan "Teokrasi ve Laiklik" adlı kitabında Niyazi Berkes, şöyle diyor:

"Tutucu güçlerin engellemeleri olmasaydı, II.Mahmut'un yenilikçi atıllımları, düzgün organik bir değişme sürecinin başlangıcı olabilirdi. Her şeye rağmen, II.Mahmut döneminin devlet ve toplum yaşamında, "batılılaşmaya" dönük köklü girişimlerin başlatıldığı ilk dönem olduğu söylenebilir.(2)

Ben de diyorum ki; her ne şekilde olursa olsun, II.Mahmut dönemi, devlet ve toplum hayatında bir silkiniş, bir hareketlilik, bir canlılık getirecek bazı yeniliklerin kararlı bir şekilde uygulandığı bir dönem olmuştur. Ancak bu kararlılık ve yapılmak istenen yenilikçi düzenlemeler, sosyal yapı gereği tabandan gelen bir isteklilik ile desteklenmediği için, beklenen modernleşme sağlanamamıştır.

Şimdi, işlediğimiz konuya bir de alt başlık atalım...

TANZİMAT DEĞİŞİKLİĞİ...

Tarihçiler, bu dönemi "Tanzimat Fermanı"nın okunduğu 1839 yılı ile başlatırlar... Onlardan daha iyi bilecek değiliz ya...Biz de aynı tarihle başlatalım... Öyle başlatalım ki, yemin ettiğimizde başımız ağrımasın...

Tanzimat döneminde, batı unsurunun Türk devlet ve toplum yaşamındaki etkinliği, önceki dönemlerden biraz farklı olmuştur. Başlangıçtaki "batıya özenme" daha sonra da "batılı gibi olma" isteği, II.Mahmut'un otoriter kişiliğinde zorlamaya dönüşmüştür.

Yine, Niyazi Berkes'in yazdığına göre, "Tanzimat döneminde batılılaşma, Osmanlı devletini ayakta tutabilmenin bir çaresi" olarak düşünülmüştür. Bir başka deyişle, "Tanzimat hareketi uygarlaşma ve çağdaşlaşma zorunluluğunun ilk resmi ilanı ve ifadesi olmuştur"(3).

Not-3 : Atatürk Devrimi ile başlayan "batılılaşma ve çağdaşlaşma değişimlerini", bu yöndeki zorunluluğun ikinci "resmi ilanı ve ifadesi" olarak mı ele alalım; yoksa "Tanzimat döneminde başlatılan, 'uygarlaşma ve çağdaşlaşma' hareketinin hızlandırılmış bir devamı mı sayalım?

Siz şimdi biraz düşüne durun, ben yazmaya devam edeyim...Ama bir sonraki blogla...

cdenizkent

_____________ :

(*) İstanbulin : Tanzimat'tan Meşrutiyet'e kadar Türkiye'de kullanılan yakası kapalı bir tür redingot. Birinci Meşrutiyet Dönemin'de sivil memurların batılı gibi giyinmeleri zorunlu hale getirilnice, o dönemde kolalı yaka, gömlek ve kravatla giyilen redingot'un kullanılması güç olduğundan, daha rahat bir giyim olan "İstanbulin" kısa sürede benimsendi ve resmi davetlerde de giyildi. İstanbulin(adı İstanbul şehrinden geliyor), boyu dizkapağına kadar uzun ve önü kapalıydı.İki parmak yüksekliğinde düz ve dik bir yakası vardı.Alta bir pantolon ve başa da bir "fes" giyilirdi. Ayağa da üzeri beyaz bir tozlukla yarım olarak örülen bir iskarpin...(Bir anlamda kıyafet düzeltimi). Bu bilgiler, izlediğim tarihi filmlerden ve Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi'nin 11.Cildi'nden aktarılmıştır. Milliyet Yayınları.

(1) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1984, s.431

(2) Niyazi Berkes, Teokrasi ve Laiklik, İstanbul: 1984, s.38

(3) A.g.y., s.94

 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..