- Kategori
- Türkiye Ekonomisi
Tarih Acımasızdır, Affetmez. Her Zaman Beyaz Sayfalarını, Kara Sayfalardan Sonra Yazar (1)

Bilgi, kendisinden yeni bilgiler üretildiğinde daha değerli olmaktadır.
Yakın tarihimiz, gerek devletimizin arşivlerini açmaması, gerekse kimi konuların tabu haline getirilerek tartışılmasının istenmemesi; birçok konunun gerçekleri ile değil, kişilerin değerlerine göre yorumlanmasına imkân sağlamakta, bunun sonucunda da toplumda yoğun bir kafa karışıklığı yaşanmaktadır.
Bu manâda, yakın tarihimizde yaşanan tartışmalı kimi siyasi olaylar, dönemin belgeleri ile meraklılarının araştırmalarına sunulmaktadır.
...
Onuncu Yıl Nutku
Ankara, 29 Ekim 1933
"Türk Milleti!
Kurtuluş savaşına başladığımızın on beşinci yılındayız...
Yurttaşlarım! Az zamanda çok büyük işler yaptık...
Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız...
Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız...
Büyük Türk milleti, onbeş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım." (1)
Aşağıda, o günlerde yaşananları anlamak adına Onuncu Yıl Nutku'nun söylendiği dönemde yayınlanan gazete haberleri verilmektedir.
...
Kaynak : 14 Şubat 1929 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nin 1.Sayfası.
“Türkiye’de her sene yalnız veremden (*) 37.000 kişi ölüyor ve takriben 280.000 veremli hasta vardır. İktidarı olan vatandaşların, senede 1 lira vererek İstanbul Verem Mücadele Cemiyeti’ne âza (üye) olmasını istiyoruz.”
(Canmehmet : 1927 yılı nüfus sayımına göre Türkiye nüfusu yaklaşık 13.600.000 kişidir. Yukarıdaki bilgilere göre; sadece veremden, her sene nüfusun %0.3’ü ölmektedir. Nüfusun %2’si de veremlidir).
...
Kaynak : 19 Şubat 1929 tarihli Akşam Gazetesi’nde, Necmeddin Sadık tarafından kaleme alınan başyazı :
(Canmehmet : Bazı kelimeler günümüzdeki kullanımına uygun olarak tarafımızca sadeleştirilmiştir).
"En Büyük İş
Bayındırlık (inşaat) vekili Recep Bey iş başına gelince, memleketin ihtiyaçlarını araştırdı, kudretini ölçtü ve uzun görüşlü bir program çizdi. Tamamlanması yirmibeş sene yani bir çeyrek asır gibi çok ileri zamanlara ait olan bu programda Türkiye’nin yolları, sulama işleri gibi bütün önemli ihtiyaçları düşünülmüştür.
Hakiki bir devlet adamının en büyük vasfı ilerisini görmek, yapılacak işleri – zamandan ve mesafaden korkmadan- milletin ebedi hayatına nisbet ederek, kısa veya uzun devrelere ayırmaktır. Yapacağı işin umumi heyetini göz önünde tutmadan, kısa müddetli, kolay başarılar arayan ve yalnız iş başında kalabileceği zamanı dikkate alarak, gelişi güzel başı işler gören insanlar ciddi bir devlet teşkilatı için faydalı olmaktan ziyade zararlıdır. Bunun içindir ki, kişisel başarılardan ziyade, devletin ve rejimin esaslı zaferini düşünen Recep Bey’i, uzun görüşlü programından dolayı tebrik etmek lazımdır.
Haber alıyoruz ki, Bayındırlık (inşaat) vekili, yirmi senede harcanmak üzere 250 milyon liralık sulama işini de programına ilave etmiştir. Konunun önemi, açıklama ve tartışmaya ihtiyaç olmayacak şekilde açıktır. Memlekette para azlığından (dolayı) sıkıntıdayız. Paramızın kıymeti her sene düşüyor ve bunun sıkıntısını her an hissediyoruz. Hayat pahalılığı tahammül edilemez bir hale geldi. Ticaret işlerinde bulunanlar, ekonomik hayatta boğucu bir bunalım olduğunu söylüyorlar. Bütün bunların çaresini aradığımızın zaman; para azlığı, paramızın kıymetsizliği, alış-veriş olmaması (durumu); hep ihracat eksiğine, (ve) ithalat fazlasına yol açıyor.
İhracatı çoğaltmak için de bir çare var: Üretimi çoğaltmak… Türkiye bir fabrika, sanayi, maden memleketi değildir. Daha uzun zamanlar (da) olamaz. Üretimimiz şimdilik ancak tarım sahasında çoğalabilir. Halbuki tarımımız tamamen doğaya, yağmura bağlı olduğu için, bir sene havaların kurak gitmesi, memleketi büyük bunalımlar içinde kıvrandırıyor. İzmir, Adana gibi sulak yerler de en ilkel şartlara bağlıdır. Eğer Orta Anadolu sulanır, İzmir ve Adana çevresi sulanırsa, Türkiye ürünleri, az zamanda memleketi zenginleştirecek derecede çoğalır. Bunun içindir ki, ekonomi siyasetimizin başında, yol ve sulama, denk olarak birinci gelmelidir. Bizim için başka kurtuluş çaresi yoktur. Çok miktarda borç almalar, bol yabancı sermaye gibi çareler ortadan kaldırılınca, üretimimiz geniş miktarda artmadıkça, ekonomik bunalım devam edecek, hatta zaman zaman artacaktır.
Fakat bu mühim, hayati iş için 20 sene çok görülebilir. Ne çare ki demir yolları gibi, sulama işini de, kendi paramızla, devlet bütçesinden yapmaya mecburuz.
Bu gibi işleri, zaten fakir olan devlet hazinesinden yapılamayacağını söyleyenler pek çoktur. Bunlara göre, bu tarzdaki harcama, paramızın dışarıya gitmesine, (değerinin) düşmesine sebep oluyor. Bu işlere, dışarıdan sermaye bulmak hem memlekete para getirir, hem de paramızı(n değerini) yükseltir. Bu teori belki doğrudur. Fakat hükümet şimdiye kadar, bu tarzda hiçbir ciddi teklifi reddetmemiştir. Durumuzun, yol ve sulama işlerinde, yabancı sermayeyi senelerce beklemeye de hiç müsait değildir Bunları kendi paramızla da, sıkıntı çekerek, zorluklara katlanarak, mümkün olduğu kadar çabuk yapmaya mecburuz. Recep Bey, sulama planını ciddi ve esaslı şekilde uygulamaya başlarsa, Türk vatanının şükranına layık olacaktır."
...
1924 ile 1938 yılları arasında yapılan ihracata baktığımızda :
-1924 İhracat rakamı: 82.435.000 $
-1925 İhracat rakamı: 102.700.000 $
-1926 İhracat rakamı: 96.437.000 $ (üç yıllık toplam ihracat: 281.572.000 dolar.)
*
-1931 İhracat rakamı: 60.226.000 $
-1932 İhracat rakamı: 47.972.000 $
-1933 İhracat rakamı: 58.065.000 $ (Üç yıllık toplam ihracat: 166.263.000 dolar)
*
-1936 İhracat rakamı: 93.670.000 $
-1937 İhracat rakamı: 109.225.000 $
-1938 İhracat rakamı: 115.019.000 $ (Üç yıllık toplam ihracat: 317.914.000 dolar” (2)
*
Özetlenirse:
-1924, 1925, 1926 yılları toplam ihracatı: 281.572.000 dolar.
-1931, 1932, 1933 yılları toplam ihracatı: 166.263.000 dolar.
-1936, 1937, 1938 yılları toplam ihracatı: 317.914.000 dolar.
*
Bu rakamların bize söylediği; bir Dünya Savaşı’na giren Osmanlı Devleti'nin, nerede ise üreten tüm insanlarını savaş cephesine sürmesine rağmen, savaşın hemen akabinde yapılan (3 yıllık toplam) ihracat rakamı : 281.572.000 dolar.
Ve bu tarihten yaklaşık 15-16 yıl sonra, Dünya Savaşı’nın bitmiş olmasına, savaşan askerlerin terhis edilerek köylerine ve işlerinin başına, üretime dönmelerine rağmen; 3 yılda yapılan ihracat rakamı : 317.914.000 dolar.
Peki, 16 yıllık bir barış döneminde, ekonomide alınan (başarılı!) yol nerededir ve rakamlar neden böyle bir tabloyu ortaya koyamamaktadır ?
...
Bu ekonomik tablo içerisinde, Savanora Yatı’nın alınış hikayesi...
Bu yatın alınış nedeniyle ilgili, devlet ve özel kaynaklarda iki ayrı öykü vardır. Biz ikisini de veriyor ve yorumu okuyana bırakıyoruz.
Birinci öykü : “...1936 yılında Kral VIII. Edward İstanbul’u ziyaret etti ve o zamanki (Canmehmet notu : Osmanlı'dan kalan) devlet yatı Ertuğrul’da, Mustafa Kemal Atatürk’ün konuğu oldu. Bacadan dökülen kurum, Majestelerinin beyaz pazenlerini öylesine kirletti ki, Atatürk Ertuğrul’u hurdaya gönderdi ve yeni bir cumhurbaşkanlığı yatı araştırılması için emir verdi. Türk bayrağı, Mart 1938’de Southampton’da Savarona’ya çekildi.” (3)
*
Ancak, aşağıda verilen bir başka kaynak, bu birinci öyküyü desteklememektedir...
*
“...Ertuğrul, Cumhurbaşkanlık devlet yatı olarak, ülkemizi ziyaret eden yabancı hükümdar ile devlet başkanlarının ağırlanmasında ev sahipliği yapmayı sürdürdü.
Atatürk’ün, Ertuğrul Yatı’nda ağırladığı devlet başkanları ve ünlü konukları arasında, Haziran 1934’te İran Şahı Rıza Pehlevi’yi, 1936’da Kraliyet Yatı Nahlin ile İstanbul’a gelen İngiltere Kralı VIII. Edward’ı ve 1937’de Ürdün Kralı Emir Abdullah’ı görüyoruz.
1 Eylül’den itibaren ülkemizde konuk olan Kral VIII. Edward, 6 Eylül’de Nahlin Yatı ile Moda Koyu’na gelmiş ve orada Moda Deniz Kulübü ile İngiliz Yat Kulübü’nü ziyaret etmişti. Aynı gün, Cumhurbaşkanı Atatürk de Ertuğrul Yatı ile Moda’ya gelerek, kralı, onuruna düzenlenen yat yarışlarını beraberce seyretmek üzere Ertuğrul Yatı’nda ağırlamıştı. Ertuğrul’un bir sonraki konuğu, Ürdün Kralı Emir Abdullah’tı. Bir süreden beri İstanbul’da, Beylerbeyi Sarayı’nda konuk olan Kral Abdullah, 5 Haziran 1937 günü trenle İstanbul’a gelecek olan Atatürk’ü karşılamak üzere Haydarpaşa Garı’na gitmişti. Daha sonra, Atatürk, kendisini karşılayan kralla beraber Ertuğrul Yatı’na geçmiş ve açıkta tören konumunda bulunan donanmayı selamlamışlardı. Atatürk 1927-1937 tarihleri arasındaki 10 yıl boyunca Marmara’da Yalova, Çanakkale, İzmit, Mudanya, Armutlu ve Adalar gezilerini çoğunlukla Ertuğrul ile gerçekleştirdi. Rükûb-u şahaneden, Riyaset-i Cumhur’a kadar uzun bir yoldan gelen yorgun Ertuğrul Yatı, 1937 yılının sonunda hizmet dışına çıkartıldı. Çünkü o yıl onun yerini almak üzere, Riyaset-i Cumhur yatı olarak Savarona satın alınmış, İstanbul’a getirilmek üzere son rötuşların bitirilmesini beklemekteydi. Atatürk 23 Ekim 1937 Pazar günü Ertuğrul Yatı ile son kez Yalova’dan Derince’ye yolculuk etmişti...” (4)
*
İkinci Öykü : (Konuyu, yatı teslim almaya gidenlerden olan Atatürk’ün uşağı Cemal Granda anlatmaktadır)
SAVARONA YATININ HİKAYESİ
"ATATÜRK sık sık deniz yoluyla da yurt gezilerine çıktığı için dört başı mamur bir yata ihtiyaç vardı. Eski devirden kalma Ertuğrul yatı, bir gün sert bir havada Karadeniz’de batma tehlikesi geçirdiği için kullanılması sakıncalı bulunuyordu. Atatürk denizi çok seviyordu, deniz aşıkıydı. Son zamanlarda sağlık durumu onun denizden uzaklaşmasının doğru olmadığını da ortaya koyduğundan, bütün bunları gözönünde bulunduran Hükümet , O’na ulusun bir armağanı olarak Amerikalı milyoner bir kadından çok ucuza bulduğu Savarona yatını almıştı.
Yatın İngiltere’den alınışı sırasında ben de bulunduğum için, kısaca Savarona’nın hikâyesini buraya koymak yerinde olacaktır :
1938 Mart'ında Londra’ya üç saat uzaklıkta Savsantin limanına gittik. Burada Savarona’ya büyük bir törenle Türk bayrağı çekildi. Bayrak çekme töreninde İngiliz bahriyesinden amiral ve komutanlar, şehrin ileri gelenlerinden birçok kimse vardı. Londra Büyükelçimiz Fethi Okyar ile elçilik ileri gelenleri hazır bulunmuştu.
Geminin alınmasında Cumhurbaşkanlığı Umumi Kâtibi Hasan Rıza Soyak, Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarı Sadullah Güney, Nakliyat Şefi Burhanettin, mühendis Naci Ark ile komisyoner olarak Avrupa’da bulunan Zeki adlı bir kişi ve Bal Mahmut vardı .
Limanda bir ay kadar kaldık. Yatın dış kısmı beyaza boyandı. İçersinde yapılacak değişiklikler için İngilizler çok para istediklerinden, İngiltere’den ayrılıp Hamburg limanına gittik. Zaten yat Hamburg’ta Blonios tezgâhlarında yapıldığı için, Almanlar değişiklik konusunda hiç zorluk çekmemişlerdi.
Savarona yatını 1931 yılında Amerikalı bir kadın yaptırmıştı. Misis Katveller, Alman tezgâhlarına tam beş milyon dolar saymıştı. Yatla altmış üç gün Dünyayı dolaştıktan sonra, Misis Katveller Amerika’ya vatanına döndü. Fakat Amerika Hükümeti, beş milyon dolar gümrük vergisi isteyince, ters yüzü edip tekrar Avrupa’nın yolunu tuttu.
Bu sırada Katveller kocasını kaybetmiş ve hayatta yapayalnız kalmıştı. Yattan hevesini aldığı ve Amerika’ya da sokamıyacağını anladığı için satılığa çıkardı.
Yata ilk defa o zamanki Alman Başbakan Yardımcısı Von Papen istekli olmuştu. Fakat bizim komisyoncular açıkgöz davranıp, kadına bu yatı Atatürk’e satmak istediklerini söylediler. Amerikalıların Atatürk’e sevgileri fazla olduğundan, yatı bir milyon ikiyüz bin dolara sattılar. Bu suretle Hitler’in istediği yat, ona kısmet olmadı.
Savarona’nın satış işlemi bittikten sonra 1 Haziran'da İstanbul’a geldik... Yatı çok beğenen Atatürk, ne yazık ki, ona kavuştuğunda ölüme yaklaşmış ağır bir hastaydı. Savarona’nın safasını süremiyeceğini o da anlamış ve üzülerek 'Bu tekne yoksa benim mezarım mı olacak?' diye hazin hazin sormuştu." (5)
...
Yat için ödenen parayı bugünün değerlerine çevirelim. Bu, Atatürk’ün uşağı Cemal Granda’nın ifadesi ile, “Yat, 1.200.000 dolar.” Komisyon ve yatın satın alınmasından sonra üzerinde yapılan değişiklikler için, 500.000 dolar daha ilave edelim ve toplam bedel, 1.700.000 dolara ulaşmış olsun.
- Türkiye’nin, 1937 Yılı ihracat rakamı: 109.225.000 $.
- Yatın toplam bedeli : 1.700.000 $. Yatın bedeli, o yıldaki ihracatımızın %1’inden biraz fazladır.
- Bu rakamı günümüze uyarladığımızda: 2017 yılı ihracatımız 157.000.000.000 $ (157 milyar dolar) olup, bunun %1’i de 1.570.000.000 $ (1 milyar 570 milyon dolar) olmaktadır..
...
19 Şubat 1929 tarihli Akşam Gazetesi’nde, Necmeddin Sadık başyazısında ne demekteydi :
“...Haber alıyoruz ki, Bayındırlık (inşaat) vekili, yirmi senede harcanmak üzere 250 milyon liralık sulama işini de programına ilave etmiştir. Konunun önemi, açıklama ve tartışmaya ihtiyaç olmayacak şekilde açıktır. Memlekette para azlığından (dolayı) sıkıntıdayız. Paramızın kıymeti her sene düşüyor ve bunun sıkıntısını her an hissediyoruz. Hayat pahalılığı tahammül edilemez bir hale geldi. Ticaret işlerinde bulunanlar, ekonomik hayatta boğucu bir bunalım olduğunu söylüyorlar. Bütün bunların çaresini aradığımızın zaman; para azlığı, paramızın kıymetsizliği, alış-veriş olmaması (durumu); hep ihracat eksiğine, (ve) ithalat fazlasına yol açıyor...”
...
Devam edecek...
- Kaynaklar :
- (*) Verem: Kötü beslenme, yeterli gıda alamamak, yoksulluk ve nemli ortamlarda yaşama sonucu gelişen bir hastalık türüdür.
- (1)Tamamı için bakınız: https://www.tbmm.gov.tr/kultursanat/mka_onuncuyil_nutuk.htm
- (2)Tamamı için bakınız: https://www.sabah.com.tr/galeri/ekonomi/1923ten-gunumuze-ihracat--ithalat-rakamlari/12
- (3) http://www.kultur.gov.tr/TR-96389/ataturkun-yati-savarona.html
- (4) https://www.posta.com.tr/atanin-asil-yati-ertugruldu-61207 (alıntı kaynağı: “Atlas Tarih” Dergisi)
- (5) "Atatürk’ün Uşağı’nın Gizli Defteri”, Cemal Granda. (Turhan Gürkan, Fer Yayınları).