Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mayıs '12

 
Kategori
Öykü
 

Tarif ilminin sırları

"Altı üstü bir tarif, bunun ne sırrı olacak?"  Demeyin sakın. Nice insanlar tanırım ki vakıf oldukları konuyu bir türlü karşı tarafa aktaramaz, bildikleriyle kimseye yol gösteremez.  Bu muhteremlere sıradan bir konu hakkında bir şeyler sorsanız, bırakın sorduğunuz konunun detaylarını şöyle kabaca genel hatlarını öğrenmek isteseniz dahi asla doyurucu bir cevap alamazsanız.

Bunların bazısı hiç konuşmaz, tefekkürün zirvelerinde dolanan âlimler gibi yarı açık gözleriyle yukarılara bakar, takdir ederse şayet derinden bir iç geçirir ama asla bir kelimeyle bile size karşılık vermez. Bazısını da susturmak mümkün değildir, mütemadiyen konuşur, size bir şeyler aktarmaya çabalar ama heyhat! İncir çekirdeğinde bile kendine sığınacak bir yer bulamayan bu laf kalabalıkları sorduğunuz sorunun cevabını kesinlikle içermez. Menkıbeler dinlersiniz, tüyler ürperten kıssalarına kulak kesilirsiniz, kimi zaman vezin yoksunu şiirler, kimi zaman sahibi meçhul özlü sözler kırbaç gibi beyninizde şaklar fakat sorduğunuz sorunun cevabını alamazsınız.

Tarif ilminin sırlarına vakıf olamamış kesimin en tehlikesi doğruluğuna iman ettiği yanlışlara sizi yönlendirenlerdir. Yol mu sordunuz, şuradan hemen sağa dön der, uyup da yola çıkın yemin billâh kaybolursunuz. Bir çorbanın tarifini mi merak ettiniz anında size anlatmaya başlar ama yanlışlıkla deneyip de o çorbadan içmeye kalkarsanız maazallah gecenin bir vakti o hastane senin, bu hastane benim dolaşmak zorunda kalırsınız.

İşte bu tarif ilminden nasibini alamamış biçarelerden biri, bugün benim saatlerimi boş yere harcamama, şeyhini arayan şaşkın mürit misali şehrin sokaklarında döne döne dolaşmama vesile oldu.

Efendim, uzun yıllar önce kaybettiğim bir akrabamı bulmam gerekiyordu. Bulayım da hatırını sorayım, yanı başına oturup bir acı kahvesini içeyim, geçmişi yâd edip kendimden geçeyim istedim.
Akrabamın sadece adı ve soyadını bir de emekli ziraat teknisyeni olduğunu biliyor, bu veri kırıntılarıyla onu nispeten ufak olan şehrimde bulabileceğimi umuyordum.

Zirai ilaçlar, süt sağım makineleri ve bilumum fide, fidan satmaya çalışan esnafın yoğunlaştığı dere boyu mevkiine gittim. Ya Allah, Bismillah deyip önüme çıkan ilk tohumcunun kapısından içeri dalıp emekli ziraat teknisyeni Kadri Kabal’ı tanıyıp, tanımadıklarını sordum.

Be adam, tanımıyorsan tanımıyorum de, beni de ayakta bekletme.
Yok, uzun bir süre düşündü, “ fidancı Kadri olmasın bu dedi, hani karısı köy muhtarıyla basılmıştı ya?”
Daha ben “ Hayır, karısı kimse ile basılmamış Kadri’yi arıyorum “ demeden cevabını kendi verdi:
“ Ama o ziraat teknikeri filan değildi ki, ilkokulu bile bitirdiği şüpheli biriydi. Hoş, tahsil terbiye sahibi olaydı karısına sahip çıkardı. “

Yüzüne dik dik bakmamdan tırstı sanırım, gözlerini devirdi, tohum kolilerinin üstüne bıraktığı çay bardağını el yordamıyla kavrayıp bir dikişte bitirdi. Yayvan, çatlak diliyle dudaklarını hızla yalayıp : “ ben tanımıyorum onu yeğenim, sen başkasına sor “ deyip, arkasını döndü.

“Allah hayırlı müşteriler versin “ dedikten sonra dükkândan hemen ayrıldım. İki adım attım, atmadım arkamdan seslendi: “ Dik büzüklerin Kadri olmasın bu? Üniversite de okumuştu İstanbul’da. Ama bankacıydı sanırım… “
La havle ve la kuvvete….
Cevap bile vermedim, hızla oradan uzaklaştım.

İkinci ziyaretgâhımda karşıma yaşlı bir amca çıktı. Süt sağım makineleri tamircisiymiş, tahta bir iskemleye oturmuş bacaklarının arasına sıkıştırdığı güğümün kapağını onarmaya çalışıyordu. Tam karşısında tüyleri dökük, gözlerinde fer kalmamış yaşlı bir kedi yere kıvrılmış, uyuyordu.

“ Selamünaleyküm Amca! “
Çıt yok! Selama karşılık bile vermedi. İçimden “yaşlı başlısın ama su götürmez bir eşeksin“diye geçiriyordum ki davudi bir ses ile “ Ve “ dedi, burada durdu… “ Aleyküm” … Yine durdu. “Selam “

Hay maşallah! Kesintili nida dedikleri bu olsa gerek. Selamımı alayım derken çektiği sıkıntıya bak yaşlı amcacağızımın.
Ortamın adetlerine, bulunduğumuz mahallin geleneklerine uymak gerekir. Aynı tarzda sorumu sordum ben de:
“ Kadri….”
Bir yudum su içene kadar bekledim burada.
“ Ziraat teknikeri Kadri”
Kıllık olsun diye bekleme süremi iki yudum su içme zamanına çıkarttım.
“Soyadı da Kabal”
Burada biraz abarttım sanırım, dükkândan çıkıp yola bir göz attım ve geri döndüm.
“ Tanır mısın? “

Heh, he…
İntikamını almış, kılıcını temizleyen kindar savaşçı misali gülümseyerek yüzüne baktım.
Ben yokmuşum gibi davranıyordu. Önce güğümün kapağını onardı, sonra yere saçılmış takımları tek tek toplayıp arkasındaki ahşap çalışma tezgâhının üstüne bıraktı. Yerde uyuklayan kediyi ayakucuyla ittirdi. Dizlerini ovuşturdu, yelek cebinden tütün tabakasını çıkartıp bir sigara sardı. Yakmadı ama, sardığı sigarayı kulağının arkasına taktı.
“ Napcan onu? “
Soruya bak… Bir kere kafaya koydum bu adamı bulacağım, çaresizim. Yoksa basar giderdim, cevap bile vermezdim.
“ Akrabamdır, hele bir göreyim halini hatırını sorayım istedim. Mahsuru var mıdır?“
“ Ben tanımıyorum onu. Muhtara sor…”

Hay Allah’ım ya… Bu cevabı alacağımı adamın konuya giriş tarzından anlamalıydım. Hele son cümleyi o kadar sert ve o kadar ters söylemişti ki suspus oluverdim birden. Yaşlıdır, hoş görmek lazım diye düşünüp, bir kelam bile etmeden dükkânından ayrıldım.

İki denememde de nevi şahsına münhasır tiplerle karşılaştığımdan olsa gerek önüme çıkan her dükkâna dalmama kararı aldım. Bana tarif verecek, kaybettiğim akrabamı bulmama yardım edecek kişiyi hissetmeli ve malayani şeylerle vakit kaybetmeden hedefime ulaşmalıydım.

Ana caddeyi iki defa turladım, bu seyahatim esnasında fidancıların sağ tarafta, ineklere yönelik alet ve edevatı satan esnafın solda mevzilendiklerini tespit ettim. Zirai ilaç satanların sinirli, tohum işine dalanların diğer esnafa nazaran daha sevimli olduklarını gözlemledim. Ayaklarımın dermanı kesilmeyip, bir ucundan diğerine yürüyerek yirmi dakikada gidilebilen bu caddede birkaç tur daha atabilseydim siyasi görüşlerinden, ekonomik güçlerine kadar hiç işime yaramayacak birçok gereksiz veriyi bile elde edebilirdim.

İkinci turun üçüncü yarısında- caddeyi dört kısma bölüp, o şekilde dolaşıyordum- onlarca fidanın arasında çimen yeşili gömleğiyle oturmakta olan adamı fark ettim. Kendinden emin, ortamda kaybolmuş bir bukalemunun özgüveniyle sandalyesinde oturuyor, pinpon topu büyüklüğündeki patlak gözleriyle fidanlarını seyrediyordu. Yanına yaklaşınca fark ettim ki pantolonu da yeşildi. Türbe gibi bir adam işte, utanmasam yeşil bedenine bez bağlayıp, kaybolan Kadri akrabamı bulmak için adak dileyecektim.

Sanki kırk yıllık dostuymuşum gibi gülümseyerek yanına vardım. Sağ elimi omzuna atıp, hafifçe vurdum.  O ana kadar sessiz ve sakin durmakta olan adam birden olduğu yerden fırlayıverdi. Gözleri daha da büyümüş, dili yarı açık kalan ağzından dışarı çıkıvermişti.
“ Buyruuuuun……”

Allahuekber!
Öyle bir buyurun dedi ki vallahi baskın var sandım. Kendimi üç adım geri attım, sağıma soluma bakıp gardımı aldım.
Çok seri bir şekilde sorumu yönelttim:
“ Kadri Kabal, ziraat teknisyeni emekli, tanır mısın? Bilir misin? Nasıl bulurum?  Nerededir? Çalışıyor mu bir yerde? “

Benim onca telaşıma, heyecanıma rağmen kertenkele tabiatlı bu adam olanca sakinliğinle “ tabii ki tanırım,  Kadri. Emekli Kadri. “

Hamdolsun! Derin bir oh çektim… Bulmuştum…
- Nerededir?
- Kim?
- Kadri Abi ya, Kadri Kabal.
- Geçen gördüm onu. Metin’in dükkânındaydı. O daha iyi bilir, aynı köyden onlar.
- O nerede?
- Kim?
- Metin’in dükkânı yahu?
- Ha, o basit ya. Bak şimdi, geldiğin yolu gerisin geri dön. Düz devam et, sapma bir yere.
- Evet
- Karşına köprü çıkacak, geç onu da.
- Tamam.
- Sonra taş bina var, ziraat odası. Biliyor musun?
- Demin görmüştüm, hatırladım.
- Onun arkasına geç, arka sokağına.
- Bir arka sokağa gireceğim yani.
- Evet, yüz adım git Metin abi orada.
- Yolda mı duruyor?
- Yola cephelidir dükkânı. Gir, ona sor.
- Hay yaşa be, valla ayaklarıma karasular indiydi dolanmaktan.
- Bir de, ona de ki, fidancı yeşil Mehmet’in selamı var. Cevizler bitmiş, göndersin.
- Tamam, söylerim.

Allah razı olsun, işimi görmüştü. Ben de ona yardımcı olacaktım tabii ki. Teşekkür ettim, yanından ayrıldım. Giderken arkamdan “ unutma, ceviz diye söyleyeceksin “ ikazını birkaç kez tekrarladı.

Tarif ilminden bihaber bu adamın dediği yerde Metin’i bulamadım. Hiç alakası olmayan üç sokak ötedeki caminin hemen yanındaki çıkmaz sokakta olduğunu birçok kişiye sorarak öğrendim. Metin’in yeri ne taş binaya yakındı, ne de geçip gittiğim köprüyle alakası vardı. Neyse yaklaşık bir saatlik mücadelem sonunda en azından Kadri akrabamın nerede olduğunu bilen birini bulabilmiştim. İçeri girdim, selam verdim. Güler yüzlü bir adamdı, selamımı aldı. Buyur etti.

- Kadri Kabal’ı arıyorum da, sizin tanıdığınızı söylediler. Emekli Ziraat teknisyenidir kendisi.
- Yo, tanımıyorum.

Hayda! Ölür müsün, öldür müsün?
- Fidancı Yeşil Mehmet tanır dedi de, ondan gelmiştim bende.
- Hayır, ilk defa duyuyorum.

Sıkıcı ve moral bozucu bu muhabbeti daha fazla uzatmadım, müsaade isteyip ayrılmak için ayağa kalktığımda aklıma bir hinlik geliverdi.
- Hay Allah! Söylemeyi unuttum. Fidancı Yeşil Mehmet’in bir siparişi var, senden kiraz fidanı istedi.
Aklım sıra kertenkele tabiatlı fidancıdan intikam alacaktım. Ceviz umarken kiraz gelecek, yanlış siparişin sıkıntısıyla debelenecek ben de saatlerdir dolaşmamın intikamını almış olacaktım.

Metin gevrek, gevrek güldü. “ Kiraz istemez o, ceviz demiştir sana. “
- Yok ya kiraz.
- Asla istemez.
- Kiraz dedi bana.
- Demez, asla demez.
- Nereden biliyorsun ki, ben duyduğuma mı inanayım sana mı?
- Yahu ceviz derken bana laf sokuyor o, geçen sene cevize yatırım yaptık neyim var neyim yok batırdım. Aklı sıra beni kızdırıp, mutlu olacak. Eşek herif…
- Bir dakika ya. O zaman bu Kadri’yi de tanımıyordu. Sırf sana laf sokmak için mi gönderdi beni?
- Tabii, öyle eşek şakaları yapar işte. Dünde ikinci el traktör arayan birini gönderdi bana. Metin’de var, traktörünü satıyor diye adamı ta oradan buraya yollamış.
- Yuh, ayı…Ayı ya…

Ben söylene söylene çıkarken Metin arkamdan gülüyordu. Tarif ilminden bihaber organize esnaf çetesi tarafından günün eğlence kaynağı olarak seçilmiş, saatlerce o dükkân senin bu dükkân benim yolunu bulmaktan aciz meczuplar gibi dolanıp, durmuştum.

Bir daha kayıp akrabalarımın izini sürmek mi?
Allah korusun…
Arayan beni bulsun, bak orada Fidancı Yeşil Mehmet pu....u var… Ona sorsun, gösterirler…

 

 
Toplam blog
: 7
: 481
Kayıt tarihi
: 01.01.12
 
 

Balıkesir'de doğdu, İstanbul'da yaşıyor. Mühendis, kendine ait bir Tasarım Ofisi var. Ked..